Anayasa Mahkemesi (AYM); Uğur Kurt'un polis kurşunuyla öldürülmesi olayında yeniden yargılama kararı verdi.
Yüksek mahkemenin, yerel mahkemeye gönderdiği dosyanın esasını oluşturan olay, Mayıs 2014'te Okmeydanı'ndaki protesto gösterisinde yaşananlar. Gösterinin amacı, Soma'daki maden kazasında yaşamını yitiren işçiler ile Gezi eylemlerinde hayatını kaybeden Berkin Elvan'ın anılmasıydı.
Anma sırasında polis ve göstericiler arasında çatışmaya varan olaylar yaşanırken; aynı dakikalarda yaşananlardan haberdar olmayan başka bir grup ise, Piyale Paşa Caddesi üzerindeki Okmeydanı Cemevi'nde bir cenazenin kaldırılması için merasim hazırlığındaydı.
Tören için cemevinin avlusunda bekleyen 15-20 kişilik grup içindeki Uğur Kurt, Okmeydanı'ndaki olaylara müdahale eden polis grubu içindeki Sezgin Korkmaz adlı polis memurunun silahından çıkan merminin başına isabet etmesiyle hayatını kaybetti.
Yargılama 3 yıl sürdü. Tutuksuz yargılanan polis memuru Korkmaz, "taksirle ölüme sebebiyet vermekten" 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Korkmaz, yargılama sırasında "pişman olduğunu" söyledi.
Yerel mahkemenin söz konusu kararı sonrasında Kurt'un ailesi 2018'de AYM'ye başvurdu. AYM Başkanı Zühtü Arslan'ın başkanlığında 1 Aralık 2022 günü toplanan heyet, yeniden yargılama yapılmasına oy birliğiyle karar verdi. Söz konusu karar içinde, yaşam hakkının ihlal edildiği ile Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği görüşleri de yer aldı.
AYM'nin kararında hukuki değerlendirmelerin yanı sıra Kurt'un yaşamını yitirdiği olayla ilgili fazlasıyla detaylı bilgiler var.
Ayrıca yine detay gibi gözükmekle birlikte olayın aslına etki eden önemli bir bilgi dikkat çekici.
Bu bilgi dosyanın sanığı polis memuru Sezgin Korkmaz'ın olay tarihindeki mesleki kariyeri.
AYM kararında Korkmaz'ın polis teşkilatındaki süreci şöyle anlatıldı:
"Olay tarihinde 30 yaşında ve "yaklaşık beş yıllık meslek tecrübesi"ne sahip olan memur Sezgin Korkmaz zırhlı bir araçla bölgede görevlendirilen dört kişilik ekipte yer alan polislerden biridir. Sezgin Korkmaz, Bilecik Polis Meslek Eğitim Merkezi'nden 2009 yılında mezun olduktan sonra Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde çalışmaya başlamıştır. Sezgin Korkmaz, burada bir müddet sadece "emniyet müdürünün makam aracına şoförlük görevini" yerine getirmiş ardından önleyici hizmetler büro amirliğinde görev almıştır.
Burada ekip memurluğunun yanında kimi zaman büro hizmetlerinde görev alarak telsiz sorumluluğunu da üstlenmiştir. Bu zaman zarfında Sezgin Korkmaz, makam aracı şoförlüğü yapmaya devam etmiştir. Sezgin Korkmaz olaydan kısa süre önce 2014 yılının ocak ayında Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde görevlendirilmiş, burada da bir ay süresince "şube müdürünün şoförlüğünü" yapmasının ardından zırhlı araç ekibinde görevlendirilmiştir. Bu görevi sırasında FN diye tabir edilen boyalı ve küçük bir top şeklinde plastik mermi atan silahla ilgili olarak kısa süren (üç gün) bir eğitim programına katılmıştır."
Olayın yargı boyutu bir yana, 5 yıllık meslek hayatının büyük bölümünü müdürlerin makam şoförlüğünü yapan ve sadece üç günlük özel eğitim alan bir polisin sahaya sürülmesinin sonucudur Uğur Kurt'un ölümü.
Çoğunlukla makam şoförü olarak mesleğini yürütürken silahından çıkan kurşunla Uğur Kurt'un ölümüne neden olan Sezgin Korkmaz, olayın baş sorumlusudur kuşkusuz.
Buna karşın, söz konusu menfur olayın yaşanmasında tek suçlu polis memuru Sezgin Korkmaz mıdır?
Sokak olaylarına karşı hiçbir tecrübesi olmayan bir polisin, Kurt'un ölümüne karışmasında katkısı olan "sıralı amirler / müdürler"in hiç mi suçu yok?
Yaşamını yitirdiği dönemde iki yaşında çocuk babası olan Uğur Kurt'un ölümüyle sonuçlanan Okmeydanı olayında pek gündeme gelmeyen bir süreç daha var.
Aslına bakarsanız bu olayı 2021'de Büyüteç'te gündeme getirmiştim. Fakat yargılamanın yeniden yapılacak olması sebebiyle bir kez daha hatırlatmakta fayda var.
Okmeydanı'nda yaşanan olayın ardından İçişleri Bakanlığı, yaşananlarda güvenlik güçleri açısından herhangi bir ihmal olup olmadığının tespiti için özel müfettiş görevlendirmesi yaptı.
İstanbul'a giden müfettişler, tüm evrak ve belgeler üzerinde inceleme yaptı. OIayın tarafları ve tanıklarıyla görüşerek önemli bir rapor hazırladılar.
Raporda önemli bir detay vardı ki, sonucu vahim.
Aktarayım.
Müfettişlerin araştırmaları sırasında Okmeydanı'ndaki gelişmeleri takip etmenin yanı sıra olay yerinde bulunan polis güçlerinin sevk ve idaresi amacıyla bizzat resmi yazı ile görevlendirilen Şişli'den sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı ile Şişli İlçe Emniyet Müdürü'nün görev bölgesinde olmadığı tespit edildi.
Müfettişler raporda şu görüşe yer verdi:
"(...) Bu derece hafife alınan görevin Şişli sorumluluk bölgesinde Kağıthane ve Beyoğlu İlçe ekipleri ve TEM ekipleri ile eylemciler arasında gün boyu süren olaylar şeklinde cereyan ettiği ve olaylarla hiçbir ilgisi olmayan sade bir vatandaşın kaotik ortamda polis kurşunuyla ölmesi ile sonuçlandığı (...)"
Müfettişler, hazırladıkları disiplin raporunda, söz konusu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı ve İlçe Emniyet Müdürü hakkında, "görevi savsakladığı" iddiasıyla disiplin cezası verilmesini talep etti.
Linkini yukarıda bıraktığım yazıda daha detayları olmasına karşın sonucu yeniden hatırlatayım. Emniyet Genel Müdürlüğü Disiplin Kurulu, söz konusu dosyayı görüşüp karara bağladı. Kurul, müfettişlerin, "görevde savsaklamada bulunduklarını" tespit ettikleri polis müdürlerine, "ceza verilmemesi"ne hükmetti.
Hakkında ceza verilmesine gerek görülmeyen dönemin İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olan isim, bugünün Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz.
O gün hakkında istenilen "kınama" cezası verilseydi, Yılmaz'ın bugünkü görevine gelmesi mümkün olamayacaktı. Bu arada Yılmaz, önce Kahramanmaraş Emniyet Müdürü oldu. Sonra Emniyet Genel Müdür Yardımcısıydı. Halen de Ankara Emniyet Müdürü.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun emniyetteki A Takımı'nın en tepesindeki iki isimden birisi.
Yılmaz'la ilgili Google başta internetteki arama motorlarında yapılan aramada pek çok açık kaynak bilgisine ulaşmak mümkün. En son eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş'in Ankara'da öldürülmesiyle başlayan sürecin merkezindeki isimlerden.
Zaten Büyüteç'in takipçileri de artık yakından tanıyor Yılmaz'ı. Pek çok yazının konusu oldu.
Sonuçta, ülkede, kendi halinde yaşayan bir insan, hiç hesapta yokken acemi bir polisin silahından çıkan kurşunla iki yaşındaki evladını yetim bırakırken; aynı olaydan sorumlu olan bir başkası ceza almaktan kurtulup mesleki kariyerinin en üst basamaklarına tırmanıyor.
Ve, biz de bu duruma, "hayat böyle işte" diyerek hayıflanıyoruz, iyi mi?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, cumhurbaşkanlığı seçimleri çerçevesinde Cumhur İttifakı çatısı altına aldığı ve yasa dışı radikal dinci terör örgütü Türk Hizbullahı ile bağlantıları bilinen HÜDA PAR'la ilgili açıklamaları siyasete farklı boyut getirdi.
Erdoğan'dan sonra konuşan ittifak ortağı Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı'na destek verirken eleştiri çemberini genişletip Hizbullah operasyonlarını gerçekleştiren dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ı hedefine aldı.
Akabinde Tantan da Bahçeli'yi yanıtladı:
"57. Hükümet döneminde Hizbullah evlerinin nasıl ortaya çıkarıldığına, Gaffar Okkan'ın nasıl öldürüldüğüne, Başbakan Yardımcısı olarak şahit olmuş biri. Bunları nasıl söyleyebiliyor anlamak mümkün değil. HÜDA PAR'ın alt yapısının kimlerden oluştuğunu gazetelerde, televizyonlardan bir bir saydık. Paraların kimden geldiği biliniyor. Oradaki faaliyetleri nasıl ortaya çıkardığımızı yakinen takip eden bir isim Bahçeli. İnanarak söylediğini düşünmüyorum yeniden parlamentoya girebilme kaygısıyla söylediğini düşünüyorum."
Siyasi polemiğin merkezinde Türk Hizbullah'ının konumu yeniden gündemde. Arşivler yeniden açıldı. Sosyal medyada çokça paylaşımlar var.
Bu arada hatırlatayım, İçişleri Bakanlığı'na bağlı güvenlik birimleri halen Türk Hizbullahı'ndan 30 kişiyi arıyor.
Bakanlık bünyesindeki "terörden arananlar" adlı internet sitesindeki kayıtlara bakıldığında aranan Hizbullahçılar dört ayrı kategoriye ayrıldı.
Aranan kişilerin önem sırasında göre düzenlenen listelerde aranan Hizbullahçılar şunlar:
Kırmızı liste:
Edip Gümüş, İsa Altsoy, Necmettin Sanli, Sener Dünük ve Haşim Alabalık.
Mavi liste:
Kemal Sanli, Emin Ekici, Cemal Tutar ve Ramazan Elmas.
Yeşil liste:
Mahmut Demir ve Fuat Balca.
Gri liste:
Kemal Gülşen, Serdar Alp, Aydın Aytan, Ejder Arpa, Murat Aktaş, Mahsum Barut, Yılmaz Esenkuş, Hamit Kaya, Şeyhmus Kınay, Ahmet Bozkır, İhsan Baran, Sabahattin Alkan, Hamdullah Bozkır, Mehmet Yasin Aydın, Hakkı Aslan, Ahmet Yeşil, Burhan Kılıç, Murat Kurtboğan ve Metin Avut.
Görüldüğü üzere; devlet, halen çeşitli terör eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle kayıtlarda yer alan Hizbullahçıları aramaya devam ediyor.
Artık bu saatten sonra yakalanırlar mı orası da ayrı tabii?
Tolga Şardan kimdir?Tolga Şardan, 1988'de yerel yayımlanan Ankara Ulus Gazetesi'nde mesleğe başladı. 1989'dan 2018'e kadar Milliyet gazetesinde polis muhabirliği, Ankara Temsilci Yardımcılığı ve köşe yazarlığı yaptı. Haber ve yazılarıyla, 1992'den itibaren Çetin Emeç, Muammer Yaşar Bostancı, Abdi İpekçi'nin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Yanı sıra, haberleri Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Spor Yazarları Derneği'nce ödüle layık bulundu. Ayrıca, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nce verilen 2021 Yılı Basın Özgürlüğü Ödülü'nün sahibi oldu. Şardan, 2019'da Doğan Kitap'tan yayımlanan "Komonist Masası'nda Nazım Hikmet" adlı araştırma dalındaki kitabını kaleme aldı. 2019'dan bu yana T24'te çoğunlukla güvenlik konularını ele aldığı Büyüteç adlı köşeyi yazıyor. |