Kahramanmaraş depremleri, Türkiye tarihinin karanlık sayfalarına yazıldı. En az 50 bin insanımız yaşamını yitirdi. Daha fazlası ağır yaralandı. Göçük altında donarak, açlıktan ve susuzluktan ölen, yani bir nevi işkence çekerek yaşamını yitiren on binler var. Devletin, yurttaşlara dönük güvenli konut sağlama, mevcut konutları denetleme ve koruma gibi yükümlülüklerini yerine getiremediği aşikâr. Fakat dahası var. Depremlerden sonra acil yardımlar organize edilemedi. Bu yetmezmiş gibi, kendi kendine organize olan halkın iletişim kanallarına müdahale edildi. Yetmedi, Kızılay'a ait yardım malzemelerinin satılması gibi pek çok skandal yaşandı fakat bunlar da hızla ört pas edilmeye çalışıldı.
Tüm bu süreçlerde iktidar sınıfta kaldı. Bu, farklı siyasal kesimlerden neredeyse herkesin malumu.
Buna rağmen tek bir kişi dahi istifa (teknik olarak "görevden çekilme"dir) etmedi.
Görevden çekilen tek yetkili Adıyaman'ın Valisi Mahmut Çuhadar oldu. Onun gerekçesi de ilkin, depremdeki skandallar değil, kişisel sağlık sorunlarıydı. Sonradan Adalet ve Kalkınma Partisi'nden milletvekili adayı olmak istediği anlaşıldı.
Muhalefet, haklı olarak istifa talebinde bulunuyor. Fakat bu talep sadece söylem düzeyinde kalıyor. Zaten hukuk düzenimizde de halk tarafından istifaya zorlanma diye bir mekanizma bulunmuyor. Sorumlu olduğu düşünülenlerden seçimlerde oy verme günü gelinceye kadar hesap sorulamıyor.
Peki bu her yerde böyle mi? İstifa her koşulda yetkilinin kendi inisiyatifinde bir mesele mi? Başka bir deyişle, halkın istifa etmesini istediği kişi buna uymazsa halk her hâlükârda kaderine razı olmak zorunda mı?
Hayır. Anayasa hukukunda böylesi durumlar için bir kurum var: geri çağırma kurumu.
Geri çağırma, belli sayıda seçmenin bir araya gelerek, daha önceden seçmiş oldukları yetkililerin görevine son verebilme olanağıdır. Bu usulün başlaması, seçmenlerin önceden öngörülen sayıda imza toplayarak resmî bir talepte bulunmasına bağlıdır. Bu koşul sağlanırsa, geri çağrılması istenen yetkiliyle veya topyekûn kurumdakilerle ilgili bir halkoylaması yapılır. O oylamada geri çağırma yönünde sonuç alınırsa boşalan makam veya organ için yeni bir seçim yapılır.
Bu türden uygulamaların kökleri, Antik Yunan'a kadar gidiyor. Eskilerde, hırslı ve bencil kamu görevlilerinin yurttaşlarca sürgüne gönderilmesi gibi uygulamaların olduğunu biliyoruz. Modern zamanlarda bu mekanizmanın yıldızının parladığı anlardan biri Fransa'da 1871'de deneyimlenen Paris Komünü'dür. Komün'de, vekillerin (halktan kopuk bir seçkinler zümresi olmasına inat) çalışanlardan daha fazla maaş alması yasaklanmış, halkın doğrudan emirlerine tabi birer vekil olması sağlanmıştı. Bu bakımdan olağan vekalet sözleşmelerinde olduğu gibi, müvekkil halkın kendi vekillerini geri çağırması ve azletmesi mümkün sayılmıştı. Bu uygulama sonradan sosyalist yazında çokça işlendi, hattâ sosyalist ülkelerin anayasalarına da yazıldı. Bu ülkelere ne kadar etkili uygulandı o ayrı bir mesele. Ama ilke olarak benimsendi. Yeni kamu hukuku metinlerinde de ısrarla benimseniyor.
Geri çağırma usulü, sadece sosyalist ülkelerle de sınırlı kalmadı. Mesela adı hep "doğrudan demokrasi" ile anılan İsviçre'de XIX. yüzyıldan beri uygulanıyor. Batı Avrupa'da Almanya, Belçika, Hollanda, Portekiz, İngiltere gibi ülkelerde, Doğu Avrupa'da da Hırvatistan, Romanya veya Polonya gibi ülkelerde farklı biçimlerde varlık gösteriyor.
Atlantik'in öteki yakasında ise bu mekanizma çok daha yaygın. ABD'de de bağımsızlık savaşı yıllarından bugüne eyaletler düzeyinde bu mekanizmanın uygulandığı yerler (örn. özellikle Kaliforniya'da çok sık kullanılıyor) var. Latin Amerika ülkelerinde geri çağırma çok daha ayrıntılı, yaygın ve etkili.
Dünyanın diğer köşelerinden de örnekler bulmak güç değil. Örneğin Japonya'dan Senegal'e, Nijerya'dan Güney Kore'ye dünyanın dört bir yanında bu mekanizmanın birer tezahürü var.
Kaba bir hesapla bugün 50 civarı ülkede "geri çağırma" mekanizması bulunuyor. Tabii söz konusu mekanizma bu ülkelerinde hepsinde birden aynı şekilde işlemiyor. Bazılarında (örn. Almanya) sadece yerel düzeyde belediye/eyalet yetkililerine dönükken; diğer bazılarında (örn. İngiltere) ulusal düzeyde milletvekillerine dönük uygulanıyor. Bunu devlet başkanına karşı tanıyan (örn. Venezuela) ülkeler de var. Hattâ Peru'da olduğu gibi, seçilmiş kişilerin yanı sıra, bazı atanmış üst düzey bürokratların da bu mekanizmaya konu olabildiğini görüyoruz. Gerçi bu son örnekte, bürokratları doğrudan halk seçmediği için "geri çağırma" değil de "halkın görevden alması" adlandırması daha doğru. Fakat mantık hâlâ aynı. Belli sayıda seçmen sayısına ulaşılmışsa, halkın memnun olmadığı bürokratın göreve devam edip etmemesi konusunda halkoyuna başvuruluyor.
Geri çağırma mekanizması bizde ilk kez 1921 Anayasası zamanında gündeme gelmişti. O zaman için erken bulunan bu öneri kabul görmemişti. Sonrasında bunu savunan siyasi partiler çıksa da geri çağırma hiçbir zaman anayasada tanınmadı.
Fakat bu mekanizma Türkiye için mutlaka gerekli. Çünkü Türkiye'de istifa kültürünün esamesi bile yok. Yetkililerden hesap sormak, yurttaşların önüne beş yılda bir konulan manipülatif bir sandığa indirgenmiş bulunuyor. Zaten o nedenle, olur da bir skandal baş verirse, sorumlular yavuz hırsız misali üste çıkabiliyor.
Bu mekanizma gerçekten çalışıp etkili olacağı kuşkulu durabilir. Fakat çeşitli çalışmalarda, yetkililerin halk tarafından geri çağrılmasının -bir ihtimal olarak dahi- var olmasının yetkililerde bir otokontrole neden olduğunu bulgulayan çalışmalar mevcut.
Böylesi bir mekanizmanın faydaları çok. Toplumsal bilinci geliştirmek, yurttaşların kamusal konulara olan ilgisini arttırmak ve yetkilileri, halkın taleplerini dinlemek zorunda bırakmak bunlardan bazıları. Hepsi bir yana; bu mekanizma, halka yetkililerden gerçekten hesap sorma hakkı tanıyor. Yetmez mi? İstifa talepleri bu yolla ete kemiğe büründürüyor, kamusal ve hukuksal bir temele çekiyor.
Eğer bugün böyle bir mekanizmamız mevcut olsaydı "asrın felaketinde" asrın skandalının sorumlularından hesap sormak daha kolay olurdu. Bu nedenle bu mekanizmayı gündemimize almalıyız diye düşünüyorum.
İktidar olanlar, doğal olarak böyle bir mekanizmayı tanımaya yanaşmaz. Peki muhalefetler? Örneğin Altılı Masa'nın bu mekanizmayı programına alması gerekmez miydi? Bence gerekirdi. Yapmıyorlarsa onları buna zorlama işi, bu kurumun modern savunucusu olan sosyalistlere düşüyordu. Hâlâ da düşüyor.
Tolga Şirin kimdir? Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır. Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı. TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir. Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı. Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir. Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır. |