Yüksek Seçim Kurulu 2023 seçimleri için takvimini açıkladı. Bu takvime göre siyasi partilerin seçime katılacakları seçim çevrelerine ait aday listelerini iletmesi ve bağımsız milletvekillerinin başvuru yapabilmesi için son tarih 9 Nisan 2023 Pazar. Dolayısıyla partiler harıl harıl liste hazırlamaya çalışıyor. Aday adayları, kendi aralarında yarışıyor.
Her parti kendi içtüzüğüne göre bir adaylık başvuru ücreti belirlemiş durumda. Partilerin çoğu, her adaydan aynı bedeli almıyor. Adayın erkek, kadın, genç veya engelli olmasına göre miktar değişiyor. Fakat en yüksek bedellere göre sıralama yapıldığında; CHP ve İYİ Parti, adaylık başvurusu için 30 bin TL isteyerek en çok para talep eden partiler. Onları 20 bin TL talep eden AK Parti izliyor. HDP ve Saadet Partisi 15 bin TL, Memleket Partisi ve Gelecek Partisi 10 bin TL, Deva Partisi 5 bin TL, MHP ise 3 bin TL öngörmüş durumda. TİP, sembolik bir yaklaşımla, başvuruculardan deprem bölgesine koli göndermesini beklerken, TKP herhangi bir ücret talep etmiyor. Bağımsız adaylık için ise 55 bin lira civarında bir miktarın yatırılması gerekiyor.
Bu bedeller kimilerine göre düşük gelebilir. Fakat ülkedeki çalışan nüfusun neredeyse yarısının asgari ücretle geçindiğini, asgari ücretin de 8 bin 500 TL olduğunu akılda tuttuğumuzda bu miktar çoğumuz için aşırı yüksektir. Daha somut örneklendirelim: Asgari ücretle çalışan bir işçi, milletvekili olmak için CHP'den aday olmak isterse, neredeyse dört aylık ücretini aday adaylığına yatırmak zorundadır.
Hukuken, bu uygulamanın meşru bir amacının olmadığını söyleyemeyiz. Örneğin ciddiyetsiz adayları caydırmak, seçimlere katılanların sorumluluğunu arttırmak ve kamusal kaynakların makul olmayan şekilde harcanmasını önlemek gibi meşru amaçlar anlaşılır olabilir. Nitekim Venedik Komisyonu, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi veya İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de seçme ve seçilme hakkına dönük sınırlamaları, bu türden amaçlarla anlaşılır sayıyor.
Gelgelelim amacın meşru olması her aracı haklı kılmaz. Hele ki araçların ölçüsüzce kullanılmasını hiçbir şekilde makul sayılmaz.
Ölçülülük, daha az sınırlandırıcı tedbirlerle aynı amaca ulaşılabiliyorsa o tedbirlere başvurulmasını gerekli sayar.
Bana öyle geliyor ki daha az sınırlandırıcı tedbirlerle bu amaçlara ulaşmak olanaklıdır.
Bir defa bu bedellerin depozito olarak alınması mümkün sayılabilirdi. Yani alınacak paranın tamamının veya bir kısmının aday gösterilmeyenlere iadesi söz konusu olabilirdi. Fakat alınan paralar geri ödenmiyor. Keza, ödenecek miktar, aday adaylarının gelirlerine göre kademelendirilebilirdi. Örneğin varsıldan çok, yoksuldan az para alınabilirdi. Böylesi bir kademelendirme de yok.
Yani belli meşru amaçlara daha az sınırlayıcı tedbirlerle ulaşmak mümkün olmasına rağmen buna başvurulmuyor. Böyle olunca da parlamenter siyasete dahil olmak, zenginlere dönük bir işe dönüşüyor. Başka bir deyişle, aşırı adaylık başvurusu olmaması uğruna bir işsiz, kredi alamayacak kadar borca batmış bir emekçi veya geleceği için umut arayan yeni mezun bir genç kategorik olarak siyasetin dışına atılıyor…
Sonuç itibarıyla anılan yüksek bedeller, hukuken ölçülülük ilkesine aykırılıkla malul.
Bu uygulamanın hukukun dışında bir de yerindelik sorunu var. Onun da en az bunun kadar önemli olduğunu düşünüyorum.
Siyaset geniş bir kavram. Böyle bakarsak her türlü ilişkimizde siyasal bir yön var. Fakat sözcüğün dar anlamıyla konuşuyorsak hemen herkes aynı düzeyde siyasetle ilgilenmez.
Alman sosyolog Max Weber'in "Bir Meslek Olarak Siyaset" isimli makalesinde de ifade ettiği gibi, sözcüğün dar anlamıyla siyaset yapmanın, modern zamanlarda üç (istisnalar ve ara renkler hariç olmak üzere) ideal tipi vardır:
Birincisi ve halkın çoğunluğuna karşılık geleni ara sıra siyaset yapanlardır. Bu kişiler, günü geldiğinde oy kullanır, sırası geldiğinde siyasi yorum yapar ama yaşamının merkezine siyaseti koymazlar. Bir toplumda bu kümedeki insanların sayısı ne kadar artarsa o ülkedeki örgütlü kamuoyu rejimi o kadar gerilemiş demektir.
İkincisi, siyasetle daha çok ilgili olan kişilerden oluşur. Bu kişilerin öyle veya böyle bir siyasi yapıyla bağı vardır ama başka meşgalelerinden ötürü siyasete ayıracakları zaman daha azdır. Aktif olarak siyasal etkinliklerle, diğer işlerinden arta kalan zamanlarda ilgilenirler. Bu guruptaki kişilerin sayısı arttıkça demokrasi kökleşir, siyasal katılım artar ve örgütlü toplum gelişir.
Üçüncüsü ise asıl mesleği siyaset olanlardır. Bu kişiler, zamanlarının tamamını siyasete hasrederler. Fakat bu kümedekilerin hepsi için aynı türden değerlendirme yapmak mümkün olmaz. Bunlardan bazıları "siyaset için yaşar" iken, diğer bazıları "siyaset sayesinde yaşar" durumdadır.
Siyaset için yaşayanların bir "dava"sı vardır. Tüm emek, zaman ve bilgilerini o davaya hasretmek için profesyonel siyasetçi olurlar. Bu türden siyasetçiler, bir önceki kategoridekilerin öncüleridir. Dolayısıyla demokrasinin pekişmesinde önemli bir işlev görürler.
Gelgelelim "siyaset mesleğini" icra eden herkes siyaset için yaşayan bir "dava adamı" değildir. Bunların bazılarının derdi ekonomik gelir elde etmek, süregelen işlerinde menfaat sağlamak, ihalelerde aracılık sağlamak, yani sosyal veya iktisadi sermaye biriktirmektir. Bu türden siyasetçiler, bir bakıma siyasetten geçinirler. Bunlar tüm siyaset yapan grupların içinde en asalak olanlarıdır. Hattâ zararları apolitik olan ilk gruptakilerden bile çoktur.
İlk gruptakilerin icrai bir zararı yoktur. Apolitik insanlar, olsa olsa kendi yararına olanın peşine düşmeyi ihmal ettikleri için dolaylı bir zarara neden olurlar. Oysa bu son kesimdekiler "bal tutan parmağını yalar" düsturuyla kamusal kaynaklarının tahribinin, buraları birer arpalığa çevirmenin birincil sorumlularıdır.
Ne yazık ki pek çok ülkede ve Türkiye'de siyaseti meslek edinenlerin çoğunluğunu bu türden kımıl zararlılarından oluşur.
Baştaki noktaya dönersek, ücret iadesi mümkün olmayan aday adaylığı uygulaması bu türden asalak siyasetçileri için biçilmiş kaftandır. Siyasete, "bir koyup üç alma" mantığıyla bakan kişileri tahrik eden bu sistem, ön seçim, profesyonel katkı, parti içi referans gibi çeşitli yöntemlerin göz ardı edildiği partilerde daha da beter sonuçlara neden olmaktadır.
Türkiye'de yeni bir sayfa açma iddiasındakilerin veya bu iddialara kapılanların bu konuya bir de buradan bakmasında yarar var.
Tolga Şirin kimdir? Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır. Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı. TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir. Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı. Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir. Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır. |