Başlığı biraz kışkırtıcı bir tonda yazdım ama bu sertlik içeren bir ifade olmaktan çok durumu basitçe tasvir eden bir ifade. Bir parça ilgilenip iyi kötü tanıştıktan sonra birçok insan için psikanaliz kendimizi ve başkalarını anlamak, hayatla ve dünyayla ilişkimiz üzerine düşünmek bahsinde bütün bilgi kaynakları arasında müstesna bir yere sahip görünmeye başlar. Neden böyle olduğu değişik biçimlerde açıklanabilirse de bu yazının içeriği bakımından bence şöyle bir açıklama uygun: Psikanalitik düşünüş çağrışımsal bilgiyle anlamaya ve kavramaya açık olduğu için aralarında ilgi varsaydığı şeyler arasında sadece bu ilgiyi varsaymış olmakla bir ilgi tesis edebilmektedir. Psikanalitik pratikte bir ilginin varlığının akla gelmesi bu ilgiyi bizatihi var etmeye başlar. Son iki cümlemi tekrar okuyunca aklımdakileri tam olarak yansıtıp yansıtmadıklarından (hatta anlaşılır olup olmadıklarından) emin olamadım. Yine de bir yandan metin ilerledikçe bu cümlelerin daha açık hale gelmesini umuyor, bir yandan da metin bir açıklık sağlamasa bile okurun bu sözleri zihninde evirip çevirerek kendi bulacağı anlamlarla ilişkilendirmesini öneriyorum. Bu nedenle daha açık bir ifade peşinde koşturmaktan geri durmayı yeğleyeceğim. Sadece şunu ilave edeyim, bu durum psikanalizin gücünü ve etkinliğini oluşturduğu kadar zayıf ve kırılgan yanını da ortaya çıkarır.
Freud psikanalizi tanıtmak için yazdığı bir ansiklopedi maddesinde psikanalizin; 1) Başka türlü erişilmesi mümkün olmayan ruhsal süreçleri incelemek için kullanılan bir yol, 2) Bu inceleme ve araştırmalardan elde edilen bilgilere dayalı olarak nevrotik bozuklukların tedavisinde kullanılan bir yöntem ve 3) Bu yolla elde edilip yeni bir bilimsel disiplin oluşturacak psikolojik bilgi birikimi” olduğunu yazmıştı.
O halde diyebiliriz ki psikanalizin sacayağında kuram, tedavi ve uygulama kısımları var. Bir tedavi biçimi olarak klinik anlamda psikanaliz belki az sayıda kişinin hayatında önemli bir yer tutuyor. Ama psikanalitik kuramın toplumun çok daha geniş bir kesiminin ilgisini çektiğini söylemek yanlış olmaz. Öte yandan uygulamalı psikanalizin (edebiyat eleştirisinden toplumbilime, siyasetten eğitime dek) pek çok alanda temel yaklaşımlardan biri olduğu da tartışmaya pek yer bırakmayacak kadar açıktır.
Yüz yılı aşkın bir süreden bu yana psikanaliz kütüphanesi olağanüstü genişledi, psikanalitik bilgi birikimi insanlığın kültür hazinesinin en seçkin örneklerini içerecek zenginliğe ulaştı. Yüz otuz yıl bir bakıma hayli uzun, bir bakıma da hayli kısa bir süre. Başlangıcından bu yana psikanaliz gerek kuramda, gerek tedavide gerekse uygulama alanlarında önemli değişimler geçirdi ve gelişti. Bugünün ana akım psikanalizi yüz yıl öncesinde olduğundan hem belirgin biçimde farklı hem de bazı temel ilkeleri bakımından halen aslına sadık.
Psikanaliz kuramı başlıca “divandan” gelen bilgilerden beslenir. Örneğin Freud’un çocuk cinselliğiyle ilgili kuramsal yaklaşımı çocukların gözlenmesiyle elde edilen bilgilerle değil psikanaliz seanslarında edinilen bilgilerle şekillenmişti. Daha sonra Freud yakın çevresindeki çalışma arkadaşlarından bu bilgilerin gerçeğe uygunluğunu sergileyecek gözlemlerde bulunmalarını istemişti. “Küçük Hans” olgusunun yazılış öyküsünde bu durum başka yerlerde olduğundan daha açıktır. Freud sonrası kuramcıların en önemlilerinden biri olan Melanie Klein’ın eserlerinde psikanalitik kuramın pratikten nasıl doğduğu daha da kolaylıkla gözlenebilir.
Psikanaliz uygulaması sırasındaki gözlem ve tecrübelerin kurama dönüşmesi yalnızca patolojik durumların anlaşılmasına değil genel olarak insan ruhsallığının anlaşılmasına da katkıda bulunmuştur. Bunları işin klinik tarafının, “divan”ın yalnızca psikanalistler ve analizanlar (analiz edilenler) açısından değil, herkes için önemli olduğunun altını çizmek için belirtiyorum. Aslında başlıkta söylemek istediğim de budur, psikanaliz pratiğinin içinde bulunanlar vesilesiyle görünüşte psikanalizle ilgisi olmayan kişiler de kendi ruhsallıklarının açıklanıp anlaşılmasından masun kalamıyorlar. Diyelim ki Freud hastalarının dil sürçmelerinin tesadüf olmayıp fark/ifade edilmeyen bilinçli/bilinçdışı saiklerle belirlendiğini gözlemledi ve dil sürçmelerinin, sakar eylemlerin anlamı hakkında yazdı. Bundan sonra psikanalizle hiçbir ilgisi olmayan kişiler de buna göre değerlendirilmekten muaf olmaz, bu manada onlar da psikanalizden kurtulamaz.
Psikanalitik bilginin başlıca divandan gelmesi nedeniyle psikanalitik kuramcıların yaptıkları iş hakkında düşünmeleri, gözlediklerini anlamaya çalışmaları, değişik bilgileri ve durumları birbirleriyle bağlamayı denemeleri, her türlü bilgi ve deneyim alanından divana, divandan her türlü bilgi ve deneyim alanına malzeme taşımaya yatkın ve istekli olmaları önemlidir. Böylece lafı asıl konuya getirmiş oluyorum: Bu yazıda günümüz psikanalizinin çok okunan, tanınan, saygın ve etkili kuramcılarından birinin, Thomas Ogden’ın, Türkçe olarak yayınlanan ilk kitabı “Şu Psikanaliz Sanatı” hakkında biraz bilgi vermek ve Ogden’ı tanıtmak istiyorum.
Ogden yukarıda tarif etmeye çalıştığım tarzda bir psikanalist ve yazar. Gerek psikanalitik gerekse edebi metinleri okumak ve yorumlamak konusunda ilginç denemeleri var. Yaratıcı okuma ya da derinliğine okuma dediği bu okumalarda bir okur olarak yazarın metnine katılmaya ve metni zenginleştirmeye çalışıyor. Kendi yazdıklarının da bu tutumla okumasını teşvik ediyor. Örneğin “Analizin Özneleri/Konuları” adlı kitabına başlarken okurla peşin peşin bir konuşmaya girip şöyle diyor:
Geri dönmek için çok geç artık. Mademki bu kitaba başladınız, henüz tanımadığınız bir özneye dönüşme deneyimine adım attınız bile. Okumak öyle değerlendirmek, tartmak ya da hatta yazar tarafından sunulan deneyim ve düşünceleri sınamaktan ibaret değildir. Okumak çok daha yakın bir karşılaşma biçimidir. Sen, okur, seni, düşüncelerini, zihnini işgal etmeme izin vermelisin, çünkü benim konuşmak için seninkinden başka sesim yok. Eğer bu kitabı okuyacaksan ben kendimi senin düşüncelerin hâline getirirken sen de kendine benim düşüncelerimi düşünme iznini vermelisin ve bu sırada ikimiz de düşüncenin kendi özgün yaratısı olduğu iddiasında bulunmamalıyız.
***
Thomas H. Ogden 1946 doğumludur. Annesinin o doğduktan bir süre sonra analize başlamasıyla daha yaşamının ilk yıllarından itibaren psikanalizle nasıl tanıştığını şöyle anlatır:
Ben üç yaşındayken annem analize gidiyordu ve bu konuda benimle hiç konuşmamış olsa da onun her zaman “randevuları” vardı. Üç dört yaşlarında bir çocuk olarak elbette “randevu” nedir bilmiyordum ama annemin evden ayrıldığını ve ailemizde ilave bir mevcudiyet olduğunu biliyordum. Zihnimde, benden iki yaş küçük olan erkek kardeşim, annem ve babamla birlikte masada beşinci bir kişi daha vardı. Yıllar boyunca bu açıkça ifade edilmedi, bir duygudan daha fazla bir şey değildi ama annemi ağlarken ilk kez görüşüm ben yedi yaşındayken analistinin ölmesinden sonraydı.
Son kitabında yer alan röportajda ise Freud ile karşılaşmasını anlatır:
Annemin anneliğinde bulunan o duyarlığa bir isim koyabilmem ancak 16 yaşında lisedeyken yaz okuma ödevi için tercih edebileceğim üç kitaptan birisi olan Freud’un “Psikanalize Genel Bir Giriş” kitabını seçmemle mümkün oldu. Kitabı New York’a giden bir otobüste okumaya başladım. O kadar dalmışım ki durağımı kaçırdım ama bu beni hiç rahatsız etmedi. Çünkü artık istediğim müddetçe rahatsız olmadan okuyabilecektim. Kitaptaki fikirlerden daha çok kitabın sesinden etkilenmiştim.
Ogden’a göre Freud’un sesinin onu bu kadar etkilemesi eserin konusundan çok, iyi yazılmış olması ve edebi nitelik taşımasıyla ilgilidir. Ayrıca Freud’un kitabında annesinin analistinin sesini duyar gibi olmuştur. “Bu ses hakkında çok meraklıydım, elbette bu sesi doğrudan duymadım ama deyim yerindeyse bu ses iliklerime işlemişti.”
Liseden sonra tıp fakültesine gitmeye karar verir. O yıllarda Amerikan Psikanaliz Birliğine bağlı enstitüler analiz eğitimine yalnızca tıp doktorlarını kabul etmekteydi. Ancak Birliğe bağlı olmayan bazı enstitüler doktor olmayan adayları da alıyorlardı. Ogden o sırada bundan haberi olmadığını ama olsaydı bile tıp eğitimi almayı tercih edeceğini söylüyor. “Tıp eğitiminin psikanaliz pratiğinde önemli olduğunu düşünüyorum. Bana göre tıp eğitiminin en önemli yanı hastanın yaşamı için sorumluluk alma deneyimini en gerçek biçimde yaşatmasıdır.”
Böylece Ogden Yale Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirmiş ve daha sonra aynı yerde psikiyatri ihtisası yapmıştır. Londra’da Tavistock Kliniğinde bir yıl çalıştıktan sonra San Francisco Psikanaliz Enstitüsünde analiz eğitimini tamamlamıştır. Ogden kitaplarında ve makalelerinde son derece içten ve konuşkan olmakla birlikte diğer kaynaklardan onun hakkında bilgi edinmek pek kolay değildir. İnternette bir iki fotoğrafı güçlükle bulunabilir.
Ogden edebi yazılarının olgu sunumu gibi okunmaması gerektiğini düşünür, öte yandan olgu sunumları pekâlâ edebi metinlerdir. Olgu sunumları gerçek deneyimlere dayanmakla beraber nihayetinde kurgudur: “Bir seansın yazıya dökülmüş halini görseniz, bu dünyanın en sıkıcı şeyidir. Kurudur, çünkü ne duyguyu ne ses tonunu ne vurguyu yani dilin içinde kendini ifade edebileceği biçimlerin hiçbirini yakalayamaz. Dolayısıyla bir olgu hakkında yazdığınızda o müziği yaratmanız gerekir.”
***
Ogden’ın en kısa yoldan tanıtımı okumayı ve yazmayı çok sevdiğini söylemek olurdu. Bu bana neredeyse rahatsız edici basitlikteki bir tarif gibi geliyor ama yine de durumu anlatmaya tam olarak yetiyor.
Ogden analitik yazarlığının ilk yıllarında İngiliz psikanalitik düşüncesini tanıtan yazılar yazmıştı. Daha sonra psikanalizde “nesne ilişkileri kuramı” diye bilinen kuramın temel kavramları hakkında makaleler kaleme almıştı. Sonraları yavaş yavaş bugün için tümüyle kendine özgü denebilecek bir yazış tarzı tutturmaya başladı. Okurken başkalarına katkıda bulunmakta ve yazarken başkalarından katkı almakta öyle cesur davranmıştı ki metinlerinde yazarla okur arasındaki sınırların silindiği, fikrin kime ait olduğunun belirsizleştiği durumlar ortaya çıkıyordu. Bu nedenle başka yazarlarca “katkının kime ait olduğunu belirtmek konusundaki akademik nezaketi” pek önemsememekle suçlandığı oldu.
Ogden günümüz psikanalizinin önemli konularının çoğunu kapsayan geniş bir alanda yazılar yazdıysa da zamanla bazı temaları sık sık tekrarladığı, bazı konuları değişik çalışmalarda yeni açılardan bir daha ele aldığı fark edilir olmaya başladı. Düşlemleme (reverie), Ogden’ın üzerinde düşünmeyi ve yazmayı sevdiği konulardandır. Doğrusu, bazı kitaplarının okuması en zevkli ve en ilham verici bölümlerini düşlemlemeyi (özellikle kendi yaşantısı üzerinden örneklendirerek) anlattığı kısımların oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz. Analiz seansında her iki kişinin de düşlemlemeyi hakkıyla yapabilmek için bir özel alana ihtiyaçları olduğu fikrinden hareketle tanımladığı “mahremiyet” de onun önem verdiği kavramlardandır. Ogden, Debussy’nin “müzik notalar arasındaki boşluktur” şeklindeki görüşüne benzer bir cümlenin analiz için de kurulabileceğini öne sürer: “Analitik diyaloğu oluşturan konuşulmuş sözcüklerin arasında analist ve analizanın düşlemlemeleri vardır. Psikanalizin müziğini bulabileceğiniz yer de düşlemlemelerin karşılıklı etkileşiminin işgal ettiği işte bu boşluktur.”
Şu Psikanaliz Sanatı, Ogden’ın kendine özgü düşünsel dünyasını, kendi psikanaliz uygulaması ve tarzını iyice geliştirdiği bir dönemde ortaya çıkmıştır. Ogden bu kitabın (adını da oluşturan) ilk bölümü için “Yazmaktan en çok gurur duyduğum yazılardan birisi” demiştir.
Ogden’ın kitapları yazının kaynakça bölümünde görülebilir. Yazarlık süreci boyunca giderek daha sade, daha anlaşılır ama aynı zamanda daha güzel ve etkili bir biçimde yazmıştır. Örneğin son kitabı “Yaşanmamış Hayatı Geri İstemek” kitabında aslında yeni bir şey söylemekten ziyade eskiden beri söyleye geldiklerini daha güzel ve daha etkili söylüyor gibidir. Ogden artık bir hastası ona “Siz hiç yorum yapmıyorsunuz, yalnızca konuşuyorsunuz benimle” dediğinde bunu iltifat olarak kabul edeceğini söylerken olduğu gibi yalınlık istemektedir.
***
Şimdi Şu Psikanaliz Sanatı kitabının Türkçede yayınlanmasıyla ilgili öyküyü anlatayım. Düşlemleme ve Yorum’dan sonra Şu Psikanaliz Sanatı Ogden’ın okuduğum ikinci kitabıydı. Aslında Ogden’ın kitaplarının hemen tamamı o sıralarda yazdığı makalelerin bir araya getirilmesi ve bazen bu derlemeye yeni bir iki bölümün ilave edilmesiyle (bu da genellikle kitabın ilk bölümüydü) oluşturuluyordu. Anladığıma göre kitapları bu şekilde hazırlamasının pratik bir gerekçesi de vardı. Ogden bir dönem boyunca belirli bir konu etrafında düşünüp yazıyordu ve dolayısıyla o döneme ait makaleler kendi içlerinde tutarlı bir bütünlük oluşturuyordu.
Okumayı da yazmayı da çok sevdiğini her kitabında hem söylüyor hem de hissettiriyordu. Ayrıca edebiyata özel bir düşkünlüğü vardı. Kafka, Borges, Frost gibi yazar ve şairlerden sıklıkla söz ediyordu. Bütün bunlar Ogden’a ilgimi iyice artırmıştı.
“Yaratıcı Okumalar” kitabından sonra elimde okunacak başka Ogden kitabı kalmamıştı. Yalnızca Ogden’ın oğlu Benjamin Ogden ile birlikte yazdığı “Analistin Kulağı ve Eleştirmenin Gözü: Psikanaliz ve Edebiyatı Yeniden Düşünmek” kitabını edinebilirdim. Ama bu kitap da her ikisinin birer makalesinin yer aldığı 50-60 sayfalık bir bölüm ve eski makalelerinden oluşan bir ek bölümden oluşan toplam doksan sayfalık küçük bir kitaptı ve deyim yerindeyse dişimin kovuğunu bile doldurmamıştı. Bundan sonra aradan belki bir yıl ya da daha uzun bir süre geçti ve bir gün bir internet sayfasında tesadüfen Ogden’ın Dışarıda Kalan Parçalar adındaki romanının tanıtımına rastladım. (Aslında tesadüf değil, sizin daha önce ilgilendiğiniz konu ve yazarların tanıtımları internet sayfalarındaki reklamlarda öncelikli olarak karşınıza çıkıyor). Acaba “bizim” Ogden mıdır diye bir baktım, evet oydu. Demek sonunda roman yazmaya karar vermiş ve yazmıştı. Malum, günümüzde çoğu kitabın bir bölümü google’ın kitaplar sitesinde okunabiliyor. Hemen bir göz attım. Yıllanmış bir psikanalistin nasıl bir roman yazabileceğini çok merak etmiştim. Romanın üslubu beklediğim gibi değildi, örneğin anlatım fazlaca derli topluydu. Karakterlerin iç dünyaları “içeriden” gösterilmiyordu. Bilinç akışı ya da benzeri teknikler kullanılmıyor, bunun yerine karakterlerin ilişkileri, içinde bulundukları koşullar ve ortaya çıkan olaylar tasvir ediliyor, gerisi okuyucuya bırakılıyordu. Bunları biraz şaşırarak ve sanırım biraz da rahatsızlık duyarak fark ediyordum. Ama yine de merakım galebe çaldı ve okumaya devam edebilmek için romanı satın aldım. O sırada elektronik kitap okuma cihazını da yeni almıştım ve kitabın bir anda cihazda belirmesi bana mucize gibi gelmişti. Sanki kitap cini okuma cihazının içinden fırlayıp bana “lebbeyk sultanım” demişçesine heyecanlanmıştım. Ama kitabın içeriği okumayı güçleştiren bir ağırlık içeriyordu. Çünkü roman kahramanlarının kötü kaderlerinin yarattığı sıkıntı hissi kitap ilerledikçe daha da kesif hâle geliyordu.
Nedense psikanalitik kitaplarını okurken hiç öyle bir istek duymadığım ve öyle bir fikir de aklıma gelmediği hâlde ertesi gün bu romanı okuduktan hemen sonra IPA’nın (International Psychoanalytic Association/Uluslararası Psikanaliz Birliği) isim listesinden email adresini alarak Ogden’a bir email yazdım. Kendimi tanıtarak onun okumak ve yazmakla ilgili hissiyatını ve tutumunu sevdiğimden söz ettim. Psikanalizin ve edebiyatın kendi zihinsel dünyamda nasıl bir yer tuttuğunu anlattım. Kitaplarını okuduğumu ve çok yararlandığımı belirttikten sonra son çıkan kitabı olan Dışarıda Kalan Parçalar romanı hakkındaki görüşlerimi de ilave ettim.
Ogden kırk yıldır analitik yazılar yazıyor olabilirdi. Ama taze bir edebiyatçı olarak yeni çıkan romanıyla ilgili değerlendirmelere daha çok önem veriyor gibiydi. Analitik yazılarıyla ilgili yorumlarıma ilişkin pek bir şey dememiş, ama Parçalar’ı okumuş ve hakkında bir şeyler yazmış olmamdan pek memnun olmuştu. Daha fazlasını da yazabilir miyim diye soruyordu. Edebiyattan konuşmak benim için de evlaydı. O sıralar her gece yatmadan önce Borges’ten bir öykü okuma âdeti geliştirmiştim. Elimde onun kitabında bahsettiği “Bellek Funes” öyküsünün üç farklı İngilizce çevirisi vardı. Ogden’a metin çözümlemesinin çeviriye bağlı olarak nasıl değişebileceği hakkında bir şeyler yazdım. Ogden’ın analitik olsun edebi olsun bir metni okurken adeta o metnin (yeniden) yazımına katılması onu okumanın en zevkli olduğu yerlerdendir. Ben de onun yaptığına benzer biçimde bir şeyler yazdım.
Ogden’ın ikinci romanı “Yerçekiminin ve Tesadüfün Elleri” 2016’da çıktı. Kitabın çıkacağı zamanı Ogden önceden haber verdiği için bu romanı da çıktığı gün okumaya başladım. İlk romanda annelik işlevlerini yerine getiremeyen Marta’nın oğluyla girdiği inanılmaz savaş her ikisinin de yıkımına yol açmıştı. Parmağını emmekten vazgeçemeyen Warren annesinin giderek artan yaptırım ve cezalarıyla bunalmış, ama aralarındaki mücadelenin bir kazananı olmamıştı. Baba Earl’ün oğlunu korumak isterken karısı Marta’yı öldürmesinin ardından aile yıkıma uğramış, romanın sonlarında da Warren canına kıymıştı. Böylelikle roman taşra hayatı, aile içindeki anlaşmazlıklar, annelik yapamayan bir anne, büyüyemeyen bir çocuk, karısını öldürüp katil olan bir baba, yalnız kalan çocuklar derken bir çocuğun trajik ölümüyle sonuçlanmıştı ve bu özellikleriyle aşırı dozda felaket içeren okuması zor bir roman gibiydi. Başka birisinin romanı olsaydı (genelde elime aldığım kitabı bitirmeye gayret etmeme karşın) okumayı bırakabilirdim.
“Yerçekimi ve Tesadüfün Elleri”nde de annelik işlevleri yetersiz bir anne vardı. Rose, ilk romandaki Marta kadar ağır ruhsal güçlüklerle boğuşuyor değilse de özellikle ana karakter Demian için iyi bir anne olamıyordu. Bu romanın bir yerinde bu kez okumayı durdurmak zorunda kaldım. Ana karakterlerden Catherine merdivenlerden düşmüştü, hastanede yoğun bakımda gözlerinden yaşlar, ağzından salyalar akıyorken ve durumu kritikken işlerin iyice sarpa saracağı hissiyle okumayı bıraktım ve Ogden’a bir “şikâyet” mektubu yazdım. Karakterlerin kaderi hep bu kadar kötü olmak zorunda mıydı? Anneler bu kadar anne olamayan anneler olmak zorunda mıydı? Çocuklar bu kadar travmatize olmak, sürekli felaketler ve kazalarla karşılaşmak zorunda mıydı? Ogden şikayetlerimi elinde olmadan gülümseyerek okuduğunu, kitabı bitirince tamamı hakkında bir değerlendirme yazmamı istediğini söyleyerek yanıt verdi. Bunu karakterlerin kaderlerinin bu defa o kadar da kötü olmayabileceğini ihsas eden ve okumaya devam etmemi isteyen bir yanıt olarak kabul ederek ertesi gün okumayı sürdürdüm. Catherine kısmi bir sakatlıkla da olsa hayatta kalıyordu. Ama romanın ilerleyen bölümlerinde iki örselenmiş çocuk, iki kardeş, Damien ve Catherine bir ensest ilişki içine giriyorlardı. Bu defa da okuması başka türlü zor bir konuydu. Uydurduğu Rocky oyunuyla belki de Damien’ın ruhsal anlamda hayatta kalmasını sağlayan ağabey Erin ileriki bölümlerde daha fazla ruhsal sorunu olan bir karaktere dönüşüyordu. Ensest ilişkiden söz ederken Ogden neredeyse tümüyle yansız denebilecek bir anlatım tutturuyor, okuru hiçbir şekilde yönlendirmeksizin, bir bakıma ona bu konuyu okumada yardımcı olmaksızın iki ana karakterin ilişkisini ayrıntılı olarak sunuyordu. Kitabı zorlanarak da olsa bitirdikten sonra romanla ilgili bir değerlendirme yazdım ve Ogden’a yolladım.
Bu iki romanın arasındaki dönemde Ogden’ın hiçbir kitabının Türkçede olmadığını göz önüne alarak bir kitabının yayınlanması fikrini Ogden’a danıştım. Yayımlanacak kitabın Şu Psikanaliz Sanatı olmasını istemiştim. Yine de (başka bir kitap seçerse diye biraz endişelenerek) seçimi kendisine bıraktım. Ama cevap beklediğim ve istediğim gibi geldi, Ogden’ın tercihi de tartışmasız olarak Şu Psikanaliz Sanatı’ndan yanaydı.
Türkçe baskıya Ogden’ı ve eserlerini tanıtan bir giriş yazısı yazdım. Kitaplarının tamamını kısaca da olsa tek tek tanıttım. Ancak kitabın basımı Ogden’a kitabın çevrilip basılacağını söylememden hayli uzun bir süre sonra gerçekleşebildi. Bundan dolayı kendimi ona karşı mahcup hissettim ve kitap çıktıktan sonra tanıtımı için elimden geldiğince bir şeyler yapmam gerektiği yolunda kendimi tembihledim. Ama basımında olduğu gibi tanıtımında da gecikmekten kaçınamadım.
Yazıyı tanıtım konusundaki beceri seviyemi örnekleyebilecek bir anekdotla bitirebilirim. Kitap çıktıktan sonra Ogden’a kitabın iki nüshasını postayla yolladım. Sonra da kendisinden elinde kitapla bir fotoğraf yollamasını bunu kitapla ilgili tanıtım yazısında kullanabileceğimi söyledim.
Benden isteseler yapmak istemeyeceğim, yapıldığını gördüğümde pek de beğenmediğim bir şeyi neden istediğimi sonradan hayli düşünmek zorunda kaldım, çünkü Ogden bana başka yerde görmediğim iki fotoğrafını yollayıp onları kullanabileceğimi söylemiş, ancak elinde kitapla fotoğraf çektirmenin biraz tuhaf görüneceğini düşündüğünü yazmıştı. Olayın komik tarafı beni güldürdü tabii, ama pazarlama stratejimin seviyesinin yarattığı utanç da sanırım bu yazının bu kadar gecikmesine yol açtı.
Kaynaklar
Freud, S. (1923). Two Encyclopaedia Articles, SE, XVIII, Londra: Hogarth Press.
Kohavi, N. (2017). How psychoanalyst Thomas Ogden found his true self in fiction. Eylül 13, 2017 tarihinde https://www.haaretz.com/life/books/.premium-1.780286 adresinden alınmıştır.
Ogden, T. (1974). A psychoanalytic psychotherapy of a patient with cerebral palsy: the relationship of aggression to self and body representations. International Journal of Psychoanalytic Psychotherapy, 5, 437-448.
Ogden, T. (1979). On projective identification. International Journal of Psycho-Analysis, 60, 357-373.
Ogden, T. (1991 [1982]). Projective Identification and Psychotherapeutic Technique. Northvale, New Jersey: Jason Aronson.
Ogden, T. (2004 [1986]). The Matrix of the Mind: Object Relations and the Psychoanalytic Dialogue. Lanham, Maryland: Jason Aronson.
Ogden, T. (1989). The Primitive Edge of Experience. Northvale, New Jersey: Jason Aronson.
Ogden, T. (1994). Subjects of Analysis. Northvale, New Jersey: Jason Aronson.
Ogden, T. (1997). Reverie and Interpretation. Sensing Something Humane. Northvale, New Jersey: Jason Aronson.
Ogden, T. (2005 [2001]). Conversations at the frontier of Dreaming. Londra ve New York: Karnac Books.
Ogden, T. (2003). What's true and whose idea was it? International Journal of Psycho-Analysis, 84, 593-606.
Ogden, T. (2005). This Art of Psychoanalysis. Londra ve New York: Routledge.
Ogden, T. (2009). Rediscovering Psychoanalysis. Thinking and Dreaming, Learning and Forgetting. Londra ve New York: Routledge.
Ogden, T. (2012). Creative Readings, Essays on Seminal Analytic Works. Londra ve New York: Routledge.
Ogden, B., Ogden, T. (2013). The Analyst's Ear and the Critic's Eye: Rethinking Psychoanalysis and Literature. Londra ve New York: Routledge.
Ogden, T. (2014). The Parts Left Out. Londra: Karnac Books.
Ogden, T. (2016). The Hands of Gravity and Chance. Londra: Karnac Books.
Ogden, T. (2016). Reclaiming Unlived Lives. Experiences in Psychoanalysis. London, New York: Routledge.
Spillius, E. (2011). A Brief Review of Projective Identification in American Psychoanalytic Literature. In: Spillius, E., O’Shaughnessy, E. (Eds) Projective Identification: The Fate of a Concept. London, New York: Routledge .