Hükûmet çerçevesi olan bir ‘politika varmış gibi’ ekonomide olan bitene çeşitli çevrelerden onay ve kabul arama çabalarına devam ederken, daha fazla biçimde bu politikasızlığı su yüzüne çıkarıyor; krizin ileriye dönük vahim çehresini daha da güçlendiriyor.
Bir taraftan hem finansal kesimi hem de şirketler kesimini ablukaya alarak düzenlemelerde olmayan kısıtlamaları ‘masa altı’ yöntemlerle hayata geçirmeye çalışan, hem de iş kesimi ve finansal kesimde uzmanları görüş alışverişi biçiminde vitrine çıkararak ‘onaylama’ arayan yönetimin itibar sağladığını söylemek çok zor. Tersine durumun vahametine birinci elden tanık olunuyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin cumartesi günü İstanbul’da “ekonomistlerle toplantı” adı altında 50 kişiye yakın uzman, piyasa analisti ve az sayıda ekonomistle bir araya geldiğini yazmıştım.
Bu toplantıda bizatihi Bakan Nebati’nin ağzından çıkan iki unsur, krizin geleceğe dönük çehresi için yön levhası niteliğinde.
Birincisi, Bakan Nebati yılsonuna kadar enflasyonun yüzde 30’un altına düşmeyeceği öngörüsünü paylaşıyor.
İkincisi de Merkez Bankası’nın politika faizini önemsizleştirdiklerini, devre dışı bıraktıklarını vurguluyor. Öyle ki “enflasyon oranının altında kredi kullanıyorsunuz, daha ne istiyorsunuz?” diyor. Devamında da daha önce ısrarla vurguladığını yineliyor: “Faiz artışını unutun”.
İşte bu iki unsurun; yılsonunda öngörülen enflasyon oranının yarısı kadar bir faiz oranının cari kalacağının altını çiziyor.
Peki faizi kim belirliyordu? Merkez Bankası. Artık ‘mış gibi yapmayı’ bırakmış hükûmet. Faizi siyasi iradenin belirlediğini de tescil etmiş oldu bu sözlerle.
Peki halka ve şirketler kesimine vaat edilen ne? Siyasi taahhütle, bu kadar yüksek bir negatif reel faizle; TL varlıkları olanlar, milli parayı tasarruf hesaplarında tutan kaybedecek.
Mevcut koşullarda, bankaların TL mevduat müşterilerine uyguladığı ve en yüksek teklif ettikleri faiz oranı yıllık yüzde 20’yi geçmiyor. Net ödenen ise yüzde 19’a geliyor. Bakanın bizzat kendisinin altını çizdiği yılsonu enflasyon oranı yüzde 30. Bakan, faizlerin yükselmeyeceğini söylüyor; böylece vatandaşa taahhüt edilen tek bir şey var o da yüzde 8.5’luk bir reel kayıp. Bu da Bakan Nebati’nin iyimser enflasyon tahminine göre. Yüzde 40’la ya da yüzde 50 ile sonlanması halinde yüzde 15 ya da yüzde 20’lik reel erime demek.
Bakan Nebati enflasyonun altında faiz oranı ile kredi kullanımının “Cumhuriyet tarihinde bir ilk” olup olmadığını araştırttığını anlatırken; negatif reel faiz taahhüdü ile bugünün tarihine, ulusal parasına erime taahhüdü veren ilk hükûmet olarak kayda geçiyordu.
Yani vatandaş ya da şirketler mali varlıklarını TL’de tuttukları sürece enflasyona karşı koruma olanakları yok. Tersine enflasyona karşı eriyeceği bugünden belli.
İşin vahim tarafı, böyle bir zorlamanın bizatihi enflasyonu daha da yüksek bir patikaya çekeceğine hiç şüphe olmamasında.
Yasasında fiyat istikrarını sağlama görevi olan Merkez Bankası’nın işlevlerinin önemsizleştiği, devre dışı kaldığının ilan edilmesi, mevcut fiili durumun da tescili oldu.
Yasal görev patikasından uzaklaştırılan para politikasına ilave olarak, kredi ve maliye politikasında da gevşetici yönde çabalar dikkati çekiyor.
Bakan Nebati göreve gelir gelmez dikkatimi çeken bir gelişme de Hazine’nin TL mevduat hesabından oldukça yüklü bir tutarın piyasaya pompalanması oldu.
Lütfi Elvan döneminde muhtemelen tedbirlilik saiki ile oldukça yüksek bir bakiye olan 160 milyar TL gibi bir seviyede tutulan Hazine TL mevduatı, Bakan Nebati’nin göreve gelmesiyle hızla eritildi; 30 milyar TL seviyesine geriledi.
Berat Albayrak döneminde de benzer biçimde piyasaya TL enjekte edip TL borçlanmayı azaltan, yerine de döviz ve altın borçlanmasına yüklenen bir Hazine yönetimi sergilenmişti. Bu politikaya yeniden yol veriliyor.
Ayrıca bir gecede Merkez Bankası’na yazdırılan 60 milyar kâr ile Hazine’nin kasasına şubat başında bu tutar girecek. Bu da muhtemelen piyasaya sürülecek.
Diğer taraftan, açıklamalara da bakıldığında, 50 milyar TL’yi aşan bir miktarda sermaye enjeksiyonu ile kamu bankalarının kredi pompalama işlevine sektör içindeki payını yükseltecek biçimde yeniden dönecekleri, Kredi Garanti Fonu kanalından yeniden kredi kanalının canlandırılacağı da dikkat çekiyor.
2020’deki zorlama politikasının da etkisiyle tanık olunan kredi patlamasının sonuçları ortada. Döviz ve altın talebini patlatan, bunun sonucu olarak ortaya çıkan kur artışına da rezerv eriterek engel olma çabası işe yaramamıştı.
Şimdi aynı yola tekrar girilirken, 2 şey yok; birincisi döviz talebine set çekecek bir TL faizi yok, satacak döviz rezervi yok.
Tersine döviz talebini destekleyen yüksek bir negatif reel faiz var. Üstüne bir de genişletici bir para ve kredi zorlaması kurlara ve enflasyona ‘tüyü’ dikecektir.
Daha bitmedi; asıl hikâyeyi daha farklı ve ‘uç’ bir boyuta çekecek yer ise bütçe harcamalarında bugünden görünen açılma olacak.
Bütçeden çeşitli kesimlere yapılan transferler büyüyor. Yanlış politikalarla kur ve enflasyon patlatıldıktan sonra, her kesime transfer çabası bütçedeki açığı büyütecek.
En belirgin örnek, doğalgaz sübvansiyonu. Öyle görünüyor ki 2021’in son aylarına bırakılan bu transfer 60 milyar TL’yi buldu. Uluslararası piyasalarda enerji fiyatları yükseldi yükselmesine ama içeride fiyatlara fazla yansıtılmadan sübvansiyon devam etti. Ancak bu bedelin TL karşılığı ise yanlış politikalarla patlatılan kurla daha da büyüdü. Muhtemelen 2022’de de benzer bir tablo devam edecek.
Kamuoyu anketlerinde müttefiki ile yüzde 40’lar seviyesinde görünen iktidarın seçimler ufukta görünmüşken, bütçenin transfer harcamalarını arttırma eğiliminde olacağına hiç şüphe yok.
Hem kurlara hem de piyasa faizlerine yukarı yönlü oldukça büyük bir baskı yaratacak bir patika bu. İktidarın yararına olacak mı peki? Hiç sanmam.
Ancak iktidar açısından, tüm bu enflasyonu ve ekonomideki dengeleri daha da bozacak ölçüde riskli politikaların, ‘iktidarı kaybetmemek için ödenmeye değer bir bedel’ olarak görüleceği de çok açık.