80'li yılların ortasına yaklaşırken Mülkiye'de Bilsay Kuruç'un "Türkiye Ekonomisi" dersinin final sınavındayız; yanlış hatırlamıyorsam 70 puanlık tek bir soru, kalan 30 puanlık dilimde de küçük küçük 5'er puanlık sorularla da diğer bilgilerimiz ölçülmek isteniyordu.
O küçük 5 puanlık sorulardan biri de "Paul Volcker kimdir?" idi.
Paul Volcker adını ilk kez o sınav kağıdında görmüştüm. Beklenen de bir iktisat öğrencisinin dünyada ne olup bittiğini izleyip izlemediğini ölçmek olmalıydı.
70 puanlık soru ile tüm yıl boyunca dersi izlememiş, okumaları yapmamışsanız; Türkiye'nin ödemeler dengesinden enflasyonuna, büyümesinden işsizliğine, yatırımlarından verimliliğine vakıf olamamışsanız bunları özetleyecek bir toparlama yazamayacaktınız.
Paul Volcker 1979-1987 arası ABD Merkez Bankası Fed'in başkanı idi.
Paul Volcker 2008 krizi sonrasında da yeniden sahne aldı. Obama yönetiminde krizden çıkış için katkı verdi. ABD'de ticari bankaların yatırım bankacılığı alanında bazı mali yatırımlar yapamamaları ve fon kullanamamalarına dair kuralları Volcker önerdi ve buna "Volcker kuralı" denildi.
Yıl 2022; ABD'de ve dünyada ekonomi çevreleri "Paul Volcker anı"nı konuşuyor.
1973'teki enerji krizi sırasında enflasyon 1974'te yüzde 12'ye kadar tırmanıp 1976'da yüzde 5'e gerileyen ABD'de, 1979'daki ikinci enerji krizi sırasında Mart 1980'de yüzde 14.6'ya kadar çıkmıştı.
Paul Volcker, Ağustos 1979'da göreve geldiğinde enflasyon yüzde 12'lere çıkmış halde. Volcker, Fed'in politika faizi olan Fed Funds oranını 10 puanlık artışla 1981'e gelindiğinde yüzde 19'a kadar yükseltmişti. Enflasyon 'ezilirken' durgunluğa giren ABD ekonomisinde işsizlik oranı da yüzde 5-7.5 bandından 1983'te yüzde 10'lara fırlamıştı. Ağustos 1983'e gelindiğinde enflasyon yüzde 2.4'e kadar gerilemişti.
'Enflasyonu ezmek' tanımı yapılacaksa Volcker bu konuda efsane olmuştur; eleştirildi, protesto edildi.
ABD'nin eski Hazine Bakanı iktisatçı Lawrence Summers ve iki iktisatçı, Marijn A. Bolhuis ve Judd N. L. Cramer haziran başında yayımladıkları makalede, ABD'deki bugünkü enflasyonun 1980'lerdeki enflasyona yakın seyrettiğini savunarak, Volcker tarzı bir ölçekte parasal sıkılaştırmanın gerekeceğini savundular. Ekonomistler makalelerinde, bugünün harcama kalıplarını uygulayarak 80'lerdeki tarihsel enflasyon serileri yeniden hesaplamak suretiyle bu kanıya varmışlar.
Bu hesaplama ile o günlerde yüzde 13.6 olarak hesaplanan çekirdek enflasyonun aslında yüzde 9.1 olduğunu bulmuşlar. Bugünkü çekirdek enflasyonun da yüzde 6.2 oranında olduğu hesaba katılırsa bugün de benzer bir agresif sıkılaştırmaya ihtiyaç olduğunu vurguluyorlar.
Eski Fed Başkanı ve bugünün ABD Hazine Bakanı olan Janet Yellen ise bir süre önce resmi söylemde ifade edilen "enflasyonun geçici olduğu" vurgusunun hatalı olduğunu ve yüzde 8'lik bir enflasyonun kabule edilemez olduğunu söylüyor.
Fed'in faiz patikasına dair tahminlerde ise yüzde 2.50 seviyesi öngörülüyordu. Oysa 'nötr seviyeye getirme' söylemine bakılırsa yüzde 4'lere çekilmesi gerekiyor. "Volcker anı" ise çok daha yukarıda bir seviye demek.
Özetle, ABD'de enflasyon toplumsal ve siyasi gündemin ana konusu ve giderek daha sert bir sıkılaşmanın yolda olduğu açık. Bugün "uç örnek" gibi görülen "Volcker anı" hiç de uzak olmayabilir.
İşte bu tabloda Türkiye, "kör gözüm parmağına" rotasında ilerliyor.
Ekonomide kararları belirleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, "uluslararası kuruluş başkanlarının bile açıkça enflasyonla ve faizle ilgili ezberlerin bozulması gerektiğini söylediğini" anlatırken bu ülkelerin enflasyonu yıllarca yüzde 2'nin etrafındaki bir bantta tuttuklarını, şimdi de kararlı biçimde faizleri arttırdıklarını, daha da fazlası ABD'de sıkılaşmanın dozu konusunda yukarıdaki gündemi bile görmezden geliyor.
Resmi kayıtlarda yüzde 80'e, oda ölçümlerinde yüzde 90'a, akademisyenlerin kurduğu platformda yüzde 160'a ulaşan bir enflasyon fotoğrafında, "enflasyonun yorularak düşeceği" gibi bir sunum yapılıyor Ankara'dan halka…
Üç haneli bir enflasyona koşarken, faizleri yüzde 14'te tutarak piyasaya bankacılık kanalından devasa boyutta TL pompalayan bir mekanizmanın karşılaşacağı ne varsa hepsi oluyor; döviz talebi ve kur yükseliyor, borçla alınmış rezervler bile eriyor.
Kimi iyimser analistler bile belli aşamada faiz artışının devreye girebileceği ve bu devalüasyon-enflasyon sarmalının bir noktada duraklatılabileceğini düşünürken, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu 'hayalleri' de yer bir etti; "Kimse bizden şunu beklemesin, bu iktidar faizi artırmayacaktır, tam aksine biz faizi düşürmeye devam edeceğiz".
Sadece bu açıklama TL'de dolar karşısında 50 kuruşa mâl oldu. Hani o "muhteşem kur korumalı mevduat mekanizmasının' bütçe maliyetini de 30 milyar TL yukarı attı. Şimdiden KKM'nin 6 aylık maliyeti 150 milyar TL'yi geçmiş görünüyor.
Kavurucu bir enflasyonla geçinme zorluğunu sert biçimde yaşayan halk yoksullaşırken, orta sınıf hızla erirken bu ev yapımı uydurma ekonomi politikasını sürdürmek "battı balık yan giderden" ötesi değildir.
Ne Cumhurbaşkanı Erdoğan bu hayata geçirdiği "faiz sebep enflasyon netice" iddiasından geri dönecek görünüyor ne de kabinesi ve yakın halkası kendisine bunu terk etme tavsiyesinde bulunabilecek cesarette.
Ekonomideki tüm rezerv alanlarını tüketen iktidar, Ankara siyasetinde egemen olan Demirel'in o meşhur mottosu, "siyasette 24 saat çok uzun bir süredir" bakışı ile çaresizce, sandığa kalan sürede kurtarıcı bir mucize bekliyor.
Ne yazık ki Türkiye ekonomisinde siyasetçinin 'topu çevirebileceği' olabildiğince esnek tüm oynama alanlarında sona yaklaşıldı. Var olan bütçe gibi alanlarda da zaten KKM gibi politika hataları ile yaratılan 'rezervasyonlarla' alan daraltıldı.
Yanlış politikaların sonuçlarını da yanlış araçlarla durdurma çabaları, işleri iyileştirmiyor, tersine "bataklıkta çırpınmak" gibi dibe çekiyor. Nedenleri değil sonuçları kısıtlamak, yasaklamak sorunu çözmüyor.
Türkiye 2018'de girdiği başkanlık rejimi ile kendi ekonomisini de hukukunu da özgürlüklerini de dibe çekti.
Ancak potansiyel iyi olan tarafı şu; yurttaşların sandıkta bunu değiştirme olasılığı çok güçlü.