Enerji, petrolden çok doğal gaz nedeniyle jeostratejik bir sektör haline geldi. İmalat sanayinde makineleri çalıştıran petrol değil, doğal gaz ve doğal gazdan üretilen elektriktir.
Avrupa, dünyanın en büyük enerji pazarı, Rusya da Avrupa’nın en büyük enerji tedarikçisidir. Avrupa, tükettiği doğal gazın üçte birini Rusya’dan ithal ediyor. ABD, Avrupa’nın Rusya’ya bağımlığından ve bu büyük piyasada aslan payını Rusya’nın alıyor olmasından rahatsızdır. Tabloyu değiştirmek istiyor.
Değişimin üç dinamiği var: Avrupa’nın enerji tedarik güvenliği sorununu çözme tercihlerinde stratejik alternatifler oluşturmak, Rusya’yı ve dünyayı dolarsızlaştırma çabalarını etkisiz hale getirmek ve ABD’nin Avrupa pazarındaki payını artırmak.
Avrupa’ya giden Rus doğal gazının önemli bir kısmı Ukrayna üzerinden geçiyor. Bu anlamda Ukrayna sorunu ile Suriye sorununun kaynağı aynıdır. İkisinde de Avrupa’nın enerji güvenliği sorunu vardır; ikisinde de ABD’nin amacı, Rusya’nın Avrupa doğal gaz piyasasındaki payını azaltmak, Rusya’nınkiyse artırmaktır.
Dünya doğal gaz arzının yaklaşık yüzde 15’ni üreten Gazprom, dünyanın en büyük doğal gaz tedarikçisidir. Rusya doğal gaz rezervlerinin yüzde 70’i Gazprom’un kontrolündedir. Şirket, Rusya doğal gazının yüzde 78’ini ve Rusya elektriğinin yüzde 17’sini üretir.
Altını çizelim: Almanya Gazprom’un en büyük müşterisidir. İmalat sanayine dayalı ihracatla büyüyen Alman ekonomisi için doğal gaz ve önemli bir kısmı doğal gazla üretilen elektrik enerjisinin ne kadar hayati olduğu malumdur.
Türkiye, Gazprom’un Almanya’dan sonraki en büyük doğal gaz müşterisidir.
Türkiye, doğal gaz ihtiyacının yüzde 57’sini Rusya’dan, yüzde 20’sini İran’dan, yüzde 10’unu Azerbaycan’dan, yüzde 8’ini Cezayir’den, yüzde 2’sini Nijerya’dan ve yüzde 3’ünü de diğer ülkelerden tedarik ediyor.
Türkiye’nin enerji güvenliği yapılanması yüzde 77 oranında Rusya ve İran’a bağımlıdır.
Türkiye bu bağımlılığı azaltmak amacıyla, Suriye’nin bu duruma düşmesine neden olan Katar-Suudi Arabistan-Ürdün-Suriye-Türkiye doğal gazı hattından yana tercihini yapmıştır. Bu amaçla İran-Irak-Suriye hattına karşı çıkmış ve ikna edemeyince Esad’ı devirmek isteyen ittifak içinde yer almıştır.
Esad’ı devirme planının üzerinden 4 yıl geçti. Rejim değişikliği üzerine kurulu Katar doğal gazını Avrupa’ya ulaştırma planı çalışmadı. Durumu artık Batı da kabul etti. Üzerine, Suriye halkı için çok dramatik sonuçları olan ve Batı’nın ikiyüzlü tavrına muhatap, insani değerler bakımından Batı’nın içeriden de dışarıdan da sorgulandığı, dünyanın en büyük ikinci mülteci sorunu yaşandı!
Hazır konu açılmışken AB’yi harekete geçiren ve bir anlamda dönüm noktası olan mülteci sorunu üzerinde biraz daha duralım: 23 Ağustos günkü “G20 Türkiye gündemini de işgal edecek yüzyılımızın en önemli sorunu ne olabilir?” başlıklı yazımızda şu tespiti yapmıştık:
“Doğrusu, bir insanlık dramı haline gelen meseleyle ilgili tartışmalar çok ilginç noktalara uzanmaya başladı. Kitlesel göç, artık Batı medeniyetini sona erdirebilecek bir tehdit olarak algılanıyor.
Avrupa ve ABD bu kadar göçü absorbe etme kapasitesine sahip mi? Avrupa ve ABD içinde göç karşıtı sağ partilerin yükselişe geçmesi ne tür tehlikeler yaratacak? Olası etnik ve ırk çatışmaları tehlikesi nasıl bertaraf edilecek? Demokratik değerlerden taviz vermeden bu mesele nasıl çözülecek? AB içinde bazı ülkelerce, üye ülke vatandaşlarının serbest dolaşımı dahi sorun olarak görülüyorken, yasa dışı göç AB rüyasının sonunu getirebilir mi?”
AB üyesi ülkeler arasında Suriye meselesi öncesinde de “göçmen sorunu” vardı. Misal: Kuzey Afrika’dan göç dalgası durdurulamıyordu. Fransa’dan İngiltere’ye Manş denizindeki “Eurotunnel” yoluyla yasa dışı göç, iki ülke arasında ciddi sorunlara yol açmıştı. Ancak Suriyeli mültecilerle yasa dışı göç sorunu zirve yaptı ve mesele Batı değerlerine tehdit olarak algılandı.
Mülteci sorunu parantezini kapatalım ve AB-Gazprom çekişmesiyle ilgili önemli bir ayrıntıyla devam edelim.
Başta Almanya olmak üzere AB ülkelerinin doğal gaz bağımlığı ortadayken ve hakkında yüklü bir para cezasıyla sonuçlanacak bir anti-tröst davası varken, Gazprom’un eli kolu bağlı bir şekilde gelişmeleri izlemesi beklenemezdi. Malum, birinci önceliği Ukrayna’yı bypass etmek olan Rusya AB’ye başta Güney Akım Projesini önermişti. AB Ukrayna’nın tamamen devre dışı kalmasını istemedi. ABD, Nabucco’yu gündeme getirdi. Güney Akım Projesi gündemden düştü. İran, İslam Boru Hattı’nı önerdi. ABD, Katar – Türkiye Hattı’nı gündeme getirdi. Suriye karıştı. Rusya, yine Ukrayna’yı bypass edecek bir başka öneriyle AB’ye geldi ve Türk Akımı önerdi. AB içinden bazı ülkeler bu projeye de karşı çıktı. ABD bu kez TANAP-TAP’ı gündeme getirdi. AB Türk Akım’a da karşı çıkıp, anti-tröst mevzuatına dayalı cezalarla tehdit dozunu artırınca Rusya, Avrupa’yı doğal gaz vanalarını kapatmakla tehdit etti. Sonrası çok daha ilginç:
9 Haziran 2015 tarihli bir Reuters haberine göre Gazprom CEO yardımcısı Alexander Medvedev, Avrupa’ya olan doğal gaz sevkiyatında geçiş güzergâhı olan Ukrayna’yı 2019 yılından sonra tamamen devre dışı bırakacaklarını ve Avrupa’nın yeni bir hat güzergâhı için elini çabuk tutmasını önerdi!
AB içinde bazı ülkeler TANAP-TAP’dan yana tavır alıp, bazıları alternatif seçeneklere kapıyı açık bırakınca Rusya, Türk Akımı tek taraflı olarak askıya alıp, Almanya’nın da desteğiyle Kuzey Akım Projesi’yle aynı güzergâhtan geçmek üzere, 1.224 kilometrelik Kuzey Akım-2 (Nord Straem-2) adlı bir başka projeyi gündeme getirdi.
Bu projenin çok önemli olduğunu, altını çizerek vurgulayalım ve proje hakkında biraz bilgi verelim: Kuzey Akım – 2 projesi 4 Eylül 2015 tarihinden Gazprom ile beş uluslararası enerji şirketi arasında imzalanan bir ortaklık anlaşmasıyla gündeme geldi. Projenin amacı, Rusya doğal gazını, Ukrayna’yı bypass ederek, Baltık denizi üzerinden Almanya’ya ulaştırmak.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Gazprom ile Ukrayna arasında gaz transit anlaşması 2019 yılında sona erecek. Bu tarihten itibaren Ukrayna yılda 2 milyar dolar gelirden olacak. AB de Ukrayna üzerinden geçen hatlardan doğal gaz ithal edemeyecek.
Şu noktanın altını çizelim: Rusya, Avrupa pazarına doğal gaz ihracatında Ukrayna’yı bypass etmek istediği için Türkiye ile çok iyi ilişkiler geliştirmek istedi. Putin’in Türkiye sevdası, Gazprom’un en büyük ikinci müşterisi olmamızdan ve bu ilişkiye dayanarak bizi Ukrayna’nın alternatifi olarak görmesindendir.
Devam edelim: Kuzey Akım-2 gerçekleşirse Rusya-Almanya arasında enerji sektöründe çok ciddi bir stratejik ortaklık tesis edilmiş olacak. Bu ortaklığın, işin tabiatı gereği finans sektörü ve dış politika sonuçları da olacak. Rusya’ya yönelik yaptırımlardan en fazla Almanya ekonomisinin zarar gördüğünü hatırlatmaya gerek yok zannediyorum.
Projeyi, New European Pipeline AG. Adlı yeni bir şirket inşa edecek. Merkezi İsviçre’de (Zug) olan bu şirketin yüzde 51 hissesi Gazprom’a, yüzde 10’ar hissesi E.ON (Almanya), BASF SE/ Wintershall Holding Company (Almanya), Shell (Hollanda) ve OMV’ye (Avusturya) ait olacak. Yüzde 9 hisse de ENGIE’nin (Fransa) olacak. Hattın güzergâhı aşağıdaki haritada olduğu gibidir:
Kuzey Akım-2 projesinin neden çok önemli bir hamle olduğunu Avrupa’nın enerji güvenliği sorunu üzerinde biraz daha ayrıntı vererek pekiştirelim: AB, tek kaynaktan tedariki, aynı güzergâhı ve tek hattı, muhtelif nedenlerle riskli buluyor. Rusya’nın istediği zaman vanayı kapatabilecek olması, AB için büyük bir sorun. Rusya daha önce defalarca vana kapattı ve bu durumun özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde hem halkın gündelik yaşamı, hem de ekonomik faaliyetleri üzerinde çok kötü sonuçları oldu.
SSCB döneminde Sovyetler kontrolünde olan doğu Avrupa ülkelerinin AB’ye kabul edilmiş olması ve artık Doğu Bloku diye bir şeyin kalmamış olması, durumu değiştirmiyor. Almanya dâhil birçok Avrupa ülkesi, halen doğal gazda Rusya’ya bağımlı halde.
Gazprom, özellikle Orta ve Doğu Avrupa’da halen dominant doğal gaz tedarikçisi durumunda. Çoğu ülkede pazar payı yüzde 50’nin üzerinde, hatta bazı ülkelerde yüzde 100.
AB, doğal gaz boru hatlarının aynı güzergâhtan geçmesini de bir tedarik güvenliği sorunu olarak görüyor. Misal iç savaş yaşanan Ukrayna.
AB için doğal gazın önemli bir kısmının tek boru hattından akması da tedarik sürekliliği bakımından bir güvenlik sorunu.
Yeri gelmişken altını çizelim: İran’a yönelik yaptırımların kaldırılmasının arkasında Avrupa’nın enerji güvenliği sorunu vardır ve Katar – Türkiye hattının hayata geçemeyeceğinin anlaşılması nedeniyle ABD ve AB, Rusya doğal gazı yerine İran doğal gazını satın almayı, tedarik ülkesi çeşitliliği bağlamında daha güvenli bulmuştur.
Dahası var: AB için Gazprom ciddi bir sorundur. Halen şirket hakkında devam eden bir anti – tröst davası vardır ve para cezasıyla sonuçlanacak davada şirkete, savunması için ek süre verilmiştir. AB, Gazprom’u üye ülkelerde, ülkelerin Rusya’yla doğal gazla alakalı olmayan ilişkilerindeki tavırlarına göre avantajlı ya da dezavantajlı fiyat uygulamakla suçluyor. AB Gazprom’u üye ülkeler arasında doğal gazının ikinci el satışını engelleyerek rekabet kurallarını engellemekle de suçluyor.
Yeri gelmişken şunu da not edelim: AB, Gazprom’un dava konusu aksiyonlarına önlem olmak üzere bir Enerji Birliği kurmak istiyor. Böyle bir birlik kurarak AB, enerji arzının kesilmemesini güvence altına almayı ve birlik üyesi ülkelere doğal gazın tek fiyattan satılmasını sağlamayı hedefliyor. Yani, ayrı ayrı pazarlık yaparak ayrı ayrı şartlarla satın almak yerine, tek elden ve yüksek alım gücüyle daha uygun koşullarla üye ülkelere, ihtiyaç planları çerçevesinde doğal gaz tedarik etmeyi planlıyor.
Bu noktada ABD’nin en büyük enerji piyasasından pay alma çabasını da irdelemekte fayda var. ABD, bir yandan Rusya’yı dizginlemeye ve zayıflatmaya çalışırken, diğer yandan AB’yi, küresel ısınma karşıtı standartlarını zayıflatmaya ve kendi şirketlerinin Kanada’da ürettiği karbon salınımı daha yüksek doğal gazı ve petrolü satın almaya zorluyor.
Malum ABD, dünyanın büyük kaya gazı ve kay petrolü üreticisi. Suudi Arabistan tarafından geçen yıl başlatılan “petrol savaşları” nedeniyle düşen petrol ve doğal gaz fiyatları, söz konusu sektörü sondaj kulesi kapatmaya zorlamakta. Çünkü kaya gazı ve kaya petrolü çıkarmanın maliyeti, konvansiyonel yöntemlere kıyasla çok daha yüksek. Dünya ekonomisinin 2008 krizinden çıkıp büyüme trendine gireceği beklentisiyle yüksek sermaye harcaması yapmış olan sektörün çıkardığı tahviller çöp düzeyine inmiş durumda. Sektörde işten çıkarmalar, nakit yaratamama ve temerrüt sorunu var. Sektör, bu anlamda Fed’in işini çok zorlaştırıyor. Bu nedenle Avrupa’ya kaya gazı ve kaya petrolü satmak, ABD ekonomisinin toparlanması ve Çin – Rusya kaynaklı, dünya ekonomisini dolarsızlaştırma hamlelerini zayıflatma bakımından çok önemli.
Suriye meselesi üzerinden, Batı’nın değişen enerji güvenliği stratejisiyle devam edelim.
Soru şu: Rusya neden Esad rejimini korumak için silaha sarıldı?
İsrail-ABD planı çalışmadı ve Batı Suriye’de Esad rejimini yakın bir gelecekte devirmenin kolay olmadığını net bir şekilde anladı. Katar-Suudi Arabistan-Ürdün-Türkiye hattı aracılığıyla Nabucco’yu fizibil hale getirmek için Suriye’de yaşananların AB’ye hem enerji güvenliği bakımından, hem de bunun dışında yüksek bir maliyeti olacağı anlaşıldı. Muhtemelen Almanya ve hayatın gerçekleri, ABD’yi Nabucco’yu Katar doğal gazıyla hayata geçirme planından vazgeçirdi. Bunun üzerine P5+1, İran’la yapılan nükleer müzakereleri anlaşmayla sonuçlandırma kararı aldı. Nabucco’nun alternatifi olarak TANAP-TAP projesi gündeme geldi. Bunun üzerine Rusya, AB’yi Ukrayna üzerinden sıkıştırdı ve 2019 yılından sonra bu ülkeden gaz sevk etmeyi tamamen kesme kararı aldı. Gazprom, en büyük müşterisi olan Almanya’nın da açık desteğiyle 25 Eylül 2015 günü beş uluslararası petrol ve doğal gaz dağıtım şirketiyle, var olan Kuzey Akım Projesi’yle aynı güzergâhtan geçmek üzere bir başka boru hattı döşeme anlaşması yaptı ve bu hata Kuzey Akım – 2 Projesi adını verdi. Bu gelişmeler ışığında Esad’ı devirmek artık Avrupa’nın enerji güvenliği bakımından önemini yitirdi. ABD, Türkiye’ye İncirlik Üssünü açtırdıktan, hatta üs içinde yaşayanlar için özel bir kasaba inşa edilmesine izin verdirdikten sonra Suriye’de strateji değiştirdi. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ittifakı Suriye’de IŞİD’i vuruyorken, işlevi sona eren IŞİD pasif döneme girmeye ve hatta yavaş yavaş Suriye’den çekilmeye başladı. ABD; Almanya’nın arabuluculuğuyla Rusya’nın Suriye’ye havadan, İran’sa (Hizbullah) karadan, IŞİD dâhil muhalefete karşı savaşarak Esad rejimini korumasına göz yumarak, hem sorunlu ve masraflı çekilme sürecinde işi Rusya’ya “taşere” ederek elini rahatlatmış oldu, hem de hava sahası ihlali gerekçesiyle Türkiye’yi, NATO üzerinden Rusya’ya karşı kışkırtarak, Batı’nın pek de hoşlanmadığı Türkiye – Rusya yakınlaşmasına (Moskova’da cami açılışını hatırlayın) bir anlamda son verip, ABD ve AB tarafına çekecek önemli bir hamle yapmış oldu.
Bu arada Rusya sadece Tartus’taki üssünü korumak ya da süper güç olduğunu göstermek için Suriye’de iç savaşa doğrudan müdahale etme kararı almadı. Şurası çok açık ki Rusya Esad’ı kendi çıkarları için korumak istiyor. Çıkar, bu kez de farklı değil, yine doğal gazla, ama bu kez Doğu Akdeniz’de ve epey ihtilaflı bir bölgede bulunan doğal gaz rezervleriyle ilgili.
Önceki yazımızda Akdeniz’in doğusunda Kıbrıs adası ile Suriye-Lübnan-İsrail-Filistin arasında kalan Levant bölgesindeki doğal gaz rezervlerinden söz etmiş ve haritasını vermiştik.
İsrail’in bu rezervlerin olduğu karasulara ulaşabilmesi için önündeki en büyük engel Gazze’dir. (Katar – Türkiye hattının Arap Hattı ile birleşecek olması nedeniyle bizim Filistin “aşkımızın” kaynağı da anlaşılmıştır umarım.) Kıbrıs adasında, birisi AB üyesi diğeri dünyanın tanımadığı, ancak Türkiye’nin himayesinde olan bir KKTC vardır. Yani, vaziyet sorunludur. Lübnan’da din ve mezhep çatışmaları ve Hizbullah sorunu vardır. Suriye’deki durumsa malumdur. İşte Esad rejimi bu durumu bilerek Levant havzasının kendi karasularına tekabül eden kısmını 2014 yılının Aralık ayında Rus Soyuz Neft’e 25 yıllığına kiraladı. Şirket bu havzada doğal gaz arayacak, geliştirecek ve üretecek. Söz konusu kiralama işlemiyle Rusya ilk kez Doğu Akdeniz doğal gaz endüstrisine adımını atmış oldu.
Aşağıdaki harita kiralanan havzayı göstermektedir:
Görebildiğimiz kadarıyla başlıca bu nedenlerle Rusya Esad’ı koruma üzere silaha sarıldı.
Soru şu: Peki, neden Türkiye’nin dış politikası yalpalıyor?
Şunu söyleyelim: Esad’la, Putin’le dostken düşman olmak; Rusya’nın kuzey komşumuzken güney komşumuz haline gelmesi; Şanghay Beşlisi’ne üyelik isterken ani bir hareketle AB’ye dönüp fasıllar açılmasını istemek; ABD’ye karşıymış gibi konuşup, İncirlik üssünü sonuna kadar açmak, vesaire, bunlar belki de ayrıntıdır. Yalpalama dememizin nedeni özetle şudur: Batı, daha çok Asya’ya giden ve acilen ihtiyaç duyulan Basra Körfezi doğal gaz kaynaklarını Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırarak Rusya’ya olan bağımlığını azaltmak istedi. Lehimize bir jeostratejik karar aldı. Bize güvenmek, boru hatlarını topraklarımızdan geçirmek istedi ve bir sürü konuda bize açıkça destek oldu. Biz bu isteği ve desteği ülke çıkarına doğru kullanamadık. Çünkü işin içine kibir girdi. Şahsi çıkarlar, yolsuzluk ve usulsüzlük girdi. Çapsız ve tecrübesiz iş adamlarıyla büyük işlere kalkışma girdi. Karşılıklı çıkara dayalı işbirliği tekliflerine, daha ne koparabilirim mantığıyla yaklaşıldı. Taraflar “birbirine kırdırılmaya” çalışıldı. Kürt meselesine ufuksuz bakıldı. Lehte konjonktür nedeniyle davet alınan “büyük güçler masasında” mezhep, din türü mevzuların konuşulmadığı; münhasıran gücün ve paranın konuşulduğu ve orada neden bulunulduğu unutuldu…