Yolsuzluk soruşturmalarının başladığı 17 Aralık sonrası 11 günde, BİSTde, TL olarak yüksek miktarlı kayıplar yaşandı. Aynı zamanda, faizler de önemli derecede yükseldi. Faizlerdeki artış, tahvil fiyatlarının düşmesiyle aynı anlama geldiği için, hissedarlar gibi tahvil yatırımcılarının da büyük boyutlu kayıpları oldu. Bu dönemde ayrıca, döviz değerleri de yükselmiş olduğu için (yani, TL’nin değerinde düşüş yaşandı), kendi para birimleri ile ifade edildiğinde, yabancı yatırımcıların menkul kıymetler piyasalarındaki kayıpları TL bazlı kayıplardan daha da büyük olarak gerçekleşti.
Bu verilerdeki değişimler diğer büyük gelişen ülkelerde de aynı yönde olmasına rağmen, Türkiye’ye oranla çok daha ılımlıydı. Fed’in tahvil alım azaltımının nitelik olarak etkisi tüm gelişen ülkeler için aynı olduğuna göre, Türkiye’de verilerindeki değişimlerin çok daha büyük boyutlu olması, Türkiye piyasalarında Fed politika değişikliğine ek olarak, ülkeye özgü ek olumsuz faktörlerin rol oynamış olduğuna işaret ediyor. Bence, Türkiye piyasalarındaki sert tepkilerin iki kaynağı var: 1. Gezi Parkı olayları nedeniyle zaten bozulmuş olan politik istikrarı yolsuzluk soruşturmalarının daha da bozmuş olması. Ülkenin politik riski arttığı için, yatırımcıların bu risk karşılığı olarak talep ettiği prim de arttı. 2. Ekonomik veriler “kırılgan 5’li”nin diğer üyeleri ile karşılaştırıldığında, Türkiye’nin, bu ülkelerden daha yüksek boyutlu kırılganlıkları olduğu ortaya çıkıyor.
Türkiye ekonomisinin ekonomik kırılganlık kaynaklarının geniş kapsamlı listesini bir önceki yazımda vermiştim. Kırılganlığın ekonomiler için bir büyüteç olduğu düşünülmeli. Bir ülkenin kırılganlığı ne kadar yüksek olursa, tüm ülkeler iç ya da dış kaynaklı politik/ekonomik şoklarından aynı yönlü (olumsuz) olarak etkilenmelerine rağmen, söz konusu etkiler kırılgan ülkelerde daha yüksek dozajlı olarak hissedilir.
Büyüteç boyutlu gerçeğin ışığında, 17-27 Aralık arasındaki 11 günlük kısa sürede BİST’te TL olarak yüzde 14.64’lük bir düşüş yaşanmış olması sürpriz olmuyor. Yolsuzluk soruşturmaları ve bu duruma hükümetin tepkisinin henüz sonuna gelmemiş olduğumuz için, ilerde BİST’te ek kayıplar yaşanması sürpriz olmaz.
Yukarda, yabancı yatırımcıların BİST’teki döviz cinsli kayıplarının TL cinsli kayıplardan yüksek olduğu belirtilmişti. Nitekim, BİST’in TL olarak 14.64’lük kaybı, aynı dönemde TL’nin dolara karşı yüzde 6.25 değer kaybetmiş olması ile bir araya getirildiğinde, dolar olarak söz konusu 11 günde BİST’teki kaybın yüzde 21.8 olduğu ortaya çıkıyor.
Soruşturma sonrası 11 günlük döneme geri dönersek, bu sürede dolar yüzde 6.25, Avro ise yüzde 6.4 değer kazanmış olduğunu buluyoruz. Döviz değerlerindeki artış 27 Aralık’ta sonrası da devam etti. Nitekim, dolar, 2 Ocakta bir rekoru temsil eden 2.184’den, Avro ise2.98’de kapanış yaptı. Ayrıca, faizler de yükseldi: 10 yıl vadeli hazine bonolarının, 16 Aralık faizi yüzde 9.27’ken, 27 Aralık’ta yüzde 10.31 seviyesine yükseldi. Benzeri hareket 2 yıl vadeli tahvillerde de yaşandı: faiz oranı yüzde 8.74’den, yüzde 10.16’ya tırmandı.
Yabancı yatırımcılar ileriye yönelik olarak Türkiye’ye yatırım kararlarını şu veriler ışığında verecekler: 2013 tümünde BİST’teki TL cinsi kaybın yüzde 13.31 olması, dolardaki yüzde 20.69 değer artışıyla birleştirilince, dolar olarak yabancı yatırımcıların borsadaki kayıplarını yüzde 36.8 yapıyor. Bu yatırımcılar 2013’de tahvillerde de kayıplar yaşadılar.
Hem yabancı portföy yatırımcıları hem de yabancı şirketler (doğrudan yatırımlar) ilerde ek yatırım yapma, ya da varlıklarını satıp Türkiyeden çıkma kararlarını verirken bu gün Türkiye’de şöyle bir tablo görmekteler: politik riski yüksek seviyeye ulaşmış bir ülke. Bu ülke, Gezi ve soruşturma olaylardan “karanlık dış güçleri”, “faiz lobisi”ni sorumlu tutan ve bu retoriğe inanmış gibi görünen, şirketlerin kazandıkları ihaleleri iptal etmekte tereddüt etmeyen bir Başbakan tarafından yönetilmekte. İnceledikleri ülkenin, başta yükseklikte dünya ikincisi olan cari açık oranı olmak üzere, bu dizinin ilk yazısında listesinini verdiğim derin ve geniş kırılganlıklı bir ekonomisi var. Kriz öncesi küresel “lâle devri” ortamının ve hem kriz öncesi ve sonrası likiditenin sorun olmamasının yaratmış olduğu fırsatları gereken yapısal reformları yapmak için kullanmamış bir hükümet, vs.
Yurtdışı yerleşiklilerin yatırımları için Türkiye’yi seçmeleri belki de ancak, hem TCMB’nin bir önceki yazıda bahsettiğim gibi, faizleri önemli miktarda artırması, hem de ülkenin 1 sonraki yazının konusu olacak yapısal problemlerini çözmek için gereken reformları yapacağı hakkında kredibıl olan bir mesaj gönderebilmesiyle mümkün olabilir. Türkiye 2013’de önemli bir güven erozyonu yaşadı. Bilindiği, gibi yatırımcıların güven duygusunu kaybetmeleri çok kısa bir zaman alabilirken, kaybedilen güvenin tamir edilmesi ülkenin uzun zaman ‘doğru’ ve istikrarı politikaları uygulamasını gerektiriyor.
Döviz çıkışları ile ilgili somut delilleri aşağıda sunacağım. Ancak, önce, yukarda verilen döviz, faiz, ve hisse fiyatlarında yaşanan sert değişimlerin, döviz çıkışları ile uyumlu olduğunu, hatta bu çıkışları ima etmekte olduğunu göstermek istiyorum. Bunu döviz çıkışlarının etaplarının mekaniğini inceleyerek yapacağım.
Portföy yatırımları teriminin (diğer adıyla ‘sıcak para’), yabancı fonların Türkiye sermaye pazarlarında tahvil ve hisse senedi almalarını temsil ettiğini biliyoruz. Bu fonlar, ekonominin cari açık başta olmak üzere, epey sayılı kırılganlıklarına şimdi bir de yüksek seviyeli politik riskin eklenmiş olmasından veya başka konulardan rahatsızlık hissedip, yatırımlarını Türk iyeden çekip, başka gelişen ülkelere, ya da gelişmiş ülkelere kaydırmak isteyebilir. Bu konuda düğmeye bastıklarında neler olur?
Türkiye’den çıkmak isteyen ‘sıcak para’ ilk etapta, ellerindeki TL bazlı tahvil ve hisse senetlerini satar. Bu satış yeterli miktarda olursa, menkul kıymetlerde fiyat düşüşlerini tetikler. Tahvil fiyatlarının da olası bir düşüşün faizlerin yükselmesi ile aynı anlama geldiğini biliyoruz. Ancak, yaygın olarak bilinmeyen bir nokta, nasıl tahvil fiyatı ve faiz arasında ters bir ilişki varsa, hisse sendeni fiyatı ile özsermaye maliyeti arasında da ters bir ilişki geçerlidir. Bu konuya 2 sonraki yazıda gireceğim için, bu yazıda sadece böyle bir ilişkinin olduğunu belirtmekle yetineceğim.
Dolayısıyla, yukarıdaki 11 gün sürecinde gerçekleşen menkul kıymetler fiyatlarındaki düşüş verileri, sermaye piyasalarından yabancı yatırımcıların kaçma işlemlerinin birinci etabıyla uyumlu olduğunu teyit ediyor.
Portföylarındaki TL cinsli tahvil ve hisse senetlerini satan portföy yatırımcılarının ülkeden çıkma işlemlerini tamamlamaları için, ikinci etapta satışlardan elde ettikleri TL’leri dolara (dövize) çevirmeleri gerekir (TL satıp, karşılığında dolar almaları). Tabii, artan dolar talebi, bu para biriminin değerini artırıcı (TL’nin değerini düşürücü)olur. Nitekim, 27 Aralıkta gün içinde dolar bir rekor temsil eden 2.1765’i buldu, ancak 2.1540 seviyesinde kapanış yaptı.
Medyada yaygın olarak bahsedilmiyor; ama dövizlerdeki değer artışlarında, yurtiçi yerleşiklerinin ekonomik ortamın belirsiz olduğu dönemlerde, bilhassa döviz değerleri de yükselmekteyse, TL mevduatlarını döviz mevduatlarına çevirmeleri de önemli oluyor.
Nitekim Gezi olaylarından bu yana bankacılı sisteminde, TL olarak döviz mevduatları 248.7 milyar iken, ve toplam mevduatların yüzde 32.5’ini temsil ederken, en son veri bulabildiğim tarih olan 20 Aralık itibariyle, döviz mevduatlarının 326.5 milyara yükselip, toplam mevduatların yüzde 37.2’sini oluşturur hale gelmiş olduğunu buldum. Bu veriler, 7 aylık gibi kısa bir sürede döviz mevduatlarının yüzde 31.3 büyümüş olduğunu gösteriyor. TCMB henüz 27 Aralık verilerini yayınlamadı. Ancak, bu mevduatların 13 Aralıktan, soruşturma sonrası dönemin sadece 4 gününü kapsayan 20 Aralığa kadar, yani 1 haftada yüzde 3.6 artmış olmasının çarpıcı bir büyüme hızı olduğunu düşünüyorum.
Özet olarak, döviz değerlerindeki Gezi parkı ve soruşturmalar sonrası artıştan, hem yabancı yatırımcıların çıkış işlemlerinin 2’inci etabı, hem de yurtiçi yerleşiklerin mevduatlarını TL’den dolara çevirmelerinin dolara olan talebi artırması sorumlu olmuş.
Özet, olarak, döviz çıkışı işlemlerinin 2 etaplı mekaniğinin gösterdiği faizler ve döviz değerlerindeki artış (bir kısmı yerli talepten geliyor olsa da), ve BİST’teki kayıplar şeklindeki sonuçlar, bu 11 günlük dönemde ‘sıcak para’nın döviz çıkışı konusunda düğmeye basmış olduğunu ima ediyor. En azından, verilerin yabancı yatırımcı “kaçış” senaryosu ile uyumlu olduğu görülüyor.
TCMB’nin verileri yurtdışı yerleşik kişilerin mülkiyetindeki tahvillerinde 9 – 13 Aralık haftasında net olarak 1.377 dolarlık, 16 - 20 Aralık haftasında 532 milyon dolarlık satış gerçekleştirmiş olduklarını gösteriyor. Aynı zamanda, bu 2 hafta sürecinde, 100 milyon dolarlık hisse senedi de satışları da eklendiğinde menkul değer satışlarının 2 haftada 2.01 milyar doları bulduğunu görülüyor. TCMB henüz 23 – 27 Aralık verilerini yayınlamadı. Ancak, 20 Aralıkta faizi yüzde 9.52 olan 7 Ekim vadeli gösterge tahvilinin faizinin 27 Aralıkta yüzde 10.16’ya yükselmiş olması ve aynı tarihlerde 10 yıl vadeli tahvilin %9.9’dan yüzde 10.31’e tırmanmış olması, tahvil fiyatlarındaki düşüşün 23 Aralık haftasında da devam etmiş olduğunu kanıtlıyor. Aynı haftada BİST’te yüzde 8.2’lik ek bir kayıp olmuş olması, da söz konusu haftada da döviz çıkışlarının devam etmiş olduğu izlemini veriyor.
Sn. Babacan 1 Ocak tarihli gazetelerdeki beyanatında borsa şirketlerin pazar değerinin 17 Aralık – 27 Aralık arasında 270.906 milyar dolardan, 221.572 milyara düşmüş olduğunu ifade etti. Bu yüzde 18.2’lik bir kayıp oluyor. Benim hesaplarım, dolar cinsinden BİST endeksinde bu 11 günlük dönem kaybının yüzde 21.8 olduğunu göstermişti. Aradaki farkın nereden kaynaklandığını bilmiyorum. BİST, 16 Aralık’ta 74,843.4’den, 27 Aralık’ta ise 63,885.20’den kapanış yapmış olduğuna göre, bu TL bazlı yüzde 14.64’lük kaybın, dolardaki 6.25 değer artışı ile birleştirilmesi dolar cinsinden kaybı yüzde 21.8 yapıyor. Neyse, benim kafamı karıştıran daha önemli bir konu olduğu için, Sn Babacan’ın rakamlarını kullanacağım, yani söz konusu 11 günde borsadaki kaybın 49.334 milyar olduğunu kabul edeceğim. Gazetelerdeki beyanat “Pazartesi günü borsaya 15 milyar dolar değerinde giriş olduğunu söyleyen Babacan ...” diye devam ediyor. Hisse senetleri piyasasında bu boyutlu bir girişin 1 günde gerçekleşmesi inandırıcı değil.
Hatırlanacağı gibi, söz konusu 30 Aralık Pazartesi BİST yüzde 6.42 değer kazanmıştı. Bu BİST şirketlerinin piyasa değerinin o gün 221.572 x 0.0642 = 14.225 milyar artmış olduğu anlamına geliyor. Belki de Sn. Babacan girişten değil de, değer artışından bahsediyordu. Ancak, bu rakam da doğru olamaz çünkü yine kulladığım kur verileri dolar’ın 27 Aralık Cuma’dan 30 Aralık Pazartesi’ye yüzde 1.35 değer kaybetmiş olduğunu (TL’nin yüzde 1.35 değer kazandığını) gösterdiği için, Pazartesi günü dolar olarak BİST şirketlerinin pazar değerinin 15 milyar yerine 17.476 milyar dolar artmış olması gerekiyor.
Bu hatalar arasında tabii en rahatsız edici olanı 30 Aralık’ta 15 milyar dolarlık bir döviz girişinin yaşanmış olduğu konusu. Aynı haber tüm gazetelerde çıktı. Yine de umarım, gazeteciler Sn Babacan’ı yanlış anlamışlardır.
Gezi olaylarının başladığı tarih olarak 24 – 31 Mayıs haftasını kullanacağım. Bu olay, ülkenin istikrarını bozdu ve politik riskini ve bu risk için talep edilen primi artırdı. Döviz, faizler ve BİST, gezi öncesi seviyelerine dönmediğine göre, yatırımcılar bu olayların tetiklediği politik riski hala yüksek buluyorlar. Piyasa verileri, artmış olan bu riskin Temmuz sonunda stabilize olmuş olduğunu ima ediyor. Bu nedenle, gezi olayları etkisinin kalıcı olarak 22-26 Temmuz haftası itibariyle yansıtılmış olduğunu varsayacağım.
Yukarıdaki iki hafta sürecinde TCMB verileri incelendiğinde, yurtdışı yerleşiklerin mülkiyetlerinde olan tahvillerde söz konusu dönemde 3.982 milyar dolarlık tahvil satışlarını içeren döviz çıkışları yapmış oldukları görülüyor. Bu rakama, hisse senedi satışlarıyla gerçekleştirilen 1.913’lük döviz çıkışlarını da eklediğimizde, söz konusu iki tarih arasında, toplam ‘sıcak para’ çıkışının 5.895 milyar dolar olduğu bulunuyor.
Bu miktarı azımsamak, çıkışların geriye ve ileriye yönelik olan ekonomik etkilerini ihmal etmek yanlış olur. Geriye yönelik husus şu: ne kadar döviz çıkışının yaşandığını biliyoruz. Politik istikrar bozulmamış olsaydı, yabancıların Türkiye’de yatırım yapmak için ek döviz girişleri yapacaklarından şüphe edilebilir mi? Dolayısıyla, konunun bu boyutu ekonomik döviz “çıkışları”, gerçekleşen çıkışlar ve söz konusu olaylar nedeniyle getirilmesinden vazgeçilen potansiyel döviz girişlerinin toplamı olarak düşünülmeli.
Ancak, toplam ekonomik çıkışlar önceki paragraftaki tanımdan bile yüksek. “Topu-topu 6 milyar döviz çıkışı oldu” diyerek bu rakamı azımsama ileriye yönelik olarak da yanlış oluyor. Türkiye’nin ilerde, üstelik artan bir şekilde dış finansman ihtiyacı olacağı tartışma götürmez. Gezi-yolsuzluk olayları yaşanmamış olsaydı, ilerde diyelim X miktarlık döviz girişi gerçekleşecekti.. Peki istikrarsızlığı artıran olayların ışığında, yabancı yatırımcılar planladıkları X’i aşağı yönlü olarak revize etmiş oldukları gerçeğini (kim bilir belki giriş yerine net çıkış bile yapabileceklerini) inkâr etme mümkün mü?
Ekonomik olarak istikrarsızlığın tetiklediği politik riskdeki yükselişin, döviz ‘çıkışları’ olarak maliyeti şu 3 parçanın toplamından oluşuyor: olaylar nedeniyle kaçmış olan dövizler + Mayıs’tan bu güne yükselmiş risk nedeniyle getirilmesinden vazgeçilmiş dövizler + olaylar önceki dönemde ilerde getirilmesi planlanmış olan, ama şimdi getirilmeyecek olan dövizler (ya da planlanan döviz yatırımlarının aşağı çekilen kısmı)
Özet: Gezi Parkı – soruşturma olaylarının, belki de, daha da önemli olarak, hükümetin bu olaylara gösterdiği sert tepkinin “döviz çıkışları” biçimindeki “maliyetinin” ekonomik anlamda,5.895 milyar dolardan çok daha yüksek olduğundan şüphem yok.
Tarihler yukarıdaki tamamen aynı olmamasına rağmen, Türkiye’ye gelebilecekken Gezi Parkı olayları nedeniyle getirilmesinden vazgeçilen dövizlerin boyutu hakkında bir fikir oluşturmak için, ödemeler dengesinin Haziran –Temmuz aylarındaki portföy yatırımlarını incelediğimde, 2012’nin bu 2 ayında, ‘sıcak para’ kaynaktan, net 10.716 milyar dolarlık döviz girişi olduğunu belirledim. Tahmin edileceği gibi, ödemeler dengesi verileri 2013’ün bu 2 ayında giriş yerine 3.421 milyar dolarlık çıkış yaşanmış olduğunu gösteriyor. Tabii vurguladığım nokta Gezi Parkı olmasaydı 11 milyara yakın döviz girişi olacağı değil de, bu olayın muhtemelen yüksek boyutlu potansiyel döviz girişlerini önlemiş olduğu.
Politik belirsizliğin Türkiye’nin tüm dış finasman kaynaklarını etkilemiş olduğu mutlak. Sanırım, Gezi Parkı’nın tetiklediği dış finansman bulma sıkıntılarının belki de en net göstergesi 2012’nin Haziran - Temmuz aylarında Net Hata Noksan (NHN) kaynaklı olarak 507 milyon dolarlık döviz çıkışı olmuş olmasına rağmen, rezervlere 6.924 milyar dolarlık eklemenin mümkün olmuşken, 2013’ün aynı iki ayında, bu defa NHN kaleminden 2.904 milyar dolarlık döviz girişi gerçekleşmiş olmasına rağmen, rezervlerde 5.036 milyar dolarlık erimenin gerekmiş olması bence çok anlamlı.
Gezi Parkı olaylarının etkisinin Temmuz sonunda stabilize olduğu varsayımı gerçekçi görünüyor, çünkü Temmuz sonu – 20 Aralık tarihlerinde TCMB’nin verileri, döviz çıkışları yerine, bilhassa hisse senedi alımları şeklinde net döviz girişleri yaşandığını gösteriyor. Yabancıların hisse senedi alımları kanalıyla bu dönemde 1.656 milyar dolarlık döviz girişi olmuş. Aynı dönemde tahvil alımları ise 93 milyon dolardı. Sonuç olarak, Mayıs sonundan 20 Aralığa kadar 257 milyon doları hisse senedi satışları, 3.889 milyar doları tahvil satışları olmak üzere toplam 4.146 milyar dolarlık döviz çıkışı yaşanmış olduğu görülüyor.
Hem Gezi Parkı olaylarının hem de yolsuzluk soruşturmalarının başlamasının politik riski, ve dolayısıyla, yatırımcıların bu risk için talep ettikleri primi yükseltmiş olduğu şüphesiz. Ancak, bu 2 olayın hangisinin daha olumsuz etkisinin olduğunu belirleyebilmeyi isterdim. Ama, maalesef bu mümkün değil. Bunun bir nedeni Gezi’nin tetiklediği riskteki artış stabilize olmuş olmasına rağmen, soruşturmalarda henüz yolun sonuna gelinmedi.
Ayrıca, 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk soruşturmaları 18 Aralıkta Fed’in tahvil alma programında azalıma gideceği kararıyla zaman olarak örtüşüyor. Tabii, konuyu daha da kompleks yapan husus, Fed’in anonsundan önce, yatırımcıların gözünde bu kararın ihtimali yükselmekteydi. Dolayısıyla, ihtimalin artmakta olması Fed’in anonsu öncesi dönemde piyasalara yansımakta olması normal olur.
Fed’in politikasını değiştirmesi ile soruşturmaların başlamasını hangisinin daha önemli olduğunu belirlemek gayesiyle, her iki olay için bir günlük yatırımcı tepkisini ölçtüm.
17 Aralıkda kapanış olarak BİST’te %5.21’lik kayıp, dolar’da yüzde 0.37’lik, gösterge faizinde 31 puanlık, 10 yıl vadeli faizde ise 21 puanlık artışlar yaşandı.
Fed 18 Aralıkta anonsunu yaptığında, saat farkı nedeniyle, Türkiye piyasaları kapalıydı. 19 Aralıkta, BİST’te yüzde 3.2’lik kayıp, dolar’da yüzde 0.8’lik, 2 yıl vadeli faizde, 25 puanlık, 10 yıllık faizde ise 26 puanlık artış oldu.
Her iki olayda da faizler aşağı yukarı aynı derecede artmış olduğu için, bu veriyi hesaba katmayacağım. Döviz konusunda karar daha zor: Fed anonsunun, etkisinin soruşturmanın etkisininin 2.18 katı olduğu söylenebilse de, günün sonunda, her iki olaya da doların tepkisi yüzde 1’i bile bulmuyor. Geriye belirleyici faktör olarak BİST kalıyor ve bu ölçek yolsuzluk soruşturmasının daha olumsuz bir olay olduğunu ima ediyor. Soruşturmalar sürpriz olduğuna, Fed’in kararı anons öncesi bir ölçüde piyasalarda fiyatlandığına göre, bu sonucu mantıki buluyorum. Üstelik 19 Aralıkta BİST’teki yüzde 3.2’lik kayıp bir ölçüde hükümetin atamalar vs. şeklinde gösterdiği sert tepkiyi yansıtmaya devam ediyordu. Bu nedenle, soruşturmaları yatırıcıların daha önemli bir olay olarak algılamış olduğu, iki olay arasındaki relatif önemin yüzde 5.21- yüzde 3.24 farkının ima ettiğinden daha yüksek olmuş olduğunu düşünüyorum.
Bu yazıyı sonradan ekleme ihtiyacını duymam dizideki yazı sayısını 7’den 8’e çıkardı. Bunu takip edecek iki yazı ekonominin durumunu belgeleme ve teşhis etme safhasından tedavi konularına geçecek ve ekonominin problemlerine ne gibi reçetelerin uygun olacağını tartışacak.
İlk yazi, kısa vadede nelerin yapılabileceğine, bilhassa TCMB’nin acil olarak, hem faizleri önemli miktarda yukarı çekmesini şeklindeki önerimin analizini yapacak. Ayrıca, bu yazıda TCMB’nin şeffaflık özürlü olan ve ekonomide ek belirsizlikler yaratan, 3 faizli “faiz koridoru” politikasından vazgeçip, dünyadaki diğer merkez bankaları gibi, tek politika faizli, şeffaf ve netleştirilmiş bir para politikası takip etmesinin önemini vurgulayacağım. Faizlerin yükseltilmesinin ana hedefi dış finansman ve enflasyon problemlerine çözüm getirebilecek olması. Görüşüm, bu uygulamanın enflasyona çözüm getirebilmesi ihtimalinin, dış finansman problemini çözüm bulma ihtimalinden çok daha yüksek olduğu şeklinde. Ayrıca, bu yazı faizdeki artışların, aynı zamanda ekonominin sayılı başka problemleri için de bir çözüm başlangıcını temsil ettiği düşüncesini de savunacak.
İkinci yazı da çözüm reçetelerini içerecek. Ancak, bu yazı yapısal nitelikleri olan problemlere odaklanacağı için, orta vadeli ufku gerektiren çözüm önerilerini kapsayacak.