“Ben içeri girmişim, girmemişim, ne olacak ki!.. Mesele, bu kan nasıl duracak, o nasıl çözülecek, bu kan, bu kan nasıl duracak…”
Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı DBP'li Ahmet Türk’ün polisler kendisini almaya geldiğinde, çevresine söylediği ilk sözler bunlar.
Aslında, bu sözleri Ahmet Türk aylardır, yıllardır söylüyor. Aylardır, yıllardır “barış, ille de barış” diyen, Kürt siyasetinin en ılımlı, kendisiyle diyalog kurulabilen en sakin, en mütevazı kişilerinden biri.
Yüzü yıllardır yaşadığı acıları yansıtıyor, alnındaki derin çizgiler, yüzündeki derin hatlar hep o acının ifadesi. Hep içine atıyor, attıkça yüz hatlarında bir çizgi daha beliriyor, ama hiç bir zaman halinden şikayet etmiyor.
Otuz yıla yakın süredir tanıdığım Ahmet Türk’ün adı ne zaman geçse, gözümün önünde hep “acının ifadesi” beliriyor. Yıllardır “barış” içinde verdiği Kürt mücadelesinin ağır tortusu olarak.
Hapisler, Meclis, sanki özgürlüklere adım, yeniden hapisler, bin türlü uğraş, hep “acı” içinde.
O Ahmet Türk önce belediye başkanlığından uzaklaştırılıyor, şimdi gözaltında. Bir kez daha.
Müfettişler uzun süredir didik didik ediyor Mardin Büyükşehir Belediyesi'ni, acaba ne bulurlar da, DBP'li Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü içeri atmak için gerekçe elde ederler, diye.
Merak ediyorum, acaba ne gibi belge var ellerinde, yolsuzluk, kural dışı bir harcama, kural dışı bir gelir elde etme, PKK’ya yardım ya da herhangi bir yasa dışı işlem?
Öyle ya, görevden el çektirildiğine göre, belediye başkanlığında yasa dışı bir kusuru olması gerek. Genel laflarla filan değil, somut, kanıtlı, ne bulundu da, Ahmet Türk’e “nasıl bir suç” yükleniyor, Mardin Halkı bunu bilmek istiyor.
74 yaşında, gerçekte ömrü romanlara konu olacak bir kimlik.
Mardin Ovası'nı bilirim, Mezopotamya’ya doğru uzanan geniş otlaklar bazen çorak, bazen ağaçlı, yine de verimli topraklar.
Hava insanı diri tutar oralarda. Sohbaharın son günlerinde güneş kendini gösterir, kuru ayazı önlemeye yine de yetmez. İnsan üşür ama, soğuk insanın içine işlemez. Nem yoktur o topraklarda.
Yine böyle bir havada, Ahmet Türk ile Mardin Ovası'nda dört dönüyoruz, seçim günleri. Hayır, belediye seçimi değil, milletvekili genel seçimi var.
Sabahın erken saatleri, güneş tepede, gölgeye geçtin mi, ürperten soğukla karışık.
Birkaç köy dolaşıyoruz, köylerde Türkçe bilen çok az kişi var. Kadınlar bir köşede toplanmış, merakla Ahmet Türk’ü izliyor, onlara yaklaşıyorum, “Oyunuzu kime vereceksiniz”, yüzüme bakıyorlar, “Bu adam ne diyor” gibilerinden.
Bakıyorlar ses çıkarmadan, çünkü ne dediğimi anlamıyorlar, sonra bir erkek yaklaşıyor, soruyu Kürtçe'ye çeviriyor, kadınlar bu sefer daha şaşkın, elleriyle Ahmet Türk’ü işaret ediyorlar, dönüp bana baktıklarında, “Başka kim için oy kullanacaktık” der gibi.
Şimdi o oyların sahipleri soruyor:
“Ahmet Türk’ün suçu ne?”
Köy köy dolaşırken, Ahmet Türk’ün ağzında hep “barış.”
O Ahmet Türk şimdi gözaltında.
DBP yerel seçimlerde Doğu ve Güneydoğu’da il ve ilçelerde yüz altı belediye başkanlığı kazanıyor. Bunların on biri il belediyesi.
Yüz altı belediye içinde en düşük oyla kazandığı yer Erzurum Hınıs yüzde 39.
En yüksek oyla kazandığı yer Şırnak Cizre yüzde 81.
Kazandığı yerlerde aldığı oy oranı yüzde ellilerin üstünde.
Yüzde ellileri aşan oy oranlarıyla seçilmiş belediye başkanlarının bir bölümüne şimdi el çektirilmiş bulunuyor.
DBP on biri il olmak üzere, toplamda kazandığı yüz altı belediyenin otuz dördünde şimdi kayyım var. Kırk dört başkan ya da eş başkan tutuklu.
Tutuklu bulunan HDP’li milletvekilleri ayrı. Eş başkanlar Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ dahil.
Hem milletvekillerine, hem belediye başkanlarına yönelik iktidarın izlediği tavır belli.
Kürt siyasetine kendi iradelerine göre yön vermek.
Oysa, AKP iktidara geldiğinden bu yana, son bir iki yıl hariç, hep “ovada siyaset yapsınlar” söylemini kullanıyor.
AKP de “barışçı çözüm” için başta bütün kapıları açıyor:
-Neredeyse haftada bir Öcalan’la görüşmeler,
-TV’lerden canlı yayınlanan Dolmabahçe mutabakatı,
-Bir Nevruz günü Öcalan’ın Diyarbakır’da meydanda toplanan halka, yine TV’lerden canlı yayınla okunan mesajı,
-İmralı ile Kandil arasında mekik dokumalar.
O görüşmelere AKP öyle titizleniyor ki, günün birinde, görüşmelerden bir bölümüne ilişkin tutanaklar bir gazetede yayınlandı diye, görüşmelerin aksayabileceği kaygısıyla, Tayyip Erdoğan ki, o sırada Başbakan, yeri göğü inletiyor:
“Batsın sizin gazeteciliğiniz.”
O günlerde o kadar titiz. Onların hepsi şimdi tarih oluyor.
Şimdi görevden uzaklaştırmalar ve gözaltılar ve tutuklamalar.
Sadece günümüze özgü değil, aslında Kürt siyaseti hep engebeli arazilerle karşılaşıyor. Kapatmalar ve yasaklar birbirini izliyor.
Bir parti kuruluyor, Anayasa Mahkemesi kapatıyor, sonra onun yerine yenisi kuruluyor. Anayasa Mahkemesi onu da kapatıyor. Sonra bir yenisi daha. 1970’lerden beri böyle devam ediyor.
1970’li yıllarda Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi kuruluyor. Kısa süre sonra kapatılıyor.
Asıl yoğunluk 1990’larda başlıyor.
HEP, DEP, ÖZDEP, HADEP, DEHAP, DTP, BDP, HDP. Biri kapatılınca, onun yerine kurulan Kürt partileri dizisi. Genellikle sol çizgide, bazen milliyetçi.
Bu dizinin dışına çıkmış Kürt partileri var, KADEP, HÜDA-PAR, HAK-PAR gibi.
Anılan partiler dizisi bile, Kürtlerin siyasal mücadeleden vazgeçmeyeceğini gösteriyor.
O halde kapatmak, içeri atmak yerine, diyalog kurmak en akılcı yol.
Dünyada örnekleri var.
Mardin’de hava güneşli ama, kuru ayaz var. İnsanın içine işlemese bile, insan üşüyor.
Yok uzun süredir öyle değil, kuru ayaz artık insanların içine işliyor.
Bu sonbaharı hiç unutmayacaklar.