2018’in ilk gününde dolar 3.78 Lira.
22 Mayıs’ta, yani dün akşam saatlerinde dolar 4.65 Lira. Liranın değer kaybı yüzde 12’yi geçiyor. Hele de, 2017’nin Ekim ayına gidersek, Liranın değer kaybı yüzde bugün 15’e yaklaşıyor. Aynı tarihlerde Türkiye ile ekonomik açıdan büyük benzerlikler taşıyan ülkelere baktığımızda, dolar karşısında onların üçünün durumu olumlu ve şöyle:
-Brezilya Reali: Yüzde 1.76 değer artışı, -Endonezya Rupisi: Yüzde 1.19 değer artışı, -Güney Kore Wonu: Yüzde 1.05 değer artışı.
Diğer üçünün durumu olumsuz ancak, küçük oranlarda kayıp var ve şöyle:
-Güney Afrika Randı: Yüzde 0.02 değer kaybı, -Hindistan Rupisi: Yüzde 0.43 değer kaybı, -Meksika Pezosu: Yüzde 4.91 değer kaybı.
Benzer ekonomiler içinde Türk Lirası kadar değer kaybına uğrayan başka bir ülke yok. Ayrıca, bu kadar kısa süre içinde bu ölçüde yüksek değer kaybına uğrayan yine başka ülke yok.
Enflasyon, cari açık, bütçe açığı, devletin olağanüstü savurganlığı yanı sıra, Türk Lirasının dolar karşısındaki serüveninde çok çarpıcı bir nokta var. Ne zaman ki, Meclis’te Anayasa değişikliği görüşülmeye başlanıyor ve parlamenter sistemden Başkanlık sistemine geçiş hem Meclis’te, hem referandumda onaylanıyor, işte o tarihten itibaren Türk Lirası dolar karşısında ufak ufak değer kaybetmeye başlıyor. Seçim yaklaştıkça, değer kaybı inanılmaz hızda artıyor, Türk Lirası günden güne eriyor. Biz de, günden güne eriyoruz. Neden böyle? Siyaseten müthiş bir güvensizlik sarıyor Türkiye’yi. Siyasal sistemi değiştiren referandumla birlikte artan bir güvensizlik. Bu güvensizliğin bir ay sonraki seçimde sandığa yansımaması imkansız.
Ayrıca, ekonomi tarihinde çok klasik bir teori var. Sanki laboratuvarda deneyle elde edilmiş bir sonuç gibi. Sosyal olaylarda böyle deney olmaz ama, bu teori pratikte ve hele de Türkiye’de 1946 devalüasyonundan bu yana doğrulanıyor. Ulusal paraların yabancı para karşısında değer kaybı, ekonomi dilinde devalüasyon olarak tanımlanıyor. Türkiye ilk devalüasyonu 1946 yılında yaşıyor. IMF’ye ye olmak amacıyla yapılan bir devalüasyon bu. Türkiye IMF’ye üye oluyor ancak, bu üyelik o zamanki CHP iktidarına pahalıya mal oluyor. Gerçi, CHP 1946 seçimlerini kazanıyor ne var ki, o seçimlerle ilgili tartışmalar yıllarca sürüyor ve bitmek bilmiyor. 1946’dan bu yana, o tarihteki devalüasyondan bu yana, devalüasyonlar iktidarları deviriyor, iktidarlar Türk Lirasının erimesine dayanamıyor, seçimi kaybediyor. Bunun tersine bir örnek yok, hele de Türkiye’de hiç yok. Türkiye’de son bir yıldaki devalüasyon oranı yaklaşık yüzde 15. Bu kadar kısa sürede, bu kadar yüksek ölçüde bir devalüasyona AKP İktidarının dayanması zor ötesi.
Devalüasyondan halkı korumak amacıyla AKP bir hileye başvuruyor. Daha doğrusu, on altı yıldır yaptığı bir uygulamayı erteliyor. Neden? Seçim var ya... AKP yıllardır dolar ne zaman değer kazansa, benzine ve motorine anında zam yapıyor. Hemen ertesi sabah. Ve 1.5 lira ile başlayan benzin fiyatı, AKP ile birlikte bugün 6.76 liraya ulaşıyor. İçerdiği olağanüstü ÖTV ile birlikte. 6.76’lık fiyat pompaya yansımıyor, pompa fiyatı, yani arabaya doldurulan benzinin fiyatı 6.24 lira. Son üç günde benzine 52 kuruş zam geliyor, fiyat 6.76’ya geliyor. Peki, benzin 6.76 lira iken pompada nasıl oluyor da, 6.24 liradan satılıyor? AKP aradaki farkı ÖTV’den düşüyor, ÖTV farkını Hazine ödüyor. Seçim olduğu için zammı halka yansıtmıyor. Çok açık, seçimin ertesi sabahı ilk büyük zam benzine. Bu zammı yansıtmamak, halkı geçici süre aldatmak anlamını taşıyor. Herkes bunun farkında. 24 Haziran’da sandığa giderken de, farkında. Oylar buna göre.