Taşhan, Bedesten, Arastacılar Çarşısı, Üç Şerefeli Cami, Etnografya Müzesi, Selimiye Camii’nin içi derken akşamı ediyorum.
Sabahın erken saatlerinde varıyorum Edirne’ye. Kent merkezine doğru inerken adıyla kentin özdeşleştiği Selimiye Camii’nin minarelerini görüyorum önce. Arabayı otoparka bırakıp Mimar Sinan’ın bu muhteşem eserinin etrafında dolaşmaya başlıyorum. İstanbul’un fethiyle başkent olma özelliğini yitiren Edirne’ye sanki bir özür, bir hediye gibidir cami. Muhteşem bir proje ile tamamen doğal taştan yapılmış cami için Mimar Sinan, “Ustalık eserim” demiştir. Her bir noktası ayrı bir emek, ayrı bir incelik ve bir o kadar da sanatsal maharet taşıyor caminin. Kentin her noktasına görülen cami, her biri 70.80 metre yükseklikte 4 minareye sahip. Külah ve alem de dahil edildiğinde minarelerin yükseklikleri 85 metreyi buluyor.
Edirne’de bir hafta sonu - FOTOGALERİCamiyi arkamda bırakıp ara sokaklardan yürümeye başlıyorum. Bir kenti en iyi tanımanın yolu, arka mahallelerinde dolaşmaktır. Buralarda her şey yalın ve sadedir. Kentlerin merkezlerindeki aşırı abartı arka sokaklarda yoktur. Her şey yalın ve sadedir buralarda. Bir sokağa girmek üzereyken sokaktan ana caddeye çıkan bir grupla karşılaşıyorum. Sapsarı saçları ve giydiği kıpkırmızı nişan elbisesi ile rengârenk olan gelinin yanında gururla yürüyen damat, gelinin gölgesinde kalmış gibi. Sanki bir masaldan çıkmış gibi biraz ötede başka bir sokağa girip kayboluyorlar. Yürümeye devam ediyorum. Bir sokağın başında arka kısmı tamamen yıkılmış ön cephesi ise yıkılmaya yüz turmuş görkemli bir yapıyla karşılaşıyorum. Birkaç kişiyle görüştükten sonra bir havra kalıntısı ile karşı karşıya olduğumu anlıyorum. Arda, Tunca ve Meriç nehirlerinin ayrı kaynaklardan çıkarak gelip birleştikleri yer olan Edirne, üç dinin de harmanlandığı bir yer. Osmanlı, yüzlerce yıl boyu çeşitliliği çok iyi idare etmiş. Tren yoluna paralel yürüyüp bir alt geçitten geçer geçmez Tunca Nehri'nin taş köprüsü üzerinde buluyorum kendimi. Biraz ileride de Meriç Köprüsü görünüyor.. Köprünün yanı başındaki Edirne Belediyesi'ne ait kafeteryada Meriç ve taş köprü manzaralı çayımı keyifle içtikten sonra Karaağaç’a doğru yürümeye devam ediyorum. Amacım Lozan Anıtı ve Eski Edirne Garı'nı görmek. Mimar Kemalettin tarafından yapılan gar, şu anda Trakya Üniversitesi Rektörlük binası olarak hizmet veriyor. Rumeli demiryolunun 1873 tarihinde hizmete girmesiyle yapılan bu görkemli eser, 1971 yılında işlevini tamamen yitirmiş. Onun biraz ilerisinde de Lozan Anıtı var. Karaağaç, Lozan Antlaşması'yla bizde kaldığı için, yapılan anıtta üç sütun var. Sütunlardan en uzunu Anadolu’yu, ortancası Trakya’yı, en kısası da Karaağacı simgeliyor. Eğer Edirne’ye yolunuz düşerse bu iki yapıtı görmeden ve Karaağaç’taki şirin kafelerde bir şeyler içmeden dönmeyin. Kente geri dönüyorum. Taşhan, Bedesten, Arastacılar Çarşısı, Üç Şerefeli Cami, Etnografya Müzesi, Selimiye Camii'nin içi derken, akşamı ediyorum. Akşamüzeri buluştuğumuz jeolog arkadaşım Serdar’la yemek yerken, bir taraftan da Serdar'ın inanılmaz çocukluk anılarını dinliyorum. Farklı dinlerden insanların nasıl bir arada kardeşçe yaşadıklarını anlatıyor Serdar. Küçük bir de sınava tabi tutuluyorum ve gitmediğim birçok yer daha olduğunu öğreniyorum Serdar’dan. En önemlisi de Tabyalar. “Hıdırlık Tepe tabyalarını görmeden sakın gitme Edirne’den” diye uyarıyor beni kalkarken.
Ertesi gün erkenden kalkarak Saray içine yollanıyorum. Uzaktan bir kule dikkatimi çekiyor. Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı alanı geçip kulenin dibine varıyorum. Edirne başkentken tüm davalar burada görülürmüş. Kasr- ı Adalet denen kule, Osmanlı döneminde Yargıtay binası olarak kullanılmış. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1561 yılında yaptırılmış. Kanuni, imparatorluğun yasalarını burada düzenlemiş. İçtihat kararları burada toplanan kurullarda ele alınırmış. Kasrın önünde dikili olan iki nişan taşından biri Seng-i İbret (İbret taşı), diğeri de Seng-i Hürmet yani saygı taşıdır. Seng- i Hürmet'e şikâyet dilekçeleri, Seng-i İbret'in üzerinde de başı kesilen devlet büyüklerinin ibreti âlem olsun diye kesik başları konulurmuş. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın Belgrat’ta kesilen başı burada sergilenmiş. Edirne’yi Saray'a bağlayan köprüyü geçiyorum. Sağda Balkan savaşları ve Türk - Rus savaşları sırasında şehit düşmüş askerler için yaptırılan Şehitler Anıtı var. İleride ise birkaç yıkıntı göze çarpıyor. Bunlardan en soldaki sarayın mutfağı, en sağdaki ise hamam. Ortada olan bina ise fatihin doğduğu bina. Bir çağın kapanmasına yol açan padişah Fatih Sultan Mehmet’in doğduğu yapıyı ancak bu kadar koruyabilmişiz. Yapıların önünde hiçbir tanıtıcı yazı yok. Biraz ilerideki ise sarayın giriş kapısının önünde. “Saray kapısı” yazıyor o kadar. Koca bir Osmanlı sarayından kala kala bunlar kalmış.
Sarayın bir kilometre ilerisindeki II. Beyazıt Külliyesi'ne giderken bir şey dikkatimi çekiyor. Tarihi yapıların çoğu nehir kıyısı boyunca yapılmış. Sanırım saraydan kayıkla ulaşım daha kolay olsun diye bu yerler özellikle seçilmiş. Külliye her türden insana saygı duymanın, değer vermenin en güzel örneği olarak kaldı aklımda. Yapıldığı dönemde, dünya üzerinde neredeyse bir eşi olmayan bir kurum. Bir taraftan hastalara şifa dağıtılırken, diğer taraftan da yoğun bir tığ eğitiminin verildiği gerçek bir bilim yuvası. Bünyesindeki Darrüşifa’da, şeytan işbirlikçisi diye yakıldığı bir dönemde akıl hastalarını musiki, su ve güzel kokuyla tedavi edecek kadar da ilerici bir kurumdu burası. En çok akıl hastası aşk mevsimi olan bahar aylarında gelirmiş. Aşklarına karşılık bulamayan divanelerin burada dertlerine çare bulunmaya çalışılırmış. Külliyeden çıkıp tekrar sarayın bulunduğu alana dönüyorum. Tunca Nehri'nin kenarında gerilere, çok gerilere gidiyorum birden. Üç nehrin birleştiği bereketli toprakların üzerinde ilk yerleşimlerin kurulduğu günlere. Trakların kurduğu bu kentin adı Odrisa’ydı. Bu isim Roma döneminde Orestia’ya dönüşmüş. Bir kente dönüşmesi ise MS 2'nci yüzyılda Roma imparatoru Hadrianus zamanına rastlıyor. Doğal olarak kentin adı da Hadrianapolis olmuş. MS 1361 yılında Osmanlı idaresine girmiş ve adı da Edirne olmuş. Çok değil, dört yıl sonra da Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti. Bu düşüncelerden sıyrılarak otomobile atlayıp Lalapaşa’daki dolmenlere gitmeye karar veriyorum. Lalapaşa’nın çıkışında bir tel örgüyle çevrilmiş dolmanlar kayaların üst üste konulmasıyla yapılan ilkel barınaklardan ibaret. MÖ 2000-1000 tarihleri arasında bu barınakların kullanıldığı düşünülüyor. Hava yavaş yavaş grileşmeye, sağdan soldan kara bulutlar toplanmaya başlıyor. Edirne’deki son hedefim Hıdırlık Baba tabyaları. Şükrü Paşa'nın komutasındaki askerler tam burada 96 gün boyunca Bulgarlara karşı büyük bir kahramanlık örneği vermişler. Tabyalar son derece iyi bir mimariyle yapılmış. Tabyaları dolaşırken Serdar arıyor. Biraz sonra o da yanımda tüm tabyaları dolaşıyoruz. Ne yazık ki bakımsız ve böyle giderse çok direnemezler. Hava bozmaya başladı. Doğa tüm bereketini birazdan Edirne’nin üzerine yağdıracak. Tarihi anıtların en çok sevdikleri şey de bu olsa gerek. Birçok şey değişti ama yağmur onlar için hiç değişmedi. Nerdeyse tam 500 yıl en yakın can yoldaşı oldu onların. Hüzünlü birlikteliği arkamda bırakarak İstanbul’a doğru yola koyuluyorum. GEZİLECEK YERLER Edirne’de gezilecek yerler o kadar çok ki. Her adımda farklı bir tarihi eserle karşılaşmak mümkün. Ancak en çok ilgi çekenler aşağıdakiler.
Etnografya Müzesi: Müze, Edirne civarından derlenen ve prehistorik dönem ile Osmanlı dönemi arasındaki birçok uygarlığa ait buluntular sergileniyor.
Türk İslam Eserleri Müzesi: Müze Selimiye Camii bahçesinde yer alıyor. Toplam 14 oda ve avluda çoğunluğu Osmanlı dönemine ait eserler sergileniyor.
II. Beyazıt Külliyesi Sağlık Müzesi: Bir zamanlar akıl hastalarının su ve müzik sessiyle tedavi edildiği külliye, günümüzde Sağlık Müzesi olarak hizmet veriyor. Uluslararası birçok ödüle de sahip olan müzede Osmanlı döneminde yapılan tedavilerin yanı sıra dünya tıp tarihinin gelişimi de anlatılıyor.
Enez: Muhteşem sahillerinin yanı sıra antik Ainos kentinin kalıntılarını da görmek mümkün. İlk yerleşimi Traklara kadar uzanan Enez, Roma, Doğu Roma ve Osmanlı dönemlerinde oldukça önemli bir konuma sahipti.
Saray-ı Cedit (Yeni Saray): İnşaatı Sultan I. Murat tarafından başlatılmış, Fatih Sultan Mehmet tarafından bitirilmiştir. Bab-ı Hümayun, Alay Meydanı, Babüssada, Arz Odası, Cihannüma Kasrı, Kum Kasrı gibi bölümlerden oluşur.
Selimiye Camii: Mimar Sinan’ın en önemli eseri olarak kabul edilir. Sinan’ın "Ustalık eserim" dediği cami, II. Selim döneminde 1569-1575 yılları arasında inşa edildi. İnşaatında tamamen doğal taş kullanılan cami, yaklaşık 2500 metrekarelik bir alanı kapsıyor. Ayasofya’dan daha büyük bir kubbeye sahip.
Üç Şerefeli Cami: Sultan II. Murat döneminde 1443-1447 yılları arasında inşa edilmiştir.
II. Beyazıt Camii ve Külliyesi: Şehir merkezine 2 kilometre uzaklıkta bulunan külliye, 1484-1488 yılları arasında Mimar Hayreddin tarafınsan yapılmıştır.
Yıldırım Beyazıt Camii: Yıldırım Beyazıt tarafından 1400 yılında yaptırılan cami, Edirne’nin en eski camisidir.
Sweti George Kilisesi: Kıyık semtinde olan kilise, 1880 yılında inşa edilmiş.
Rüstem Paşa Kervansarayı: Kanuni’nin sadrazamı Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan yapı, günümüzde otel olarak hizmet veriyor.
Deveci Han: Osmanlı hanların erken dönem örneklerinden olan Deveci Han, iki katlı olup geniş bir alana yayılmıştır.
Taş Han: Sokullu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.
Bedesten: Sultan I. Mehmet Çelebi tarafından 1417-1418 yılarlı arasında yaptırılmıştır.
Sokullu Hamamı (Çifte Hamam): Üç Şerefeli Cami'nin karşısındadır. Sokulu Mehmet Paşa'nın isteği üzerine Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Hamam, 16'ncı yüzyıl Türk sanatının en önemli örneklerinden biridir.
Dolmenler: Lalapaşa ilçesi sınırları içinde yer alıyor. İlçenin çıkışında bulunan dolmenler İÖ 2000 ile İÖ 1000 yılları başlarına tarihlenmişlerdir.
Meriç Köprüsü: Osmanlı döneminde yaptırılan köprü olan Karaağaç’ı Edirne’ye bağlıyor. Aynı zamanda Meriç üzerindeki tek köprü.
Gazi Mihal Köprüsü: Yıldırım Mahallesi'ni Edirne’ye bağlayan köprü, ilk olarak Bizans döneminde yapılmış. Üç bölümden oluşan köprünün tamama 766 metre.
Beyazıd Köprüsü: Beyazıd Külliyesi'yle kenti birbirine bağlamak için II. Beyazıt tarafından yaptırılmıştır. Sivri kemerler üzerinde kesme taşlardan inşa edilen köprüyü Mimar Hayreddin yapmış.
Saray Köprüsü: Kanuni zamanında, kenti saraya bağlamak için yaptırılmış
Saray: Bir zamanların görkemli başkenti Edirne’nin görkemli sarayının yerinde yeller esiyor. Ancak mutfak, Fatih’in doğduğu kısım, hamam ve sarayın giriş kapınsın bazı bölümleri ayakta kalmayı başarmış.
Edirne Tabyaları: Osmanlı Rus ve Balkan Savaşları zamanında kenti savunmak için kullanılmıştır. Bu tabyalar içinde ne görkemlisi Şükrü Paşa komutasındaki Hıdırlık Tabyası'dır. NE YENİR? Tabii ki ciğer kebap, köfte ve işkembe çorbası...