Patroklos kimdir? Homeros'a kalırsa Yunanların en büyük kahramanı Akhilleus'un arkadaşıdır. Batı kültürü ve edebiyatının kendisine kerteriz aldığı İlyada'da Homeros'un görmezden gelemediği ama çok da ehemmiyet vermekten kaçındığı bir figür. Akhilleus savaşmadığında meydana çıkar. Öldürdükçe yer alır Homeros'un savaş övgüsünde. Akhilleus'un ışığı ve kahramanlığının yanına ilişmiş bir arkadaştan ötesini göstermez Homeros. Ama her şeye rağmen belli ki Akhilleus'un yası o kadar büyüktür ki, Homeros da mecbur kalır kahramanlık anlatısına ara vermeye ve o yası aktarır. "Güzelim yüzünü", Patroklos uğruna nasıl da kirlettiğini anlatır.
Dosdoğru bir okurun İlyada'yı okuduktan sonra Akhilleus ile Patroklos'un arkadaştan çok daha ötesi olduğunu anlamak için herhangi bir çaba harcamasına dahi gerek yoktur aslında. Homeros'un anlatmadıkları ve belli ki o büyük aşkın anlatmak zorunda kıldıkları şüpheye yer bırakmayacak şekilde işaret eder bu aşka. Ancak homofobi denen illet çağları, mekanları aşacak şekilde öyle sinsice tertip edilmiştir ki; İlyada'da aşk diye okuduğumuz kadersiz Helen'in erkekler arasında değiş tokuşundan ibarettir. Bir mülkten ve güzelliğinden ibaret Helen'in kocasından "çalınması", bu hırsızlığın yarattığı namus belası ve bu beladan doğan kahramanlık destanıdır İlyada ve böylesi bir destanın Batı milliyetçiliğinin namustan gayrı ne anlam taşıdığı sıklıkla bulanıklaşan karakterine temel oluşturması da bu yanıyla pek şaşırtıcı değildir. Ancak iki bin küsur yıl sonra layıkıyla anlatılabilecektir Patroklos ve Akhilleus'un namus belasıyla başlayan bir savaştan çok daha insana dair, çok daha bizden, çok daha güçlü aşkı…
Mitolojiden beslenen bir kurgu yazarı olarak takdim ediliyor Madeline Miller. Akhilleus'un Şarkısı'nın da İlyada'dan beslenen bir kurgu olduğu yani hakikat olmadığı sıklıkla vurgulanıyor tanıtım yazılarında. Sanki anlattığı hikâye gerçek olsa dünya yerinden yıkılacakmış gibi bir paranoyaya mahkûm ediliyor kitap. Ve yine kendisi de bir kurgu olan İlyada, tarihi olduğu gibi aktarırken Akhilleus'un Şarkısı, onu başka bir forma sokuyormuş gibi bir yanılsamaya kurban ediliyor güzelim Patroklos'la Akhilleus'un aşkı. Aksini iddia etmek ise anakronizm gibi yansıtılıyor. Oysaki, tarih biliminin bugünkü esas ve kurallarının bundan iki bin yıl önce de geçerli olduğunu, Homeros'un bir tarihçi olarak "tarafsız" bir şekilde olanı aktardığı yanılsamasının kendisi bir anakronizm. Ama homofobinin çağa ve mekana göre, güçlüyü korumak gayesiyle esneyen tertipleri; klasik Yunan döneminde "eşcinselliği" yaşlı erkekle genç oğlan arasındaki bir tür iktidar ilişkisiyle eşit görmemize yol açarken, tam da bu anlatının kendisinin iki erkek arasındaki cinsel ya da duygusal karşılıklı herhangi bir yakınlık ihtimalini tarihten silmek için icat edilmiş olabileceğini de görmezden gelmemize yol açıyor. Hayatın hakikatinden beslenen bu ihtimal ise kendisine tarih kanonunda değil; düşlerin diyarı edebiyatta – gerçek olmadığı uyarısı yorumcular tarafından ihmal edilmeden - yer bulabiliyor.
Oysaki Madeline Miller, hakiki bir hikâye anlatıyor Akhilleus'un Şarkısı'nda. Yunanların en büyük kahramanını, hayatının aşkı Patroklos'un ağzından bizlerle buluşturuyor. Homofobinin o dönem nasıl işlediğine dair ziyadesiyle gerçek dokunuşlarla. Birbirinin akranı Patroklos ile Akhilleus'un aşkına nasıl "oğlanlık dönemi hevesi" olarak bakıldığı, Akhilleus'un Tanrıça annesi Thetis'in Tanrılar eliyle uğradığı tecavüz sonucu doğan oğluna yüklediği ilahi kahramanlık ve öç alma gayesiyle nasıl da ilişkilerini tasvip etmediği, bitmesi için elinden gelen her şeyi yaptığı sayfa aralarında gezinen gölgeler olarak hikâyenin belkemiğini de oluşturuyor. Thetis, oğlundaki ilahiliği lekelediğini düşünüyor cılız ve beceriksiz Patroklos'la olan aşkının. Oğluna layık görmüyor onu. Esir alınmış, zehirlenmiş bir kadın portresi olarak sunuluyor Thetis. Adaletin esirgenmesi bir yana, acısını bile denizlerin en derinlerine gömmek zorunda kalmış Tanrıça, sanki Patroklos insan olduğu için ilişkilerini onaylamıyor gibi görünse de; hileyle oğlunu insan bir kadınla yatağa sokmaktan kaçınmıyor. Bu haliyle kendisine yaşatılanı, oğluna da yaşatıyor. Ve o kadının da insan olması ne hikmetse sorun yaratmıyor. Kendi hikâyesinin kurbanı, Akhilleus'un hikâyesinin zalimine dönüşüyor. Bu yanıyla Akhilleus'un Şarkısı, homofobinin çağları aşan bir yönüne de ışık tutuyor: Söz konusu eşcinsellik olduğunda başka başka hikâyelerdeki kurbanlar da zalimdir.
Patroklos'un gözünden Akhilleus, çevresinde olup bitenin, dalaverelerin pek de farkında olmayan safça bir karakter. Öyle midir gerçekte de? Bilmiyoruz. Ancak maşukun gözünden aşığın nasıl da lekesiz olabileceğini her birimiz hayatımızdan biliyoruz. Miller da ustalıkla kurduğu dille aslında Tanrıça Thetis'in oğlunu Tanrı yapma arzusunu hayata geçiren yegane insanın da aslında Patroklos olduğunu gösteriyor bize. Ve Patroklos, farkında dahi olmadan korkusu sevişirken gelen bir şeylerin aşklarına getirdiği ilk hüznü tek başına omuzluyor. Akıl hocaları Kherion'un bir mağara girişinde verdiği öğüde ömrü boyunca uyuyor: "Bugün elde ettiğin şeyin senden bu kadar çabuk alınmasına izin verme!"
İzin vermiyor Patroklos. Bütün hayatının iradesi kendi elinden alınmış, babasının sarayından birini öldürdüğü için değil de bu konuda yalan söyleyemediği için kovulmuş, elin sarayında yalnızlığa mahkum edilmiş, sırf aşık olduğu için bir Tanrıça'nın ve gizliden gizliye aslında tüm Yunanların öfkesini çekmiş Patroklos; sadece Akhilleus'la aşkı söz konusu olduğunda harekete geçiyor, kendi başına karar alıyor, aşkının peşinden koşuyor. Aşkının onurunu korumak için de kendini feda ediyor. Akhilleus'un zırhıyla savaşa koşuyor. Bütün Yunanlar, Akhilleus'un Troya'nın en mahir savaşçısı Hektor'u öldürmesini beklerken; meseleye el atıyor. Akhilleus ısrarla "Hektor bana hiçbir şey yapmadı" diyerek savaşmazken; erkekliğin en rezil formlarından birine bürünmüş Odysseus'un Akhilleus'u "bel altı vurarak" onurundan sıyırma girişimine karşı irade gösteriyor. Üzerlerinde Hektor öldükten sonra Akhilleus'un da öleceği kehanetinin ağırlığı, Tanrıça Thetis'in aralarındaki ilişkinin Akhilleus'u karalamak ve küçük düşürmek için kullanılacağına dair öngörünün tam da Akhilleus savaşmayı reddettiği için gerçeğe dönüşmeye başlaması Patroklos'u harekete geçiriyor. Ve Patroklos, Hektor'un elinde can veriyor. Akhilleus, acıdan deliriyor. Hektor'u öldürüyor. Tüm Yunanların istediğini yaparak kahramanlaşıyor. Apollon'un oyunuyla Akhilleus da öldürülüyor. İki aşığın külleri birbirine karışıyor. Ancak Patroklos'un ruhu bir türlü ölüm sonrasında Akhileus'a kavuşamıyor. Çünkü mezar taşında ismi yer almıyor. Thetis'in yetiştirdiği Akhilleus'un oğlu, babasının erkekliğini korumak için izin vermiyor hayatları birlikte geçen aşıkların mezar taşlarında birlikte anılmasına. Kalakalıyor orada, mezarları başında Patroklos'un ruhu. Ta ki Thetis'le son kez yüzleşene ve Tanrıça, adalete erişemese de Patroklos'un mezar taşına ismini bahşediyor.
Yası tutulmayan bir yaşamın hiç yaşanmamış bir yaşam olduğunu Judith Butler'ın incelikle anlatmasından seneler sonra yazılan Akhilleus'un Şarkısı, Patroklos'un tutulmayan yasıyla sonlanıyor. Akhilleus, belki de içten içe bunu bildiği veya hayatının aşkının silinmesine karşı doğal bir refleks olarak göstere göstere tutuyor yasını. Ama oğlu, Patroklos'un adını o mezar taşından esirgeyerek mahrem alana itiyor bu muazzam aşkın hikâyesini. Bu yanıyla kitabın finali, Homeros'tan günümüze homofobik erkeklerin yazdığı tarihi doğru kabul edenlerin içine düştüğü paranoyayı ortaya koyuyor. Bu aşkı silmek için gayret gösteren, inceltilmiş yöntemlerle eşcinselleri tarihten silen ya da aşktan dışlayıp bir dönemin erkeklik ritüellerine indirgeyen, bu anlatıyı gerçek kabul eden herkesi Akhilleus'un oğullarına dönüştürüyor Miller. Ve buna karşın, Patroklos'a iade-i itibarın sağlanmasını, yaşamları boyunca her ikisine de zulmetse de; kendisine edilenlerle Patroklos'a kendisinin ettikleri arasında bir anlığına duygudaşlık kurabilen Tanrıça Thetis'e bırakıyor. Böylece herkesi esaslı bir yüzleşmeye davet ediyor Akhilleus'un Şarkısı…
Yazar: Madeline MillerÇevirmen: Seda ÇıngayOrijinal Adı: The Song of AchillesSayfa Sayısı: 376
Yıldız Tar kimdir? Sıfatsız gazeteci, Boğaziçi terk, Cranberries hayranı, fantastik roman müptelası. 2013 yılında gazeteciliğe başladı. Etkin Haber Ajansı'nda editör, Özgür Radyo'da program yapımcısı ve sunucusu olarak çalıştıktan sonra 2014'ten beri LGBTİ+ internet gazetesi KaosGL.org'ta sırasıyla muhabir, editör ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Halen bu görevi sürdürüyor. Sol, sosyalist siyasi partilerle LGBTİ+ hakları üzerine röportajları "Yoldaş Ben İbneyim" başlığıyla, trans kadınlarla röportajları "Dönmelere Doyamadık" ve Türkiye'deki LGBTİ+ hareketinin tarihine ilişkin sözlü tarih çalışması "Patikalar: Resmî Tarihe Çentik" ismiyle kitaplaştı. Kaos GL Derneği'nin senelik medya izleme raporunu kaleme alıyor. Çeşitli gazete, dergi, kitap ve dijital mecralarda LGBTİ+ hakları, hafıza çalışmaları, edebiyat, nefret söylemi ve medya okur yazarlığı üzerine yazıları yayımlanıyor. T24 internet gazetesine "İnsan Manzaraları" başlıklı portre röportajlar yapıyor. |