Bizim savaş “hikayemizin” nasıl başlayıp geliştiğini sınırlarımız ötesindeki asıl büyük savaşta olup bitenlerle ilişkisi içinde dünkü yazıda ele almıştık. Şimdi Suriye ve Irak’taki harp ile Türkiye’nin Güneydoğu’sunda yaşanan ve ağır yaşam hakkı ihlallerini bir hicrete dönüştüren savaşın aslında aynı savaşın farklı yüzleri/cepheleri olduğunu daha ayrıntılı şekilde görmeye ve nereye doğru seyrettiğini anlamaya çalışalım.
Bunun için 7 Haziran 2015 tarihine dönüp bölgedeki en azından bazı gelişmeleri birbiriyle ilişkisi içinde değerlendirip bağlamına oturtmaya başlamak ve bugüne gelmek gerekiyor:
7 Haziran 2015 seçimleri Cumhurbaşkanı Erdoğan için hayal kırıklığıyla sonuçlansa da, ABD Başkanı Barack Obama için cesaretlendirici olmuş ve Washington yönetimi Türkiye’nin sınırını IŞİD’e karşı koruma konusunda tam kapasite sergilemediği şeklindeki eleştirisini yüksek perdeden seslendirir olmuştu.
16 Haziran’da IŞİD’in Rakka'dan sonra Türkiye sınırındaki önemli yönetim merkezlerinden olan Tel Ebyad (Girê Spî) düştü. ABD ve koalisyon uçaklarının desteğinde karadan kapsamlı operasyonlar yürüten YPG şehre girdi. IŞİD ise Rakka’ya çekildi. Böylece Suriye Kürdistanı ya da Rojava olarak bilinen ve Türkiye sınırı boyunca uzanan bölgedeki üç kantondan ikisi (Kobanê ve Cizîrê) birleşmiş oldu. Ancak cihatçılar için her şey bitmiş sayılmazdı. IŞİD kuşatma altında tuttuğu Kobani’ye yeniden girme yolundaki mücadelesini kararlılıkla sürdürüyordu.
25 Haziran’da Kobani’ye sızan IŞİD militanları üç ayrı noktada patlattıkları bombalarla 220 kişinin ölümüne sebep oldular. Suriye devlet televizyonuna bakılırsa, IŞİD militanları Kobani’ye Türkiye sınırından girmişlerdi. (Aynı örgüt bir gün sonra da, 26 Haziran’da Tunus, Kuveyt ve Fransa’da bir takım saldırılar gerçekleştirdi.) Ancak Kobani 26 Haziran’da IŞİD militanlarından bir kez daha temizlendi.
26 Haziran’da Rojava’da işlerin arzuladığı yönde gitmediğini gören hükümet TSK’ya Suriye’nin Cerablus Bölgesinde tampon bölge oluşturulması için harekete geçilmesi talimatını verdi. Ancak asker tedirgindi. Bölgesel ve küresel güçler nedeniyle açmazları dile getiren Genelkurmay “yazılı gerekçeli talimat” istedi. Genelkurmay askeri bir operasyonun uluslararası boyutunun Rusya, İran ve Suriye’ye anlatılmasını da istiyordu. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bastırmasıyla Davutoğlu emri yineledi. Böyle olunca da Genelkurmay planlamalara başladı. Cumhurbaşkanı kızgındı. Aynı gün “Bölgenin demografisini değiştirme operasyonunu tamamlamak istiyorlar. Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun mücadelemizi sürdüreceğiz” dedi. Yani Ankara aslında askere bunun için tampon bölge emri veriyor ve bir anlamda, “ben o tampon bölgeyi kurarak hem güneyimde neredeyse Akdeniz’e kadar uzanacak bir Kürt devleti oluşumuna hem de bölgenin demografik yapısının Kürtler lehine değiştirilmesine engel olmayı istiyorum” diyordu. Bunun medyadaki hazırlığı da 10 gün önceden yapılmıştı. YPG güçleri ile IŞİD arasındaki çatışmalar Tel Ebyad’da yoğunlaşırken, Anadolu Ajansı 15 Haziran’da Suudi destekli cihatçılara dayanarak "YPG’nin uluslararası koalisyonun desteğiyle etnik ve mezhepsel temizliğe giriştiğini ve halkın bu nedenle köylerini terk etmek zorunda kaldığını" duyurmuştu. İddialar bağımsız kaynaklarca doğrulanmadı. Ancak hükümet Sünni cihatçıların o bölgede varlığını sürdürmesinden yanaydı. Sınır ötesinde “tampon bölge” oluşturma talebini meşru kılabilmek için de mücadelesini -Kürtlerin Rojova’daki oyun planını engellemek için değil- IŞİD’den gelecek tehditlere karşı kendisini savunabilmek için yürütüyormuş görüntüsüyle vermeye çalışıyordu.
30 Haziran’da TSK 2013 yılından bu yana ilk kez PKK mevzilerine ateş açtı. Genelkurmay’a göre, Dağlıca Üs Bölgesine teröristlerce makineli tüfek ve havan ile iki kez silahlı saldırıda bulunulmuş, bunun üzerine de F-16 uçakları PKK mevzilerini vurmuştu.
7 Temmuz’da Ankara İncirlik üssünün ABD öncülüğündeki koalisyonun savaş uçaklarına açılması iznini verdi. Kimi gözlemcilere göre, Ankara İncirlik’in açılması karşılığında sınır ötesindeki PKK mevzilerine operasyon yapmanın da onayını almış gibiydi. Ancak Ankara IŞİD’e yönelik operasyonlar kapsamında sınır ötesine taşıyormuş gibi bir görüntü de verecekti.
14 Temmuz’da BM Güvenlik Konseyi’nin 5 üyesi ve Almanya, İran ile Tahran yönetiminin nükleer programını büyük ölçüde donduran ve karşılığında yaptırımların kalkmasına yeşil ışık yakan tarihi bir anlaşmaya vardı. İran’a yönelik 1979’dan bu yana süren diplomatik tecriti kıran bu anlaşma Türkiye için ticari açıdan yeni ufukların habercisi olmakla birlikte, Tahran’ı bölgesel bir güç yapabilecek potansiyeliyle de tedirgin ediciydi. Gelişme Suudi Arabistan’ın da hoşuna gitmemiş, ancak Yemen’de Şiilere karşı yürürlüğe koydukları savaşta vites yükselterek bu travmanın (!) üstesinden gelmişlerdi. Irak ordusunun ve Hizbullah’ın arkasında olan İran yarın öbür gün Irak Kürdistanı’nda iyice zayıflamış haldeki Barzani rejiminin devrilmesi için de çalışacak cesareti bulabilirdi. Türkiye’nin savaş ile birlikte ülkede iyice prestij kaybeden Barzani’nin devrilmesine tahammülü yoktu. Ankara tek meşru Kürt temsilcisi olarak gördüğü Barzani ile daha yakın çalışacaktı.
17 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bayram namazı sonrasında gazetecilere yaptığı açıklamada hem isim vermeden HDP’yi “PKK’nın parlamentoda temsil kabiliyeti bulmuş uzantısı” olarak tanımladı, hem de “Dolmabahçe Mutabakatı ifadesini asla kabul etmiyorum. (…) Burada neyin mutabakatını, kimle, ne için sağlıyorsun? Öyle bir şey olmaz” şeklinde konuştu. “Çözüm Süreci” denilen çatışmasızlık ortamında ipler artık tam anlamıyla kopma noktasına gelmişti.
18 Temmuz’da ABD’nin baskısıyla Suudi Arabistan'da IŞİD’e karşı düzenlendiği söylenen operasyonlarda 431 IŞİD militanı gözaltına alındı. IŞİD militanlarının ülkedeki askeri araç ve camilere saldırı hazırlığında oldukları belirtildi. Bu arada ABD önderliğindeki koalisyon güçleri özellikle Kobani ile Cezire kantonları arasındaki Haseke bölgesinde 25 Haziran’dan bu yana saldırılar düzenleyen IŞİD’e ağır kayıplar verdirmeye başlamıştı.
20 Temmuz’da Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde IŞİD militanlarınca düzenlenen bombalı intihar saldırısında 34 kişi öldü, 100’den fazla kişi yaralandı. Saldırı, aralarında Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyelerinin de bulunduğu 300 kişinin Amara Kültür Merkezi bahçesinde Kobani’nin yeniden inşa çalışmaları konusunda basın açıklaması yaptığı sırada meydana gelmişti. Canlı bombanın IŞİD ile ilişkisi olan Şeyh Abdurrahman Alagöz olduğu belirlendi. Bu kanlı saldırı bir anlamda 25-27 Haziran’da Kobani’yi almak yönünde bir girişimde bulunup başarısız olan IŞİD’in Kürtlerden ve Kürtlerin dostlarından intikamıydı.
22 Temmuz’da Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görevli 2 polis Ceylanpınar’daki evlerinde birer kurşunla infaz edilmiş halde bulundu. Cinayetleri Suruç katliamına misilleme olarak yaptığını söyleyen HPG üstlendi.
23 Temmuz ’da, yani Erdoğan’ın “Dolmabahçe Mutabakatı ifadesini asla kabul etmiyorum” şeklindeki açıklamasının üzerinden yaklaşık bir hafta geçtikten sonra, Çankaya Köşkü'nde Ahmet Davutoğlu başkanlığında bir “güvenlik toplantısı” yapıldı. Medya organlarına bakılırsa, toplantıda sınırda yaşanan IŞİD saldırısı ve alınacak güvenlik önlemlerinin karara bağlandığı yazıyordu.
24 Temmuz’da Türk Hava Kuvvetlerine bağlı uçaklar sadece IŞİD’e yönelik hava saldırıları düzenlemekle kalmamış, PKK’nın kullandığı Zap, Metina, Gara, Avaşin-Basyan, Sinath Haftanin, Hakurk ve Kandil'deki hedefleri de vurmuştu. Belli ki bir gün önceki toplantıda sadece IŞİD’e yönelik bir karar alınmamıştı.
25 Temmuz’da PKK'ya yönelik operasyonlar kapsamında 181. Filo Komutanlığı’na bağlı Türk savaş uçakları Irak'ın kuzeyindeki hedeflere yöneldi. Hava hareketliği Hakkari'nin Şemdinli, Çukurca ve Yüksekova ilçelerinde de gözlendi. Bombardımanlar sürerken, Çukurca’daki Gezgintepe üs Bölgesinde konuşlu bulunan ve “cehennem topu” olarak bilinen 40 kilometre menzile sahip fırtına obüsleri ile Irak'ın kuzeyindeki PKK kamplarının vurulduğu söylendi.
28 Temmuz’da Şırnak'ta Jandarma Özel Harekat Taburu unsurlarına ateş açılması üzerine, Düğün Dağı’nda tespit edilen iki Doçka mevzisi ile bir havan mevzisine, ayrıca Karaçalı Tepe’deki terörist gruba bir F-16 uçağı ile hava harekatı gerçekleştirildiği açıklandı. ABD Türkiye’nin IŞİD’e karşı önlem alması konusunda bastırıyor, Türk Silahlı Kuvvetleri de IŞİD’e yönelik düzenlendiği açıklanan operasyonlara paralel olarak PKK’ya yönelik mevzileri de vuruyordu.
1 Ağustos’ta YPG Haseke’nin son bölgelerini de IŞİD’ten temizledi. Ceylanpınar sınır kapımıza sadece 80 km mesafede olan Haseke’nin düşmesi ile Kobani ile Cezire kantonları arasındaki bağ da güçlenmiş oldu.
11 Ağustos'ta Türk savaş uçakları bu kez Hakkari'de, Buzul Dağı ve İkiyaka bölgesindeki PKK hedeflerine hava harekatı gerçekleştirdi. Bu operasyonlar Ağustos’tan Ekim sonuna kadar “birinci viteste” sürüp gitti. Kobani ile Afrin kantonları arasındaki Suriye topraklarında “güvenli bölge” kurmak isteyen Ankara ABD ve NATO nezdinde talebine olumlu karşılık arama faaliyetlerini yoğunlaştırmıştı ama. Bununla asıl hedefinin Kobani ve Afrin kantonlarını birleştirerek neredeyse Akdeniz’e uzanma peşindeki Kürtler değil de IŞİD’le mücadele olduğu konusunda inandırıcı olamıyordu.
30 Eylül’de Rusya Suriye’deki savaşa Şam yönetiminin daveti ile rejimin ve Kürtlerin safında dahil oldu. Rusların Suriye’de Selefi cihatçılara yönelik bombardımanları daha 72 saat geçmeden ABD ve müttefiklerinin aylar süren bombardımanlarından daha etkili sonuçlar verecekmiş gibi gözüktü. Moskova’nın Şam’ın geleceğini belirlemede yön tayin edici bir konuma oturduğunu, Kürtleri de ayrıcalıklı ortak gibi gördüklerini fark eden Ankara için zaman, manevra alanı ve hamle seçeneği daralıyordu. Zira Rus uçakları Ankara yönetiminin desteklediği cihatçı grupları pek çok mevzide safdışı bırakmaya başlamıştı.
1 Kasım 2015 Genel Seçimleri sadece Meclis aritmetiğini değil, Washington-Ankara arasındaki dengeleri de değiştirdi. 7 Haziran seçimleri nasıl Obama için Türkiye’yi sıkıştırıp İncirlik’in Amerikan uçaklarınca kullandırılmasını sağlama doğrultusunda cesaretlendirici olduysa, 1 Kasım seçimleri de PKK’ya karşı sürdürdüğü savaşta AKP/Ankara için aynı ölçüde cesaretlendirici oldu. Washington yönetimi artık Türkiye’nin “PKK saldırıları karşısında meşru savunma hakkı”ndan daha fazla söz ediyordu.
3 Kasım’da Özel Harekat polisleri Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde YDG-H’ya yönelik operasyona başladı. Operasyonlarda iki kişi öldü. Aynı gün Diyarbakır'ın Silvan İlçesi’ndeki Tekel, Mescit ve Konak mahallelerinde (12 gün sürecek) sokağa çıkma yasağı kondu. Aralarında Jandarma Özel Harekat timlerinin de bulunduğu askerler 14 Kasım’a kadar kesintisiz sürdürdükleri operasyonlarda şehir içindeki hendekleri ve tuzaklanan barikatları hedefliyordu. Artık PKK ile savaşın kırsalda değil şehirlerde cereyan edeceği anlaşılmıştı. Yüksekova ve Silvan operasyonlarını Nusaybin, Silopi, Diyarbakır (Sur) vd. operasyonlar takip etti. Şehir içindeki bu operasyonlar aralarında kadı ve çocukların da olduğu çok sayıda sivilin de trajik şekilde hayatını kaybetmesine yol açıyor, bölgeden tedrici bir göç dalgasının başlamasına da sebep oluyordu.
24 Kasım’da Ankara, hava sahasını 17 saniyeliğine ihlal ettiğini söylediği bir Rus savaş uçağını düşürdü. Ardından da “sınır güvenliğinin” tehdit altında olduğu savıyla NATO’yu yardıma çağırdı. NATO, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin ihtilaf bölgesinde yer alması için bastırmakla meşguldü. Ancak Ankara’nın ardında ne tür saikler yattığını gayet iyi bildiği taleplerine “hemen geliyorum” cevabı veremezdi. Varşova Paktı’nın dağılmasıyla boşluğa düşen İttifak, varoluş konseptini diriltecek çabaları memnuniyetle karşılasa da, zaten bir uçağı düşürülmüş Rusya’ya ilave bir saldırganlık anlamına gelecek davetleri nazikçe reddetmekten başka çaresi yoktu. NATO komutanları Ankara’ya Türkiye’nin Rusya ile krizi tırmandırmaması ve gerginliği diyalogla aşması yolunda telkinde bulunuyordu. İlerleyen günler, Ankara’nın Rus uçağını düşürmekle manevra alanını genişletmediğini, aksine daralttığını belirgin bir biçimde ortaya koyacaktı.
28 Kasım’da, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi kendisini bir basın açıklaması sırasında korumakla görevli olduğunu sandığımız polislerin gözü önünde, tam kurşunla buluşma anına gelince kayıttan çıkan kameraların bir kaç metre ötesinde öldürüldü. Bölgenin vicdan hafızası Elçi öldürülmeden bir kaç dakika önce Diyarbakır’ın Sur ilçesinde tarihi değerler zarar görmesin diye sesini yükseltmişti.
2 Aralık’ta Türkiye’nin IŞİD’in petrol ticaretiyle ilgili olduğu yönünde dünya medyasında haberlerin yoğunlaştığı ve Türkiye sınırındaki 16 bin petrol tankerine ilişkin görüntülerin basın yayın organlarına düştüğü gün, güvenlik güçleri Diyarbakır’ın Sur ilçesinde operasyonlara başladı. Nerede? Güneydoğu’daki insan hakları ihlallerinin yılmaz takipçisi olan Kürt aydını Tahir Elçi’nin devletsizlikten öldüğü Sur’da! Ve kan Sur’da toprağa doymamaya, bölgeden göçü tetiklemeye o gün başladı.
4 Aralık’ta Ankara Musul’un Başika bölgesinde bir Türk üssü kurmaya yönelik olduğu izlenimini veren bir operasyon gerçekleştirdi. Barzani ile varılan mutabakatla bölgeye 25 tank ve 400’ü komando 600 Türk askeri yerleştirildi. Bağdat yönetimi olaya sert tepki gösterdi. ABD de aynı tutumda olunca Ankara tedrici bir şekilde geri adım atmaya başladı. Suriye’den Rusya tarafından çıkartılan Ankara’ya Irak’tan el çektirmek de ABD’ye düşecekti.
19 Aralık’ta Birleşmiş Milletler, beşinci yılına giren ve 250 binden fazla insanın ölümüne yol açan Suriye Savaşı ile ilgili olarak taraflara müzakerelere başlama ve ateşkes ilan etme çağrısında bulundu. Karar, resmi müzakerelere gidilmesi ve 6 ay içinde birlik hükümeti kurulmasını içeriyordu. Ancak metinde Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın ülkenin geleceğinde nasıl bir rol oynayacağına ilişkin olarak herhangi bir ifade yer almıyordu.
24 Aralık’ta bel kemiğini Suriyeli Kürtlerin partisi PYD’nin (Partiya Yekîtiya Demokrat) silahlı gücü YPG’nin teşkil ettiği, içinde Araplar, Kürtler ve Süryaniler başta olmak üzere yerel etnik grupların da bulunduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adlı koalisyon, Fırat nehri üzerinde kurulu olan ve bir süredir IŞİD’in kontrolünde olan Teşrin Barajı’na yönelik operasyonunu ABD’nin hava desteğiyle başlattı.
25 Aralık günü Teşrin Barajı civarındaki 52 köyü IŞİD’den geri alan SDG aynı gün içinde barajı da ele geçirdi. Ankara, YPG güçlerinin Fırat’ın batısına geçmemesi gerektiğini, bunun kırmızı çizgisi olduğunu söyleyedursun, gelişmeler işin oraya doğru gittiğini ama YPG’nin Fırat’ı Türk topçusunun menzili dışından geçeceğini gösteriyordu.
27 Aralık günü YPG’nin Türkiye’nin kırmızı çizgisini delen bir hamleyle Fırat’ın 7 km batısına geçtiği görüldü. Artık IŞİD’e yönelik harekatta bir sonraki durak Fırat’ın 30 km batısındaki Menbiç şehri idi. SDG bu şehirden sadece 23 km uzaktaydı.
29 Aralık’ta ise SDG, Ebu Kelkel ile El Nuamiye köyünü alarak Menbiç’e 13 km yaklaştı. Cerablus, Menbic’in 38 km kuzeyinde. Azez ise 95 km batısında yerleşimler. Eğer YPG Cerablus –Azez arasındaki yaklaşık 100 km’lik koridoru kontrol altına alırsa doğudaki iki Kürt kantonunu batıdaki Afrin ile birleştirmekle kalmayacak, IŞİD’in ikmal hattı olarak kullandığı ileri sürülen Türkiye bağlantısını da kesmiş olacak. Ancak SDG’nin Menbiç’ten sonra kuzeye, Cerablus’a yönelmek yerine önce batıya, El Bab’a doğru ilerlemesi akla daha yatkın görünüyor. Zira bu şekilde Halep’in kuzeydoğusundan El Bab doğrultusunda ilerleyen Suriye ordu birlikleri ile birleşmiş olacaklar. Bu birleşme hem Rakka’nın Türkiye ile bağlantısının kesilip kuzeyden tecrit edilmesi, hem de Cerablus-Azez arasını kontrol eden IŞİD’in güneyden tecrit edilmesi demek.
31 Aralık günü Halep’in kuzeydoğusundaki Suriye ordu birlikleri El Bab’a 20 km mesafedeki Şeyh Neccar’ı aldı. Dolayısıyla Suriye askerleri ile Menbiç yakınlarındaki SDG arasında bulunan uzaklık 92 km’ye inmiş oldu.
1 Ocak 2016 günü SDG’nin, Azez yakınlarındaki Taneb ile Tat Mraş köylerini yoğun çatışmaların ardından Ahrar’üş Şam ve El Nusra Cephesi gibi cihatçı grupların elinden aldığı haberi geldi. Bu arada SDG Komutanlığı’ndan yıl sonu itibarıyla yapılan açıklamaya göre, Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’e karşı 23 Aralık’ta başlatılan ve “İkinci Evre” adı verilen harekatta 2015 sonuna kadar 100 köy ve 600 km2’den fazla bir alan ele geçirilmişti.
2016 başı itibarıyla Suriye’nin kuzeyindeki durum bu. Yılın seyri içinde Suriye Demokratik Güçleri Türkiye sınırına sadece 1 km, Karkamış sınır kapısına ise en fazla 2 km uzakta olan Cerablus’a girip bölgeyi IŞİD unsurlarından temizlemek isteyecek. Afrin’deki YPG güçleri de kapısına dayandıkları Azez’i alma peşinde. Böylece Cerablus-Azez arasındaki koridoru cihatçı unsurlardan temizlemeyi umuyorlar.
Peki SDG Cerablus-Azez koridorunu cihatçı unsurlardan temizlemek üzere kuzeye çıktıklarında Ankara’nın buna yanıtı nasıl olacak? Savaşın bundan sonrasıyla ilgili soru ve cevapları da yarına bırakalım.
Yarın: Savaştan tehcire adım adım (III) – Yeni bir Rus Harbi'ne doğru mu?
Twitter: @akdoganozkan