Avrupa Parlamentosu seçimleri tamamlandı.
İlk sonuçlara göre Sosyalistler ve Avrupa Halk Partisi gerilerken, “ayrılıkçı” olarak nitelendirilen hareketlerin milletvekili sayılarındaki artış göze batıyor.
26 Mayıs 2014 Brüksel saati 17:00 itibariyle Brüksel'deki AP merkezinin, eline ulaşan sonuçlardan açıkladığı parlamento şöyle şekilleniyor:
Avrupa Halk Partisi (EPP) 213 milletvekili
Sosyal Demokratlar (S&D) 190 milletvekili
Avrupa Liberal ve Demokratlar İttifakı (ALDE) 64 milletvekili
Yeşiller 53 milletvekili
Avrupa Muhafazakar Reformcular (ECR) 46 milletvekili
Avrupa Birleşik Solu/Kuzey Yeşilleri (GUE/NGL) 42
Avrupa Özgürlük ve Demokrasi Grubu (EFD) 38.
Bu verilere ek olarak halen bazı ülkelerde çeşitli sebeplerle sonuçlanmamış (Brüksel'de merkezinde elektronik oy sistemi çöktü mesela) seçimlerin tamamlanması ile 41 sandalye daha belli olacak.
64 sandalye ise Avrupa parlamentosunda kendisine ilk kez yer bulan oluşumların ve partilerin milletvekillerinden oluşuyor.
Bu 64 milletvekilinin var olan 13 partiden birine girip girmeyeceği, veya kendi aralarında bir grup oluşturup oluşturmayacakları önümüzdeki günlerde belli olacak. (AP'de bir grup en az 25 milletvekili)
Yukarıdaki veriler akıllarda bir çok soruyu da beraberinde getirdi.
Avrupa Parlamentosu ve birliğin başkentlerinden Brüksel'de yakından izlediğim seçimlerde kendi aklımdaki sorulara cevaplar aradım. Buyurun beraber bakalım.
1979 yılında imzalanan AB yasası niteliğindeki bir anlaşma Parlamento kararlarını üye ülkelerin yasalarından daha üstün tutmayı öngördü.
Bu kararın iki sebebi vardı. İlki parlamentoya ekonomiler üzeri bir güç katmak. İkincisi ise kuvvetler ayrılığı ilkesini kuvvetlendirmek.
Yani parlamentoyu, AB'deki güçlü ekonomilerin tekelinde kalmaktan kurtarmaktı amaç.
Avrupa Birliği bugüne kadar Avrupa Parlamentosu'nun karar uygulayıcı organı oldu. AP'deki milletvekillerinin aldığı kararların %80'i AB tarafından uygulanıyor. Kalanları da komisyonlar üzerinden hayata geçiriliyor.
İşte bu yüzden AP seçimleri AB'yi doğrudan etkileyecek.
Merkeze kaymaya başlayan bir parlamento, göçmen politikalarından, ekonomisine kadar AB'nin başının üstünde kötü bir Demokles kılıcı olarak sallanabilir.
Seçimlerle ilgili yapılan birçok haberde aşırı sağın yükselmesi Avrupa'da bir korku filminin gösterime girdiği hissiyatıyla veriliyor. Bu yüzden bu konuya da açıklık getirelim.
Öncelikle Türkiye'deki kaynaklardan bir yanlışı düzeltelim. AB'ye henüz katılmayan ve üyelik müzakerelerinin üst seviyelere geldiği ülkeler de oy kullandığından toplam 21 ülke değil 28 ülkede parlamento seçimi yapıldı.
Kayda geçmesi için yanlarında parlamenter sayısıyla birlikte veriyorum:
Avusturya (18), Belçika (21), Bulgaristan (17), Hırvatistan (11) , Kıbrıs (6), Çek Cumhuriyeti (21), Danimarka (13), Estonya (6), Finlandya (13), Fransa (74), Almanya (96) , Yunanistan (21) , Macaristan (21) , İrlanda (11), İtalya (73), Letonya (8), Litvanya (11), Lüksemburg (6), Malta (6) , Hollanda (26), Polonya (51) , Portekiz (21) , Romanya (32) , Slovakya (13) , Slovenya (8), İspanya (54) , İsveç (20), Birleşik Krallık (73).
Bold ile gördüğünüz ülkeler milletvekili sayıları yüksek olanlar.
İşte bu ülkelerde yerel seçimlerde aşırı sağın yükselmesi aynı zamanda parlamentodaki ayrılıkçıların da sayısının yükseleceği endişesini yarattı.
Her dönem Avrupa Parlamentosu'nda ki 751 sandalyenin en az 200'ü Avrupa'da birlik karşıtı partilerin elinde oluyordu. Bu veri Avrupa Parlamentosu'nun resmi yayın organı Europarl Televizyonu'nda da paylaşıldı.
Şimdi korkutucu olan bugüne kadar sesleri çıkmayan ve ekonomik kazançları olduğu için kalan 551 parlamenterin isteklerini görmezden gelen bu 200 sessiz 'ayrılıkçı' acaba yeni gelen gruplarla (Belçika'dan Flaman Partisi NVA, Fransa'dan Le Pen'in Front National'i) kendilerine bir kimlik kazandırıp seslerini yükseltirler mi?
Hele ki ekonomik krizin yükseldiği İspanya, Yunanistan gibi ülkeler de kendi paçalarını kurtarmak için bu ekibe destek verirse buyrun kurtlar sofrasına.
Bu arada sessiz çoğunluk Britanya ki her seferinde Avrupa Birliği ve Avrupa Parlamentosu'nun ekonomik yükünü çekmek istemediklerini, sadece kendi çıkarları için bu birlikte yer aldıklarını dile getiriyorlar AP'de toplam 73 sandalyeye sahip.
Britanya, Avrupa ortaklardan en sinsi olanı. Hep muhalefette ama asla işin başında değil. Vitrinde Fransa ve Almanya'nın kalması onun da işine geliyor.
Yaklaşık 380 milyon gibi bir seçmen kitlesinin sandığa gittiği AP seçimleri dünyada Hindistan'ın ardından en büyük seçim hareketi. Bu da başlı başına seçimin ekonomisini mercek altına almamız gerektiğini gösteriyor.
Avrupa Parlamentosu yıllık 2.5 milyar Euro ile Almanya, Fransa ve Britanya parlamentolarından daha büyük bir bütçeye sahip. Bu bütçe Avrupa vatandaşlarının vergilerinden ödeniyor.
Bütçedeki en büyük kalem ise 2. milyarın çeyreğini oluşturan çok dillilik. 24 farklı ülkenin 24 farklı dilde yazışmaları, resmi evrakları ve tercümanlar. Yani çok dillilik Avrupa Parlamentosu'na pahalıya patlıyor.
Parlamento da AB gibi üç başkentte toplanıyor. Lüksemburg, Strazburg ve Brüksel. 2014 AP seçimlerinin ardından bu konuda bir adım atılması da gündemde. Başkentlerin sayısı teke düşürülebilir. Bu konuda en büyük problem kurucu ülke Fransa.
Fransa zamanında illa kendi ülkesinde de bir başkent olmasını isteyince kurucu ülkeyi kırmayan diğerleri Strazburg'u da bir merkez ilan ettiler. Lüksemburg ise neredeyse sadece koridorlarında lobi şirketlerinin cirit attığı bir merkez. Ama Avrupa üçünden de vaz geçemiyor. Lüksemburg olmaz ise lobilerden gelen para olmaz. Strazburg sorunu ise “Fransa'yı kızdırmaya değer mi?” sorusuyla birlikte geliyor.
Belçika ise yönetim şeklinin krallık olması sebebiyle vergi indirimleri ve diğer ekonomik avantajları sebebiyle vaz geçilmez.
Bir de bu yıl ilk kez uygulanan bir sistem var o da parlamentodaki partilerin Avrupa Komisyonu başkanlığı için aday önerebilmeleri. Adaylar parlamentonun 1 Haziran'da ilk toplantısını yapmasının ardından 12-17 Haziran tarihlerindeki bir iç seçimde yarışacaklar. Bu çok daha karışık bir süreç. O da bir sonraki yazıya kalsın...