Bir yolculuğum sona eriyor ve eve dönüyorum. Ama buna yolculuk demeli miyim? Yolculuk nedir?
İlk çağlarda Homeros'un Odessa'sı, Orta Çağ'da Dante'nin İlahi Komedya'sı Rönesans'ta Rabelais'in Gargantua Pantagruel'i ve Saint John Perse'in Anabase'i yolculuk hakkında derin semboller taşıyan yapıtlardı. Rimbaud'nun Cehennemde Bir Mevsim (1873), Eliot'un Waste Land'i ve Saint John Perse'tin Seamarks'ı (1958) modern yazının yolculuk destanlarıydı. Yok benimki ne bunlara benziyor ne Wim Wenders filmlerine.
Size kendiminkini kısaca anlatayım.
Benim İstanbul'dan başlayan ve kısa kısa yollar gidip ara durakları da keşfetmeye çalışarak güneyde son bulan sürecimin adı yolculuk değil daha çok tatil. Yeni gözlerle bakmak için değil ama yeni yerler görmek için yapılan türe herhalde tatil deniyordur. Yolculuk olsaydı anlardım.
Tatil bitiyor ve eve dönüyorum. Özellikle tatile çıktığım zamanlarda bu kelimenin anlamını daha da sorguluyorum. Dışında kalmaya çalıştıkça bir yerlerinden içine itildiğim bir düzenin adı mıdır tatil diyerek.
Tatil neydi? Tatil emekti, tatil paraydı.
Haziran ayında "sadece yediğinizi içtiğinizi ödeyin" dedikleri yere Temmuz'da 50 lira giriş almaya burada tatil deniyor. Bir gün önce arabamı park ettiğim yere ertesi gün bir anda bir park görevlisi geliyor ve "40 lira artık" diyor. Kızımın sevgisi sebebiyle lahmacunun izini süren bir hayatım var. Nerede sorsanız fiyatını bilirim. Bodrum'un çeşitli yerlerinde fiyatı 10 ile 79 lira arasında gördüm. Hatta belki de Diderot etkisi lahmacundan başlamıştır diye düşündüm. "Eski Sabahlığımla İlgili Pişmanlığım" yazısında bunu harika anlatır.
Diderot etkisi ise bir nevi almayı durduramama, aldığına uyumlu olabilmesi için yeni şeyler edinmeye çalışma ve sarmalın hızla genişlemesi gibi bir durumu anlatır. Bence tersi bir okumayla plajlarda acaba "lahmacunu 79 lira yaptıysak girişi de az 300 lira yapmalıyız" diye düşünüldüğünü sandım.
Oysa gerçek anlamıyla durum şöyle işliyor: O plaja gideceksem bu mayoyu almalıyım, bu mayoyu aldıysam bu terlik ve plaj çantasını, onlara bu saç bandı uyar, o saç bandına da bu kitap. Denizde sallanan salıncak varsa ne ala. Evet, yanına bir de kahve söyleyebiliriz artık. Kim bilebilirdi ki fincanla verilen kahvenin hayatın en "instagrammable" öğesi olabileceğini?
Tüketim toplumunda kültürel ve sosyal sınıfımız da tükettiklerimize göre şekilleniyor ya hani. Baudrillard nesneler sistemini anlatırken buna değiniyordu.
Tüketim uzundur, ihtiyacı kendi belirleyen bir kavram. Çok kuramcı bu konuda yazı yazdı, Veblen'in temelini attığı, tüketimin gösteriş boyutu, farklı bağlamlarda sıkça ele alındı. Pierre Bourdieu'ya göre tüketilen nesnelerin sembolik anlamları vardır. Buna göre kişinin geliri değildir onun kim olduğunu anlatan, o gelir nasıl harcadığıdır.
Bocock "Tüketim" kitabında Bourdieu'yu analiz eder. Tüketim mallarının ve yemek, sunum gibi detayların farklı yaşam tarzlarını belirginleştirmek ve kendilerini başkalarından farklılaştırmak için nasıl uygulandığını anlatır.
Geçen ay girişin 50 lira olduğu bir plaj bu ay 80 lira. Koyda 3 yerde denize girilebiliyor. Ağacın altına sandalyelerini koyarsan ücretsiz denize girersin, püfür püfür de eser ama birkaç saatten fazla oturamazsın çünkü tuvalet yok. Hemen yanında 80 liraya denize girebilirsin, ama yemek yemek istersen günlük 80 liraya oradan çıkamazsın, hemen yanında da 250 liraya girebilirsin. Pardon bayramda 300 oldu. Denize girince herkes bir anda eşitlenir. Kimin hangi taraftan çıkacağını, kimin Birkenstock & Crocs terliklerini denizin kenarında bıraktığını bilemezsin. Oysa bu semboller elbette her gün yeniden üretilir ve her yerde başka üretilir.
Köyde bir düğüne katıldım, gördüğüm değil ama anlatılan hikayeler çok benzer. Örneğin düğününü gösterişli yapmak için tarla ve ev satanlar mı istersin yoksa düğünde takmak için bilezik kiralayanlar mı?
Meydana kurulan ufak lunaparklarda jeton fiyatları 5 ile 10 lira arasında değişiyor. Bodrum merkezde balık ekmek satan bir büfenin önünde kuyruk var. 15 liraya doymak kolay değil. Ama aynı kalabalık yemeğin en pahalı olduğu yerlerde de var. Nereye gitsen kendini farklılaştırmak zor artık, her yer kalabalık, her yerde senin farklı tercihlerini gündelik rutini haline getirenler var. Ya da farklılaşmak üzerine çikolata dökülen peynirli börek gibi bir şeyi yemek zorunda kalmak demek. Keşfedecek başka yer kalmadı.
Biz Epikürcülüğü "carpe diem"e ve hedonizme indirgeyerek okuduk, halbuki onun söylediği başkadır. Epikür'e göre mutluluğun formülü hayattan zevk almaktadır. Zevk almak esastır ama nasıl? Bu zevk ancak iç huzuru ile alınabilir. Diğer yollarla ruhumuz giderek doymak bilmez bir canavara dönüşür. Adeta bir kara delik gibi attığının içinde nereye düştüğünü bilemezsin.
Formül kolaydır. Arkadaşların olacak, paylaşacaksın, az harcayacaksın, harcadığın kadar üreteceksin. Demek formül uzun yıllardır belli. Elbette bu öneriyi alıp sadece bugüne uyarlamanın ne kadar mümkün olduğu da su götürür. Ama kulağa çok güzel gelmiyor mu?
Tüm tatillerimi yolculuklara dönüştürmeyi çok istiyorum. Bu döngülere asla takılmadan keşiflerin peşine düşmeyi. Ara ara içimden bir ses beni ayartmaya çalışsa bile yolumdan dönmemeyi. Sadece hızla devam eden pahalılığa henüz çözüm bulamadım.
Ne diyordu Huzursuzluğun Kitabı'nda Pessoa. "Günbatımı, günbatımıdır, gün batımını görmek için ta İstanbul'a gitmeye gerek yok. Yolculuk yaparken insan kendini özgür mü hissediyormuş? Özgürlük içimde yoksa, hiçbir yerde yok demektir."