Muhteşem Yüzyıl dizisiyle gönüllerimizde taht kuran Meryem Uzerli’nin 4 aylık hamile olduğunu açıklaması ülkemizde gündem yarattı.
Rol aldığı diziyi, ‘Tükenmişlik sendromu’ nedeniyle bırakıp apar topar Türkiye’den ayrılan sanatçıyı zaten anlamakta bir hayli güçlük çekmiş, hatta bu durumuyla da bir hayli eğlenmişken (!) , bu kez de yeni gelen hamilelik haberiyle şaşkına döndük.
Üstelik baba adayının hamilelikten haberi yoktu ve sanatçı çocuğunu tek başına büyüteceğini söylüyordu.
Elbette bazı bilirkişilerimiz durum tespiti yapmakta gecikmedi:
“Demek tükenmişlik değil hamilelik sendromuymuş!’
Sendrom meselesini bir yana bırakırsak eğer bu yeni durum akıllara;
"Çocuğu doğurma kararı sadece kadına mı ait olmalıdır? Ve böyle bir durum doğacak çocuk açısından ileri vadede ne derece sağlıklı olur?" sorularını da beraberinde getirmişti.
Psikiyatr Dr. Ayşegül Sütçü’yle, ‘kadın ve çocuk doğurma hakkı’ üzerine konuştuk, kendisi ilginç açıklamalarda bulundu…
İdeal olanın gebeliği kadın ve erkeğin birlikte karar vererek planlaması ve doğan çocuğa da birlikte bakmaları olduğunu açıklayan Dr. Ayşegül Sütçü, “Ancak bu koşulda dahi gebeliğin zamanı, sayısı konusunda fikir birliği olmayabiliyor. İdeal koşullarda bile gebelik biyolojik olarak kadına ait bir olgu olduğu için kadının kararı öncelikli. Evlilik bağı dahi olsa bebek doğurmak istemeyen bir kadın doğurmama hakkına sahip yani. Bu erkeği çaresiz bırakan bir durum da değil, zaten ideal ilişkilerde kadın ve erkeğin en başından yaşanacak yer, çalışılacak işler, birlikte çocuk yapıp yapmayacakları gibi konuları konuşarak karar verdikleri ve uzlaştıkları varsayılır” diye konuşuyor.
Akıl sağlığı yerinde olan her insanın kendi bedeniyle ilgili karar verme hakkının olduğu bir dünyada, ancak kadına bedeniyle ilgili söz söyleme hakkını vermeyen bir ülkede yaşadığımıza dikkati çeken Sütçü, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bağlayıcı yasalar olmasa da dini toplumsal ve ekonomik baskılar nedeniyle yaptırım gücü yüksek söylemler ve geleneklerle kadının bedeni erkeğin iki dudağının arasına sıkışmış durumda... Kadının kaç çocuk yapacağı, hangi yöntemle doğuracağı ve hatta hamileyken sokakta gezip gezemeyeceğine dair yaptırım gücü yüksek telkinleri her gün duyar olduk. Öte yandan en doğal hak olan doğurmama hakkı adeta kadının elinden alınmaya çalışılıyor.
Kendi bedeniyle ilgili karar veremeyeceği oy kullanma, bakkaldan içki-sigara satın alma, araba kullanma hakkı verilmeyen yaşta evlenmeye zorlanan çocuk gelinleri de sayayım mı?
Tecavüz edilip gebe kalmış kadınların o bebekleri doğurmasının telkin edilişini de ekleyeyim mi? Bir kadına yaşamını karartan o saldırıyı, tecavüzü, tecavüzcüyü her gün, her an tekrar tekrar yaşatacak bir bebeğe bakmasının beklendiği bir yaptırımlar, telkinler ülkesi...
Doğada biyolojinin kuralları geçerlidir. Kediler üreme içgüdülerine göre yavrulamak istediklerinde baba olacak kediyi kendileri seçerler, istemedikleri erkekleri reddeder istedikleriyle çiftleşirler ve sonradan da babalık davası falan açmaz, paşa paşa yavrularına kendileri bakarlar.
Salt biyolojik olarak düşününce neden bizde de böyle olmasın sorusu geliyor insanın aklına, ancak durum tam olarak böyle değil. İnsan sosyolojik bir canlı, sosyalleşmemizi sağlayan bir genetik yapımız var. Kedilerde olmayan ancak bazı yüksek canlılar ve insanda olan ensest yasağı ve tek eşlilik özelliğimiz var. Ensest yasağı genetik özelliklerimizi koruyan, babalık kavramını ortaya koyan tek eşlilik de çocuğun yaşamının devamlılığı için en uygun koşulları sağlayıp genetik aktarımı koruyan özellikler.
İnsan yavrusunun büyümesi zahmetli bir süreç. Bebek beslenmek, barınmak, yaşama devam edebilmek için gereken para ve sosyal desteğe gereksinim duyuyor. Hem yaşamı sürdürmek hem de sağlıklı bir kişilik gelişimi için anneden ayrı bile olsa bir baba kavramına gereksinim var” diyor.
Toplumda babanın temel görevlerinin; bakım veren, anneye ve çocuğa yeterli ve uygun maddi olanakları sağlayan kişi olarak düşünüldüğünün altını çizen Dr. Ayşegül Sütçü, “Baba yalnızca bebeğin yaşam koşullarını maddi olarak iyileştirmek için önemli değil, onun kişilik gelişimi ve sağlıklı bir kimlik oluşumu için gereken baba kavramının da içini doldurmalı. Peki baba bu sorumluluğu almak istemezse ne olacak? İşte orada asıl dava başlıyor. Sanıyorum bunu engelleyen bir hukuki yaptırım yok. Kadın gebe kalıp babalık davası açarsa, baba da ben bakmak istemiyorum derse hukuken ne olur bilmiyorum, kendi açımdan kadın böyle bir talepte bulunmazsa bebeğini doğurmak en doğal hakkı diye düşünüyorum. Erkeğin baba olmak istememe hakkı var elbette, ancak eger kadın gebe kalmış ve bebeği dünyaya getirmek istiyorsa ben baba değilim demesi olacak şey değil. Sanırım her erkek korunmadan cinsel birliktelik yaşarsa partneri kadının gebe kalabileceğini biliyordur. Bu durumda erkeğin de kadını kendinden gebe bırakmama sorumluluğu erkeğe ait bir sorumluluk, baba olmayı kesinlikle istemeyen bir adam gebeliği önleme sorumluluğunu yalnızca kadına bırakmamalı” diye konuşuyor.
Dünyada artık pek çok çocuğun tek ebeveynle büyüdüğünü söyleyen Dr. Ayşegül Sütçü, “Dünyada değişen sosyal ve ekonomik koşulların getirdiği bu toplumsal değişim, yani boşanmaların artması nedeniyle tek ebeveynli çocukların ruh sağlığı konusu önemli bir araştırma konusu. Bir baba figürünün eksikliğinin olası etkileri ve üreten çözümler ruh sağlığı çalışanlarının ilgi alanında. Her çocuğu ve her tek ebeveyni kendi koşullarında değerlendirip bir sorun varsa etraflıca anlamaya ve çözümlemeye çalışıyoruz. Biz ne kadar ataerkil düzenin giderek daha hakim olageldiği bir ülkede olsak da dünya kadın haklarına her gün daha da sahip çıkıyor.
UNFPA (Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu) kadınların bedeni üzerindeki haklarını, doğurmama ve korunma özgürlüğünü, erken yaşta evlendirilmelerinin çözümlerini savunmaya devam ediyor.
Dünyada sperm bankaları erkeğe babalık sorumluluğu yüklemeden, kendi başına -doğadaki gibi- bebeğine bakmak ve büyütmek isteyen kadınlara gebe kalma ve doğurma özgürlüğü sağlıyor.
Toplumsal tutum bu konuda çok önemli. Ataerkil toplumlarca babası belli olmayan çocukların ‘piç’ diye adlandırılması ve bir günah gibi saklanması da kadının üzerine yüklenen bir yük...” diyor.
Hamilelik olayında kadının duruşunu korumasının önemli olduğunu da belirten Sütçü açıklamasına şöyle devam ediyor:
“Kadınlar kendi bedenleri üzerindeki haklarını ve kendi yaşam haklarını savunan emin, kararlı bir duruşu korumaya devam etmeli. Feminizm hareketinin ısrarlı gayreti ve kadınların sağlam duruşu sayesinde bu bakış açısı dünyada değişmeye başladı. Feminist akımlar ve insan haklarını savunan kurumlarca eğitimler yoluyla ataerkil ve kadın erkek eşitsizliği yaratan durum değiştirilmeye çalışılıyor. Dilerim bir gün tüm insanların eşit olduğu düzeye geliriz. İnsan haklarının temel hak ve özgürlüklerin her cins, din, dil ve ırktan insanlar için aynı olduğu düzeye...”
Ülkemizde bu konuda baba adayı tarafından kadına açılmış olan bir dava var mıdır bilmiyorum ama ben de elbette kişisel olarak Meryem Uzerli’yi yürekten destekliyorum.
Çünkü sonuç ne olursa olsun bir çocuğun ister anne-babayla ya da isterse sadece anne ya da babanın yanında olsun, en önemli şeyin ‘sevgi’ ile büyütülmesi olduğunu düşünüyorum.
Eminim Meryem Uzerli de, içindeki o hepimizin kendisinde hayranlıkla izlediğimiz ‘saf sevgisi’ ile muhteşem bir çocuk yetiştirecektir…