D_Masthead_970x250
Aptallar Çetesi: Tam bir şapşallar güldürüsü...

ROGUE ONE: BİR STAR WARS HİKÂYESİ          X  X  ½ (Rogue One: A Star Wars Story) Yönetmen: Gareth Evans Senaryo: Chris Weitz, Tony Gilroy Görüntü: Greig Fraser Müzik: Michael Giacchino Oyuncular: Felicity Jones, Diego Luna, Mads Mikkelsen, Riz Ahmed, Ben Mendelsohn, Forest Whitaker, Donnie Yen, Wen Jiang, Jimmy Smits, Alan Tudyk LucasFilm yapımı. 

 

   Star Wars dönüyor. Bir yedinci filmle... Bu dönüşün kimseyi demeyeyim ama, herkesi mutlu etmesi beklenemez. Aşırı koşullanmış ve naif hayranlarının dışında, film ciddi bir yaklaşımla pek övülecek bir nesne değil.

   Klasik biçimde açılan film, yine belli olmayan bir çağda eski filmlerden bildiğimiz kimi sözcükleri, kişileri, kurumları yeniden karşımıza getiriyor. İmparatorluk yine orada, tüm haşmetiyle durmakta ve zalim bir biçimde hükmetmektedir. Ve karşısında yine İsyan eylemi vardır: tüm uzaya yayılmış olarak...

   Hikâyenin odağında bilim insanı Galen Erso vardır. Kızı Jyn ve karısıyla birlikte... Ama baba kaçırılır, karısı öldürülür. Ve küçük kız kaçıp saklanır.

  Bir zaman sonra Jyn büyümüş olarak karşımıza gelir.  Babasını bulmak ve intikam almak için yanan yüreğiyle birlikte... O arada isyancılar ayaklanmış, imparatorluğun yeni imalatı olacak Ölüm Yıldızı adlı bir silahın planlarını çalmaya uğraşmaktadırlar.

   Ve Jyn birden kendisini bu bu savaşın göbeğinde bulur. ANH- A New Hope- Yeni Bir Umut hareketinin silahşörü, giderek lideri kolarak... Ve uzayda hareket başlar.

   Süregelen bir çizgi romandan yola çıkan ve belki yeni bir serinin kapısını açacak olan bu film öylesine iddialı, öylesine özel efekt yüklü ve  öylesine hızlı ki... İnsanı perdeye bağlayacağı yerde daha çok sersemletiyor!..

   Geçmiş filmlerin teknolojik değerlerinin ve çarpıcı görselliklerinin yanısıra saygın birer öyküleri, yepyeni  kahramanları ve yer yer felsefi bir derinlikleri vardı. Burada onlar yok.

   Onun yerine hikâyenin sayılması bile zor birçok kişisi var: Mads Mikkelsen’le Felicity Jones’un yarattığı ilginç ve duygusal baba-kız ilişkisi. Diego Luna’nın biraz silik duran yeni jön Andor’u. Riz Ahmed’in giderek kahramanlaşan Bodhi’si. Donnie Yen ve Wen Jiang’ın doğulu mistikleri. Forest Whitaker’in –tanınmaz haldeki- siyahi savaşçı Saw Gerrera’sı. Alan Tudyk’in hayli uzun boylu olsa da eskilerini aratan sevimli robotu vs. vs.

  Ama tüm bunlar eskilerin yerini tutamıyor. O kadar kalabalıklar ki, hiçbiri tipten karaktere dönüşemiyor. Jedi’lerin hep anılması, Darth Vader’in zaman zaman gözükmesi (hatta finali de o getiriyor!), sonlarda Carrie Fisher’in bile kısacık da olsa boy göstermesi yetmiyor. 

    Gerçi film yine yaratıcısı Lucasfilm’in elinden çıkma. Ve yine ortalık “Güç bende... Ben Güç’le birlikte yürüyorum” diyenlerle dolu. Ama bunlar da durumu kurtarmıyor.

  Uzayın yıkılan istasyonları, savaşla harap edilen gemileri yer yer güncelliğe göz kırpıyor: sanki dev perdede yok edilen Halep veya yeniden DAEŞ’in eline geçen Palmira’yı izliyoruz!.. Öylesine bir barbarlık gösterisi, bir yoketme isterisi...

   Ama eski filmlerin havası yok. Bir zamanlar Simone Signoret’nin anılar kitabına verdiği ad gibi: Nostaljinin eski tadı yok!...Nostaljiyle değil de yeni bir keşif için giden genç bir seyirci belki ilgi duyabilir.