Ülkenin önemli gündem maddelerinden biri yüksek kira artışları, diğeri ise yükseköğrenim gören gençlerimizin yurt sorunudur. Aslında son dönemde yaşanan kira artışlarına sebebiyet veren en önemli faktör, yurtlarda yer bulamayan öğrencilerin ev kiralamaya mecbur kalmalarıdır. Bu mecburiyet ev talebini artırıyor, kiralar yükseliyor ve sonunda mağduriyete dönüşüyor. Bu kiraları öğrenciler nasıl ödesin, büyük fedakârlıklar ve sıkıntılar içinde çocuklarını okutmaya çalışan aileler bu kiraların altından nasıl kalksın?
Mecburiyeti mağduriyete dönüşen öğrencilerin bu durumu kiralık ev arayan diğer vatandaşları da etkiliyor haliyle. Onlar da ev arıyor, ev bulamıyor, buldukları evleri yüksek kiralar nedeniyle kiralayamıyor. Düşünün, bir yanda milyonlarca öğrenci ve onların aileleri, diğer yanda ev arayan diğer vatandaşlar. Hepsi bugünlerde çok sıkıntılı, ne yapacaklarını düşünüyorlar.
Bu konu çok önemli, ciddi bir toplumsal sorun karşı karşıyayız. Bu kadar insanımızı sıkıntıya sokan bu durum hem hükûmetin hem de belediyelerin öğrenci yurtlarına daha fazla ve acilen yatırım yapmalarını zorunlu kılıyor. Bu konuda acil önlem alınmadığı takdirde, özellikle büyük kentlerde kiraların çok daha fazla artacağını belirtmekte yarar var.
Türkiye’nin 203 üniversitede öğrenim gören 8 milyonu aşkın öğrencisi var. Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı 769 adet yurtlardaki yatak kapasitesi 720 bin civarında. Özel yurtlarda 250 bin olmak üzere toplam 970 bin yükseköğrenim gencini barındıracak yatak kapasitesine sahibiz.
Gördüğünüz gibi yurt yatak kapasitesi üniversitelerde okuyan öğrencilerimizin ihtiyacını karşılamıyor. Bu çok ama çok önemli bir sorundur. Ülkemizin geleceğini emanet edeceğimiz gençlerin bu önemli sorununa hiç kimse kayıtsız kalamaz.
Peki bu sorun neden bu yıl bu kadar güncel ve yakıcı hale geldi?
İki yıldır pandemi nedeniyle üniversiteler kapalıydı. Uzaktan eğitim sayesinde öğrenciler bulundukları şehirlerdeki evlerinden eğitim gördüler. Haliyle yurtlar boştu, ev talebi de düşüktü.
Ama bence en önemli neden üniversitesi sayısının çokluğu ve neredeyse üniversite giriş sınavına giren öğrencilerin tümüne yakını için kontenjan tanınması. İşte bu yılki rakamlara göre sınava girip tercih yapanların yüzde 86’sı ilk yerleştirme ile bir üniversiteye girdi. Ek yerleştirme falan derken neredeyse tercih yapan her 10 kişiden 9’unun üniversiteli olduğu bir sistemden söz ediyoruz. Evet bu yıl pandeminin etkisi olabilir ama pandemi bu sıkıntının konjoktürel nedeni. Asıl sebebi sıkıntının ise plansız ve hesapsız şekilde artan üniversite sayısına bağlı olarak artan öğrenci sayısı.
Dünyanın hiçbir ülkesinde bu şekilde her ilde, neredeyse her ilçede üniversiteler, fakülteler açılmaz. Üniversite ve fakültelerin açılması belli bir plan-program çerçevesinde açılır. Üniversite açılmadan önce akademisyeni, yurdu, şehrin altyapısı falan hepsi değerlendirilir. Bizde plansız ve programsız, hatta öğretim üyesi olmadan açılan üniversiteler serisi var.
Sadece Rektörü profesör olan üniversite ve fakültelere sahibiz. Fakültelerde profesör ve doçent olmadığı için rektörün aynı zamanda 4 veya 5 fakültenin de dekanı olarak üniversitenin web sayfasında görüyorsunuz.
Tıp fakülteleri içinde araştırma ve uygulama hastanesi olmayanı var. Kadavra görmeden mezun olan tıp doktoru var.
Hukuk Fakültelerinde profesör ve doçent olmadığı birçok dalda eğitim veren emekli hâkim, savcı ve noterler var.
Diğer fakültelerin de bu saydıklarımdan bir farkı yok.
Oysa geçmişte dünya üniversiteleri ile yarışan üniversitelerimiz, dünyadaki en iyi bilim adamları arasında gösterilen öğretim üyelerimiz vardı.
Mesela İstanbul Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, İTÜ, Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, ODTÜ, Hacettepe, Ege Üniversitesi, 9 Eylül Üniversitesi, Eskişehir Anadolu Üniversitesi gibi saygın Üniversitelerimiz vardı.
Bu üniversite ve fakültelerden mezun olan nitelikli hukukçular, tıp doktorları, iktisatçılar, mühendisler parmakla gösterilir ve hem ülkenin, hem de dünyanın birçok uluslararası kuruluşunda yönetici olarak görev alırlardı.
Üstelik bu sözünü ettiğim bu üniversitelerin fakültelerinden mezun olan gençlerimiz bugünkü gibi “profesör, doçent görememe” sorunu da, kalacak yer/yurt sorunu da yaşamadılar.
Şimdi ise diplomalı işsizler ordusu yetiştiren, yeterli sayıda profesörü, doçenti olmayan, niceliği çok ama niteliği tartışmalı üniversitelerimiz var.
Sizce hangisi doğru?
Prof.Dr. Aydın Ayaydın
Rekabet Kurumu Kurucu Başkanı