Dün Tırmık’tı iki kilit soruyu ardarda getirerek noktalamıştık...
Dün Tırmık’tı iki kilit soruyu ardarda getirerek noktalamıştık: Bir: Misyonerlik sahiden Türkiye için bir tehlike midir? İki: Misyonerlik faaliyetleri, yani Türkiye’de Hristiyanlığı yaymak için çalışmak sahiden suç mudur? Sorulara –meselâ- Batı Avrupa demokrasilerinden örnekler vererek cevaplamak kolay ama fazla anlamlı değil. Evet, -meselâ- Almanya’da Müslümanlığı seçen Almanlarla ilgili sayısal veriler şaşırtıcı. Her yıl 4000 Alman’ın İslamı seçtiği Alman İstatistik Kurumu’nun bültenlerinde değil, günlük gazete haberlerinde ve sık sık yer alıyor. Buna karşılık Türkiye’de –bir kaç ay önce not alırken bir yanlışlık yapmadıysam- son 10 yılda İslam’dan vazgeçip Hristiyanlığı seçenlerin sayısı 281 kişiden ibaret. -Meselâ- Almanya’da Alman-İslam Konferansı adlı örgütün verilerine göre müslümanların sayısı 3,7 ile 4,3 milyon arasında tahmin ediliyor. Bunların 2,5 milyonu Türkiye kökenli. –Meselâ- Almanya’daki camilerin sayısı 3 bin’i çoktan aştı. Bütün Avrupa’da ise 12 bin cami bulunduğu bizim Diyanet İşleri Başkanlığının 2009 verilerinde yer alıyor. Bu camiler salt müslümanların ibadethanesi olarak değil, aynı zamanda Avrupa’da islamiyeti yayma çabasındaki “islam misyonerleri”nin merkezleri, yuvaları olarak da işlev görüyor. Bugüne dek hiç bir islam misyonerinin bu faaliyetlerinden dolayı yakalanıp yargılandığını duymadım (Oraları iyi bilirim, olsa duyardım). Oysa her sıkıyönetim ilanından sonra, her darbe ertesinde Yehova Şahitleri ya da benzeri misyonerler ile bencileyin solcular birlikte volta atıp, ranza paylaştılar. * * * Madem somut veriler böyle, -mesela- Batı Avrupa demokrasilerinde Müslümanların sayısı, Türkiye’deki Hristiyanların sayısı ile karşılaştırılamayacak ölçüde çokken... Batı Avrupa demokrasilerinde Müslümanların, hele hele kendilerine islamı yayma misyonu biçen islam misyonerlerinin gönüllerinin çektiği gibi etkinlik göstermelerinin önünde hemen hemen hiç bir engel yokken ve Türkiye’de kelleyi koltuğa almadan Hristiyan dinini yaymak üzere misyonerlik yapmak mümkün değilken... Batı Avrupa demokrasilerinde cami yapmak isteyenler kent yönetimlerinden arsa filan gibi destekler alabilmekte, en azından talep edebilmekte ve cami sayısı artık onbinlerle ölçülür hale gelmişken, Türkiye’de varolan üç beş kilisenin varlığını sürdürmesi, korunması bile ancak cemaatlarının destekleriyle mümkünken... Bu misyoner korkusu nedendir? Sokaktaki fanatik Müslümanlardan söz etmiyorum. Çok yukarılarda, Milli Güvenlik Kurulundaki başbakanların, bakanların, dört yıldızlı generallerin imzalarıyla misyonerlik faaliyetleri resmen “Ülkeyi bölüp parçalamak istelen dış güçlerin yol açtığı bir tehlike” olarak ilan edildi. Niye? Bu adamlar ve (Tansu Çiller gibiler yüzünden) kadınlar böyle bir tehlike ilanının saçma olduğunu görmüyor ya da göremiyorlar mı? Haydi fanatik Müslümanlar bunu bir dinsel saldırı olarak görüyor, “İslamı yaymak sevap, öteki dinleri yaymak günah ve suç” mantığı ile bu konuda saldırgan bir duyarlık içindeler. Peki gerektiğinde laikliği demokrasiye tercih edecek kadar net tercihleri olan ulusalcıların bu duyarlığı ve misyoner korkusu niye? Niye Hristiyan misyonerler için devletin derinliklerinden ölüm fermanları çıkarılıp uygulatılır? Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılıp ortodokslar için din adamı yetiştirmesi, imam hatip liseleri ve ilahiyat fakülteleri cenneti Türkiye’de niye bir milli meseledir? Osmanlının Dünya Ortdoksluğunun merkezi ilan ve kabul ettiği ve desteklediği Fener Rum Patrikhanesinin ökümenikliğinden söz edilmesi niye hemen “Hortlayan Sevr ruhu... Türkiye’yi bölmek... İstanbul’u Vatikan yapmak” çığlıkları ile karşılanıyor? * * * Acaba bu ardarda gelen soruların cevaplarından biri “Özgürlük kültürü gelişmemiş toplumlarda dıştan gelen her düşünceden ölesiye ürkülür ve o düşünceyi taşıyanlar öldürülür”den ibaret olabilir mi? Acaba bu ardarda gelen soruların cevaplarından biri, İslamın ümmetçi özü gereği her türlü milliyet ve kavmiyeti önemsiz bulmaları gerekirken Türkiye’nin sünni Müslümanlarında milliyetçilik damarı en az Müslüman damar kadar güçlü ve bilinçaltının derinliklerinde sağlam bir yer edindiği için mi bu böyle? Acaba Diyanet İşleri Başkanlığının manevi ve maddi katkılarıyla sünni islamı denetleyebilen, en azından denetleyebileceğini düşünen ulusalcı ideoloji, bunların dışında kalan her türlü dinsel yönelimi boğarak, yaşam hakkı tanımayarak egemenliğini pekiştirme hesabında olduğu için midir? 12 Eylül’ün Kemalist generallerinin en fazla imam hatip lisesi açan iktidar olmaları ve iktidarlarını güvenceye almak için Türk-İslam sentezine sarılmaları bu yüzden midir? * * * Yine yazı uzadı ama pehlivan tefrikasına da dönmesin. Şimdilik burada keselim. Belki ileride yine değiniriz...