Türkiye’deki kız arkadaşlarım, lise grubum, üniversite grubum, Vancouver’daki arkadaşlarım arasında dönen WhatsApp muhabbetlerinde karantinanın ilk günlerinden beri dikkatimi çeken bir konu var: Geçmişe özlem.
Misal lise grubumla Bağdat Caddesi’nde fink attığımız 14-15 yaşlarımıza gidiyor, Kristal Büfe’ye bir uğruyor, bir Banana Split’i 6 kişi kaşıklayarak paylaşıyor, karşıya geçip Beta ayakkabının önündeki bankta oturup gelene geçene bakarak laflıyoruz.
Üniversite grubumla İTÜ’nün kantininde yoğun sigara dumanı altında King oynuyor, bir yandan kantinci Sabahattin Abi’nin goralısını ayranla mideye indiriyoruz.
Vancouver’daki arkadaşlarımızla İstanbul’a ışınlanıyor, kah Roxy’nin kapısında sıra bekliyor, kah İstiklal Caddesi’nde yürürken sokaklara taşan müzik sesine kapılıp Mephisto’dan iki kitap alıp çıkarken buluyoruz kendimizi.
Telefon yeni çıkmış o yıllarda ve sadece telefon olarak kullanılıyor. Evlerde müziğimizi açıp, kitabımızı okumak en güzel kafa dağıtma yöntemimiz.
Vancouver’daki Türk marketinden, tahin helvası alıyorum. Babam çok severdi. Balıkla başlayan yemekler, helvayla biterdi. Her lokmada, aile evindeki o sofraya oturuyorum sanki...
Kardeşim canının Alman pastası çektiğini yazıyor WhatsApp’a. Ben 14, o 10 yaşında... Elinden tutuyorum, kaldırımın sağından yürüyerek Erenköy Dibek Pastanesi’ne gidiyoruz. O pastayı oradaymışım gibi tezgahta görüyorum, kokusu burnuma geliyor. Bunun garipliğini gençliğimizi aynı mahallede geçirdiğimiz diğer bir arkadaşıma anlattığımda "Ah diyor! Tadı ağzıma geldi!". Hiçbirimizin 30 yıldır aklına bile gelmemişti oysa! Muhtemelen 70’lerin bu meşhur pastasını yapan pastane bile kalmamıştır artık.
Zihnimizin 85-95 yıllarını kapsayan bu dönemde yaşamasını, o yıllarda da zamanımızın çoğunu evlerde geçirmemize bağlıyoruz arkadaşlarımla... Annelerimizin yaşadığı hayatı, biz anne olarak yaşıyoruz şimdi. Ütü, temizlik, yemekten sonra meyve kesme, balkonda çay içme, çocuklarla film izleme, arada tavla oynama... Karantina altındaki bu yeni hayat, bana gençliğimi hatırlatıyor. Sadece roller değişik.
Bu kadar tatlıya, pastaya düşmemizin nedeni de, bu şekerli lezzetlerin mutlu çocukluk günlerimizi hatırlatmasının haricinde, seratonin salgılatması ve şu kaygı dönemlerinde bizi mutlu etmesi büyük ihtimalle...
Düşüncemi Psikolog Serkan Özgün’le paylaşıyorum. "Ben memleketten uzakta olduğum için bu kadar nostaljiğim sanıyordum ama kimle konuşsam öyle. Yanılıyor muyum?" diye soruyorum.
Cevabı şöyle oluyor: "Karantina günlerinde çoğumuzun zihni geçmişle epey meşgul. Belirli bir anının aklımıza gelmesi için farklı tetikleyiciler var; tad veya koku alma, motor hareketleri gibi... Yoğun iş hayatından fırsat bulup yapamadığımız şeyleri evlerimizde kalıp yaparken, zihin bu eylemle ilgili ağını tarıyor. Oradan birçok 'süpriz' çıkıyor; erken yaş deneyimleri, ev deyince anne-babalar, büyükanneler-dedeler..."
Her anı, beraberinde onunla ilgili duyguları da getiriyor. Bu melankolik hâl, bugüne ait olmayan ama tetiklenen duyguların toplamı. Maalesef herkes için hatırlananlar pozitif de degil, kimi için evde pişen yemek, kimi için pişmeyen..."
Bir diğer konu rüyalar. Rüyalarım sıkça aile evinde geçerdi, bu dönemde bunun dozu arttı. Hatta geçenlerde rüyamda 8.5 yıl önce kaybettiğim babamı, Koronavirüs'ten kaybettiğimi gördüm. Aynı acıyı, aynı keskinlikle hissettim. Uyandığımda uzun süre kendime gelemedim.
Serkan Özgün bu konuda da şöyle diyor:
"Rüyalarda da benzer durum var. Zihin uykudaki derin faz olan Rem uykusunu bir işlemleme süreci olarak görür. Rüyaları bir işletim sisteminin gün sonu açık dosyaları temizlemesi, depoya kaldırması gibi düşünebiliriz.
İşletim sisteminin kendi başına halletmesininin mümkün olmadığı ya da akut durumlarda tekrarlayıcı rüyalar görürüz. Bu zihnin adaptif bir çabasıdır. Yutmakta zorluk çektiğimiz bir lokmayı sürekli çiğnememiz gibi..."
"İspanyol Gribi’nden 100 yıl sonra tüm ülkelerin sistemlerini durduran, insanları evlere kapatan bir pandemiyle karşı karşıyayız. Dünyanın her yerinden ölüm haberleri aldığımız, korkup korkutulduğumuz bu dönem de farklı değil. Boğazımıza yapışan lokma gibi sindirmekte zorlanıyoruz ve bu durum rüyalarımıza yansıyor.
Pandeminin içinde en büyük endişelerden biri, hastalığın artık yaşlı olan anne-babalarımıza bulaşması ve onları kaybetmek. Tahminim senin rüyanda da zihnin bu korkuya referans olan kaynakla, baba kaybınla uğraşıyor."
Serkan Özgün bu dönemde yaşadığımız geçmişe dönük olumlu/olumsuz duyguları yazarak, paylaşarak ortaya çıkartmanın arkadaki işlemciye yapılabilecek en büyük katkı olduğunu söylüyor. Sıra sizde... Bakalım gençliğinizin hangi yollarında yürüyecek, çocuğunuza hangi çocukluk oyununu öğreteceksiniz?
Evimden, evinize sımsıcak sevgiler...