Yarın çocuklarımın doğum günü... 17 olacaklar. Hevesle babalarının İstanbul'dan gelmelerini, birlikte doğum günlerini kutlamayı ve sömestr tatilini geçirmeyi bekliyorlar. Ben Covid-pozitif olduğumuz haberini çocuklarıma nasıl vereceğim? Eski eşimi arayıp nasıl "Gelme" diyeceğim. Başka zaman olsa belki Covid olduğuma bu kadar üzülmezdim ama birçok plan arka arkaya iptal olacağı için yıkılıyorum. Elbette bilerek Covid olmadım ama yine de kendimi çok suçlu hissediyorum.
Çocuklarıma maskelerini takıp koridora çıkmalarını söylüyorum. Bir gariplik olduğunu anlıyorlar. Yara bandını hızlıca çekercesine oğlumun ve benim pozitif çıktığımız haberini veriyorum. Oğlum "Anne saçmalama, ben iyileştim bile, olamaz" diyor. Test sonucunu ona mesaj atmamı istiyor, gözüyle görmeden inanamıyor. Herhangi bir semptom geçirmeyen kızım, kendini korumak için hemen kapıyı üstümüze kapatıyor. Çocuklarımın babasını arıyorum. Neredeyse elinde bavulla kapıdan çıkmak üzereyken onu yakalıyorum. Sağ olsun, "Önemli olan sizin sağlığınız." diyor ve seyahatini erteliyor.
Kız kardeşimi arıyorum. "Çocuklarımın doğum günlerini, sömestr tatillerini mahvettim" diyerek ağlıyorum. Her zamanki sakin tavrıyla bana moral veriyor. Covid döneminde planların son anda değişmesinden daha normal bir şey olmadığını, insanların bırak doğum gününü, cenazelerini düzenleyemediklerini söylüyor ve arkadaşımızın annesinin kaldırımda cemaatsiz kılınan cenaze namazını hatırlatıyor. Kardeşim, silkinip kendime gelmemi sağlıyor.
Erkek arkadaşımı arıyorum. Onun da test yaptırmasını istiyorum. Bu kadar hızlı bulaşan bir şeyi ona geçirmemiş olmam imkansız gözüküyor. Büyük ihtimalle pozitif ama asemptomatik olduğunu düşünüyorum. O da moral vermeye çalışıyor, kendimi üzmemin kimseye bir faydası olmadığını hatırlatıyor. O gece çok fazla telefonda konuşmaktan yine nefes nefese kalıyorum ve erkenden yatıyorum.
Çocuklarımın yeni yaşına, yeni kurallarla başlıyoruz. Herkes evde maskeyle dolaşacak, kızım kimsenin kullanmadığı misafir tuvaletini kullanacak, ortak alanlar minimumda kullanılacak. Sabahları önce ben ve oğlum aşağı inip kahvaltımızı edeceğiz, sonra ben tuttuğumuz her şeyi alkollü mendille dezenfekte edeceğim, balkon kapısını sonuna kadar açarak evi en az yarım saat havalandıracağım. Ondan sonra kızım kahvaltı yapmaya inecek.
Moralleri yüksek tutmaya çalışsak da aynı evin içinde kızımın doğum gününü facetime'la kutlamak gözümden iki damla yaş akmasına neden alıyor. O sırada en yakın arkadaşlarımdan biri arıyor. Camdan bakmamı söylüyor. Bizim için yaptığı market alışverişini, çocukların doğum günü için aldığı pastayı, pişirdiği çorbayı kapıya bırakıyor. Sonra diğer yakın arkadaşım geliyor. O da mis gibi tavuk çorbası bırakıyor, sokaktan el sallayarak beni güldürmeyi başarıyor. Daha önce Covid geçirmiş başka bir arkadaşım arayıp kendi deneyimini anlatıyor, hastalığımız süresince almamız gereken vitaminlerin listesini yolluyor. Dünyanın öbür ucunda böyle düşünceli ve şahane arkadaşlarım olduğu için kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu arada Kanada'da Covid'e ilaç verilmiyor. Standart tedavi: 1000 mg C vitamini, Çinko tableti, 5 damla 1000 Iu'luk D vitamini...
Tüm bunların üstüne Türkiye'deki arkadaşlarımın ve ailemin hazırladığı sürpriz eklenince artık gözyaşlarımı tutamıyorum. Eve çiçekler, üzerinde "Doğum Gününüz Kutlu Olsun" ve "Çabuk İyileşin" yazan rengarenk balonlar ve doğum günü pastası yollamışlar. Bu süreçte az samimiyetim olan tanıdıklarımın bile telefonla, mesajla ulaşıp "Neye ihtiyacınız varsa getirelim." demesi, yardım etmeye çalışması bize çok iyi geliyor.
Akşama erkek arkadaşımın testi negatif geliyor."Yazın Boğaz'da yüzdüğüm için bağışıklığım kapı gibi. Bak sen de yüzsen belki kapmayacaktın virüsü." diyerek beni güldürmeyi başarıyor."Şaka bir yana, keşke asemptomatik olsaydım da, gelip size bakabilseydim, Noel tatilini birlikte geçirebilseydik." deyince gülerken yine ağlamaya başlıyorum.
Bir sonraki gün benim hastalığımın altıncı, oğlumun dördüncü günü oluyor. Sabah saat sekizde pozitif sonucumuzu öğrenen aile hekimimiz arıyor. Semptomlarımızı, hastalığı nasıl geçirdiğimizi soruyor. "Çok büyük ihtimalle atlatmışsınız. Bu hastalığın seyri tam iyileştiğinizi zannetiğiniz zaman değişebiliyor. Siz aşılı olduğunuz için sizde böyle bir şey olacağını hiç zannetmiyorum, yine de olursa şaşırmayın." diyor, durumumun kötüleşmesi halinde, kendisine her zaman ulaşabileceğimi belirtiyor. Arkadaşımın linkini yolladığı vitaminleri de onaylıyor, "Başka bir şeye gerek yok" diyor. Kanada'da sağlık hizmetlerine ulaşmak, hele de Covid'in en yoğun günlerinde ulaşmak zorken, doktorumuzun bu telefonu, moral ve güven veriyor.
O kapatıyor, Vancouver İl Sağlık Müdürlüğü'nden bir yetkili arıyor. O da semptomlarımızı not alıyor. Yoğunluktan dolayı artık geriye dönerek hastalığı kime bulaştırmış olabileceğimizi takip edemediklerini, bizim bir liste yapıp semptomlarımız başlamadan üç gün öncesine kadar gördüğümüz herkese haber vermemizi istiyor. Zaten yaptığımızı ancak üç gün önce oğlumun okulda olduğunu söylüyorum. Oğlumun okulunu soruyor. Muhtemelen okulda kayıt altına alınmış birçok vaka olduğunu görüyor. Benden 2.5 gün sonra semptom gösterdiğini duyunca, "Omicron'da bulaşma süresinin çok kısaldığını biliyoruz ama bir ihtimal oğlunuz okuldan da kapmış olabilir. O yüzden lütfen kendinizi üzmeyin. Her hastalıkta olduğu gibi bu hastalıkta da en iyi ilaç moral" diyor. Hiç tanımadığım görevlinin telefonun ucundaki sesimden yaşadığım suçluluk duygusunu sezip, moral vermeye çalışması gözlerimi dolduruyor bu sefer. Sanıyorum en son çocuklarıma hamileyken böyle her duygulandığımda ağlıyordum. Covid'in bilinmeyen yan etkisi aşırı duygusallık mı acaba?
Yetkili, yorulduğumda nefesimin kesilmesinin normal bir semptom olduğunu ama eğer nefes alamadığımı hissedersem 911'i aramamı, evde kendime bakamayacak durumda hissedersem ise 811'i aramamı söylüyor. Oğlum da ben de aşılı olduğumuz için durumumuzun bundan sonra iyiye gideceğine inandıklarını, yine aşılı olduğumuz için yasal karantina süresinin her ikimiz için de semptomlar başladıktan sonra 7 gün olduğunu, üzerine kendimizi ne zaman iyi hissedersek, o zaman evden çıkabileceğimizi ekliyor. Kanada'nın insanına güvenerek, takibi halkın kendisine bıraktığı bu yaklaşımı yine çok hoşuma gidiyor. Güveniyorlar, çünkü kimse durumu suistimal etmiyor, "Aman kim bilecek" diyerek Covidli bir şekilde kendini sokaklara atmıyor.
Günümün devamında Omicron ile ilgili haberleri okumaya devam ediyorum. NY Times'tan The Guardian'a, The Atlantic'ten Cnbc'ye birçok yayın "Omicron pandemiyi bitirecek varyant mı?" şeklinde başlıklar atıyor. Bilim adamları erken araştırmaların Omicron'un Covidin gücünü ve etkisini azaltabileceğine işaret ettiğini belirtiyor. Leicester Üniversitesi Solunum Bilimleri profesörü Dr. Julian Tang, The Guardian'a "Bu varyant, virüsün insan popülasyonuna uyum sağlayarak daha iyi huylu semptomlar üretme sürecinin ilk adımı olabilir." diyor. Yine Forbes'dan NBC'ye okuduğum yazılar Omicron'un aşılı nüfusta süper bağışıklık yaratabileceğini ve aşılı halde bu virüse maruz kalanların bir daha Covid'e yakalanmama ihtimallerinin olduğunu öngördüklerini söylüyorlar. Varyant henüz çok yeni olduğu ve bu öngörülerinin henüz az sayıda veriye dayandığını da belirtiyorlar. Omicron pandemiyi bitirecek mi yoksa vaka sayılarını her gün bir önceki güne göre ikiye katlayarak daha kötü hale mi getirecek henüz bilmiyoruz. Kesin olarak bildiğimiz ise üç şey var: 1. Bu varyant çok hızlı bulaşıyor 2. Çok hızlı hasta ediyor 3. Daha hafif hasta ediyor
Yedinci gün Kanada'da Noel sabahı ve ben kendimi halen iyileşmiş hissetmiyorum. Çabuk yorulmak haricinde bir semptomum yok ama bulaşık makinesini doldurmak, boşaltmak gibi basit işler bile yoruyor. İçimden "Buna da çok şükür. Aşılı olmasam kim bilir ne olacaktım. Çoğu bitti, azı kaldı" derken kızım arayıp öksürmeye başladığını söylüyor. Diyor ki "Olsun anne, hiç olmazsa odamdan çıkabileceğim, siz evde maskeyle dolaşmak zorunda kalmayacaksınız, birlikte sarılıp film izleyebileceğiz. Covid'sem de olmam iyi oldu." Ben yine duygulanıp ağlıyorum. Emin olmak için yakın arkadaşımda bulunan kısıtlı sayıdaki ev testlerinden birini posta kutusuna bırakmasını rica ediyorum. Kızım testi uyguluyor ve pozitif çıkıyor. O kadar dikkat etmemize rağmen kızımı koruyamıyoruz. O gün televizyonu izlerken Eyalet Sağlık Müdürümüz Dr. Bonnie Henry'nin Omicron gibi hızlı bulaşan bir varyantta, havada asılı kalan virüs partiküllerinin bulaşmaya neden olabileceği yönündeki açıklamasını izliyorum. Hiç görmediğimiz kızıma Covid'i belki de böyle bulaştırdık.
Kızımın enerjisi çok yerinde. İçimizde en hafif o geçiriyor. Baktım akşam yemeği için sofra kurmuş, mumları yakmış, arkadaşlarımızın kapıya bıraktığı yemekleri ısıtmış. Sonunda aynı evin içinde bir araya gelebildiğimiz, aynı sofraya oturabildiğimiz ve hastalığı hafif geçirebildiğimiz için kendimizi minnettar hissederek, yemeğimizi yiyoruz. İnsan günlük hayatında yaptığı basit şeylerin değerini, böyle zamanlarda anlıyor. Yemekten sonra kızımla battaniyenin altına kıvrılıp, 1954 yapımı, başrollerini Bing Crosby, Danny Kaye ve Rosemary Clooney'nin paylaştığı "White Christmas" filmini izliyoruz. Filmin sonunda hüngür hüngür ağladığımı belirtmeme sanırım artık gerek yok. Göz yaşlarımı silmek için mendile uzandığımda, dışarıda iri tanelerle kar yağdığını görüyorum. Bir saat içinde mahallemiz bembeyaz oluyor. Vancouver bize Beyaz Noel, hediye ediyor.
Onuncu günümde kendimi çok daha iyi hissediyorum. Bir test yaptırabilme şansım olsa belki negatife dönmüş olduğumu görüp, normal hayatıma devam edebileceğim. Ancak eyaletimizde test kıtlığı yaşanıyor. Dr. Bonnie Henry semptom gösterenlerin kendilerini pozitif kabul ederek karantinaya almalarını ve testleri ihtiyacı olan yaşlı nüfusa bırakmamız gerektiğini söylüyor. Ben de işi sağlama alıp, on dördüncü gün evden çıkmaya karar veriyorum.
O aralar, tüm bu yaşadıklarımı kafamda yazmaya başlıyorum. Şahane geçen New York tatilimiz, Omicron'un sinsi sinsi nasıl aramızda dolaştığı, gıda zehirlenmesi talihsizliği, uçağa kabul edilmememiz, negatif testler, semptomların başlaması, test kuyrukları, pozitif çıkmamız, değişen planlarımız jet hızla kafamda cümlelere dönüşüyor ve hikâyeleşiyor. Zaten eve kapanmışım, kendimi de daha iyi hissediyorum, yazmayayım da ne yapayım. T24 yayın yönetmenim Doğan Akın'a mesaj atıyor, kendi Covid deneyimimi anlattığım üç bölümlük bir yazı dizisi ile ilgilenip ilgilenmeyeceğini soruyorum. Sağolsun önce "Geçmiş olsun" diyor, sonra "Elbette, yaz yolla!"
Çayımı koyuyorum. Bilgisayarımı açıyorum, parmaklarım klavyede gezinmeye başlıyor: "İnsan ne zaman ki kendini usta şoför zanneder, araba kazasını o zaman yapar. Benim de Covid-19 kazam böyle gerçekleşti..."
Not: Bu yazılarda anlatılanlar benim şahsi deneyimim, gözlemlerim ve hikâyemdir. Herkesin virüsü kapma şekli, hızı veya virüse karşı vereceği tepki farklılık gösterebilir.