"... O günlerden birinde çok garip bir rüya görüyorum. Rüyamda eski evimde Şam'dayım. Annem oturma odasından bana bağırıyor. Koşarak yanına gittiğimde annemi bir bilgisayarın başına oturmuş, ağlarken buluyorum. Onu bilgisayar kullanırken görmek çok garibime gidiyor; annem hayattayken bilgisayarımız yoktu.
'İnternette Abdullah hakkında konuşuyorlar' diye bağırıyor. 'Milyonlarca insan mesaj atıyor. Bilgisayar patlayacak neredeyse' Okuduğu mesajlarda çok fazla gözyaşı ve acı olması beni endişelendiriyor. Annem nedenini anlamıyor.
'Abdullah'a para bulmalıyım' diyor. En sevdiği yılan şeklindeki altın bileziğini çıkarıyor ve bozdurmamı istiyor. Kuyumcu bileziğe şöyle bir bakıp ortalama 29000 - 31000 TL arası bir fiyat veriyor. 'Sonra tekrar gel. Tartıp ona göre fiyat söyleyeyim' diyor. Eve dönüp anneme bileziği iade ediyorum. Bir anda yılanın kafası, beyaz bir örtüye dönüşüyor."*
- Peki 5 yılda ne değişti?
Aslına bakarsan, çok az şey... 2015 yılının Eylül ayında dünya, yeğenim Alan'ın sahilde cansız yatan fotoğrafına uyandı. Fotoğraf herkesin kalbine dokundu. Politikacılar dahil herkes bir şeyler yapacağını söyledi. Birçok yerde sınırlar kalktı. Kanada da bile... İnsanlar yıllardır umursamadıkları Suriye savaşı hakkında konuşmaya ve ne olduğunu araştırmaya başladılar. Empati kurdular, farkındalıkları arttı. 2015'den 2017'ye kadar bu böyle devam etti ama sonra unutulmaya başladı. Bu yüzden yaşadığım sürece yeğenlerimin ve onlar gibi binlercesinin sesi olmaya devam edeceğim.
- Kürdi Vakfı**'ndan bahseder misin yeri gelmişken?
Çok küçük bir vakıf. Daha çok web sitesi. Dünyanın birçok yerinde Kürdi Vakfı adına Suriyeli mültecilerin dramını anlatıyorum. Tabii bu bağış yapıldığı anlamına gelmiyor. Yine de iki yılda yaklaşık 10 bin dolar topladık ve Erbil'deki mülteci kampında bulunan toplam iki okulda yaklaşık 2000 çocuğa okul malzemeleri sağladık. Oradaki anneler o kadar çaresiz ki... Bana kampı çevreleyen çitleri göstererek soruyorlar: "Çocuklarımızı nasıl bir gelecek bekliyor? O çitlerin ardındaki dünyayı hiç bilmiyorlar ki..." İnan bana, gittiğimde dönmek istemiyorum. Onlardan biri olmak, o çitlerin içinde onların dertlerine ortak olarak yaşamak istiyorum.
- Fotoğrafa gelmek istiyorum. Geriye dönüp baktığınızda o fotoğrafın hiç çekilmemiş olmasını diliyor musunuz?
Zor bir soru bu. (Düşünüyor) Hem evet, hem hayır. Evet çekilmeliydi. Çünkü etkisi kısa da sürse o fotoğraf dünyayı etkiledi. Allah, Alan'ın dünyaya böyle bir mesaj vermesini istedi. Dünya için "Uyanın" çağrısıydı. Dediğim gibi sınırlar kalktı. Konuşmalarımdan sonra mülteci bir aileyi sponsor edeceklerini, genç mültecilerin eğitim masraflarını karşılayacaklarını, politikacılara ulaşıp bana yardımcı olacaklarını söyleyenler oldu.
Öte yandan, hayır çekilmemeliydi. Çünkü, bizim için konu kişisel. O benim yeğenim. Fotoğrafı her gördüğümüzde başta babası ve tüm ailemiz olayı baştan yaşıyoruz. Bizim için çok zor, çok acı verici. Üstelik fotoğrafı dünyanın her yerinde politik ve ticari amaçlarına alet eden insanlar oldu.
- Örnek verir misiniz?
Mesela, Ömer Sarıkaya diye bir adam, ailenin iznini almadan, ailenin yaşadığı trajediyi film yapıyor. Bodrum'da boğulan Aylan Kürdi'nin gerçek hikayesiymiş. Adı bile doğru değil. Bize sormadan zaten gerçek hikâyeyi nereden bilebilir. Geçen sene kardeşim Abdullah'dan öğrendim. Ağlayarak beni aradı. "Oğullarımı ve karımı filmde tekrar canlı mı göreceğim?" diye!
- İtiraz etmediniz mi?
Ettik tabii. "Kimden izin aldın?" diye sorduk. "Herkes bunu film yapabilir. İzin almaya gerek yok" dedi. Üstüne "Aile paranın kokusunu aldı. Ama benden para alamayacaklar" diye bir açıklama yaptı. İnanılmaz kaba bir adam. Geçen sene dünya basınına bu konuyla ilgili açıklama yaptım. Gerçek hikâyeyi ben "Sahildeki Çocuk" kitabımda anlatıyorum.
- Belki kitap film olur.
Kitabımı filme çekmek için teklif geldi, zaten. Biz ailecek bunu kabul etmedik çünkü kaybettiklerimizi ekranda canlı görmeye henüz hazır değiliz. İleride belki... Fakat bu adam, kimseye sormadan böyle bir şey yapıyor. Bizim ailemizin trajedisinden faydalanmaya çalışıyor. Netflix'e satmayı düşünüyormuş. Netflix'i de uyardık. Filmi asla izlemeyeceğim ama duyduğum kadarıyla, film Rehanna, Abdullah ve çocuklar bir sahilde otururken başlıyormuş.
- Başka örnek var mı?
Doğan Haber Ajansı o fotoğraftan ne kadar para kazandı, tahmin edebilirsin. Yayıncım fotoğrafı kitabımda kullanmak için rica ettiğinde, benden para istediler, inanabiliyor musun? O parayı ödemek çok ağrıma gitti. Fotoğraf, politik olarak da bir sürü kampanyaya alet edildi.
- Yazının girişinde, beni çok etkileyen alıntı kitaptan... Annenle ilgili gördüğün rüya... Annenin seni uyardığını düşünüyor musun?
Yaklaşık olaydan 15 gün önce o rüyayı gördüm. Çevremdeki herkese anlamını sordum. Iraklı bir kadın, birinin erkek bir bebeğe hamile olduğunu söyledi. Erkek bir bebeğin ölümü demekmiş, beyaz bez kefenmiş meğer. Annem yaşarken, internet yoktu. "İnternette Abdullah hakkında konuşuyorlar" kısmını hiç kimse anlamadı, yorumlayamadı. Babama bile sormuştum. "İnşallah hayırlı bir şeydir, kızım" demişti.
- Olaydan sonra rüya aklına geldiğinde ne hissettin?
Herkes bana rüyamı hatırlattı. Anlamadığım için kahroldum. Ama nereden bilebilirdim. Acım iyice katlandı. Bu olaydan sonra annemle çok sık konuşmaya başladım. 2016 yılında Abdullah Türkiye'de bir hastanede ölüm kalım savaşı veriyordu. Sepsis yani vücudun kaptığı bir enfeksiyon karşısında organlar iflas etmeye başladı. Ateşten konuşamıyordu, bacakları öyle şişti ki, yürüyemiyordu. Acil ameliyata girmesi gerekiyordu. Önce ameliyat olmak istemedi çünkü yaşamak onun için bir anlam ifade etmiyordu. İki kız kardeşim yalvararak ameliyata ikna etti. Doktorlar yaşama şansının sadece yüzde 20 olduğunu söylediler. Çektiğim acıyı, çaresizliği anlatamam.
- Bir de dünyanın öbür ucundasınız.
Evet. Kardeşimi bir daha hiç görememe ihtimalim var. Ameliyattan önceki gece balkona çıktım, bir sigara yaktım, gök yüzüne baktım ve anneme yalvardım. "Anne! bana geçen yıl başımıza gelecek felaketi söylemeye çalıştın ve ben anlayamadım. Ama mucizelere inanıyorum. Abdullah ölüyor ve senden onu iyileştirmeni, korumanı istiyorum" dedim. O gece uykumda ağlamışım. Sabaha karşı uyandığımda annemin saçımı okşadığına ve eliyle göz yaşımı sildiğine yemin edebilirim. "Merak etme" dedi sanki... Abdullah'ın ameliyatı çok başarılı geçti. Bir mucize oldu ve kurtuldu.
- Dünyanın dört bir yanına dağılan kardeşlerine ve mültecilere yardım etmeye çalışıyorsun. Sen herhangi bir yardım alıyor musun? Üzerindeki yük çok ağır gibi geldi bana...
Hayır almıyorum. Dünyanın her yerinde konuşmalar yaparak, birilerine faydalı olduğumu düşünmek bir nebze olsun bana terapi oluyor. Ama orada da asla acımı belli etmiyorum. Gözlerim, belli ediyor olabilir. Hikâyemi her seferinde dünyayla paylaşmak benim için hiç kolay değil. Yine de paylaşmamın bir işe yaradığını düşünmek acımı biraz olsun hafifletiyor. Kitabı yazmak da bu anlamda terapi oldu.
- Bir şeyleri değiştirebilme duygusu çok güzel olmalı.
Her birimizin bir şeyleri değiştirmeye gücü var. Ben kimim ki... Basit bir kuaförüm. Ama 2 Eylül 2015 sabahı gözümü açtığımda, hayatım bir daha asla eskisi gibi olamayacak şekilde değişti. Günlerce, haftalarca, aylarca çalışma odamda sadece barış düşünüyorum. Bazen yazıyorum. Düşüncenin bile fark yaratacağını ummak iyi geliyor. Ancak benim iyileşmemin tek yolu, ülkeme barışın gelmesi ve eski güzel günlere geri dönmek... Bütün aile Şam'daki evimizde tekrar bir arada olabilmek için her şeyi verirdim.
- Olacak mı sizce bir gün?
Büyük ihtimalle hayır. Ama umudumu asla kaybetmiyorum.
* The Boy On The Beach (Sahildeki Çocuk) kitabından çeviri , Simon & Schuster Yayınları, Nisan 2018