15-30 Yaş arası her 100 gencin 65’i bilgisayara sahipken 35’inin yok. Her 100 gencin 83’ü internet kullanırken 17’si kullanmıyor. Her 100 gencin yalnızca 11’inin herhangi bir sivil toplum kuruluşuyla ilişkisi var ki, onların da çoğunluğu üniversite öğrenci kulüpleri. Her 100 gencin 70’i gazete okuduğunu söylüyor ama tercih ettikleri gazeteler ağırlıklı olarak fikir gazeteleri değil. Zaten her 100 gencin 69’u haberleri TV ekranlarından izlerken, 32’si internet üzerinden, 19’u gazetelerden izlediğini söylüyor. Her 100 gencin 22’si 3 saatten fazla, 23’ü 2-3 saatini internette geçiriyor. Yani 45 genç her gün 2 saatten fazla vaktini bilgisayar ekranı önünde geçiriyor ama bu sürenin onda dokuzunu arkadaşlarıyla muhabbet ederek, oyun oynayarak veya film izleyerek geçiriyor. Her 100 gencin 32’si her gün 3 saatten fazla zamanını, 40’ı 2-3 saatini TV ekranı karşısında geçiriyor ama bu zamanın yarıdan fazlasını dizileri seyrederek geçiriyor. Bütün bu bulgular gençlerin ekran bağımlılığına işaret ediyor fakat ekranda neyle meşgul olduklarına bakıldığında ağırlıklı olarak her hangi bir ilgi, merak alanlarının olmadığını gösteriyorlar. Hayatın kıyısında dolaşıyorlar Ekranlardaki diziler ve oyunlar gibi sanal âlemin içinde ama gerçek hayatın kıyısında dolaştıklarını görülüyor. Belki de o sanal âleme imreniyor, özeniyor, iç geçiriyor, hayal üretiyorlar. Ama o âlem için kendilerini kapıp koyuverdikleri de söylenemez. Nitekim “yerinde olmak istedikleri bir idollerinin olup olmadığı sorulduğunda her 100 gencin 51’i idolünün olmadığını söylüyor. İdollerinin olmaması sosyal rol modellerinin olmadığını da gösteriyor. Bu durumda da psikolojik sosyal öğrenme süreçleri de çalışmıyor. Hayata hazırlanırken öğrendiklerinin çoğunu okullardan, öğretmenlerden değil de ailelerinden olduğunu söyleyenlerin gençler üçte iki oranında. Üniversite eğitimini ne sağladığı sorulduğunda iş için diploma diyenler gençlerin yarısı. Bu üç veri ve bulguyu bir arada değerlendirince ne okuldaki öğrenim ne de sosyal öğrenme modellerinin olduğu, temel değerleri baba eğitim seviyesine bağlı olarak aileden kazandıklarını da dikkate alırsak, kabahatin ya da eksikliğin gençlerde mi yoksa önlerindeki verili toplumsal ve eğitim sistemlerinde mi olduğu anlaşılmamaktadır. Bu bulgular eğitim sistemimiz için alarm demektir. Şimdiye dek yalnızca çocukları okullara götürmek, okullaşmak, şık binalar, kampuslar yapmak yani nicel olarak büyümek üzerinden düşünülen eğitim sistemimizin nitel anlamda tıkandığını göstermektedir. Aileye ve geleneklere iliştirilmiş hayatlar Gençleri kendi aralarında da yaş gruplarına ayırdığımızda veya kümeleme yaparak ev kadınları – öğrenciler – çalışanlar şeklinde şemalaştırılabilecek bir anlatımla ayrıştırdığımızda ilginç bir durum gözlenmektedir. Ev kadınlarında veya henüz eğitim sürecinin başında olan ya da en genç gruptaki gençlerde hayata daha naif ve romantik bakış ağırlıklıdır. Fakat küme, yaş ve eğitim ilerledikçe çok çabuk naiflik ve romantiklik bitmekte oldukça pragmatik ve gerçekçi bakış ağırlık kazanmaktadır. Bir başka deyişle gençler çok hızlı bir biçimde hayatın zımparalarınca törpülenmekte ve kısa sürede verili koşulların gerçeğine dönmektedirler. Ev kadınlarında ve en gençlerinde “aşk” mutluluk için birinci gereklilik iken, öğrencilerde ve 20-25 yaşlarında “güç”, çalışanlarda ve 25-30 yaşlarında “para” öne çıkmaktadır. Tüm bu bulgular, gençlerin önündeki verili hayat koşullarıyla birleşince, gönülden güvendikleri kurumsal veya toplumsal yapılar da olmayınca tek yapabildikleri ailelerine ve geleneklere sığınmak, ahlaki referanslarını geleneklerden ve dinden almak durumunda kaldıkları anlaşılmaktadır. “Geçmişten gelen geleneklerimiz değişmeden korunmalıdır” fikrine gençlerin yüzde 80,2’si, “Gündelik hayatımda toplumun tüm kurallarına harfiyen uyarım” cümlesine gençlerin yüzde 53,7’si, “Kızını dövmeyen dizini döver” deyişine gençlerin yüzde 40,2’si “doğru” ve “kesinlikle doğru” cevabı vermektedirler.