Seçim beyannameleri partilerin yalnızca vaatlerinden ve güzellemelerinden...
Seçim beyannameleri partilerin yalnızca vaatlerinden ve güzellemelerinden oluşmuyor. Aynı zamanda yarın sabaha dair ütopyaları varsa eğer, o ütopyanın ipuçlarını da taşıyor. Ülkenin sorunlarına kendilerince önerdikleri çözümler aynı zamanda gerek çözümün veya vaadin içeriği gerekse de o çözüm için gösterdikleri teknik veya siyasi tercihler, o partilerin hayatı ve dünyayı nasıl okuduklarını, anlamlandırdıklarını da gösteriyor. Ak Parti’nin ve CHP’nin seçim beyannamelerine, vaatlerine, çılgın projelerine, liderlerin konuşmalarına ve aday listelerinde gözlenen genel desen ve renge, tümüne birden bakıldığında çok ama çok temel bir sorun konusunda ikisinin de çok eksikli bir bakışları ortaya çıkıyor. Hatta iki partinin ve devletin ve de vesayetçi yapının, sanki aynı zihniyet kalıbında zımni bir mutabakat içinde oldukları bile söylenebilir. İki parti de toplumsal dönüşüm ihtiyacının ya farkında değiller ya da neyi savunacaklarını, neyi hedefleyeceklerini henüz netleştirememişler. Toplumsal mutabakat bozuldu, “biz” tahayyülü eksikli Bu topraklarda kadim bir sorun olarak kadın meselesi hep var. Beş yüz yıldır Alevi meselesi var. Yüz elli yıldır da Kürt meselesi. Bu sorunların hükümranlarla, iktidarlarla, devletle olan boyutundan gayrı, toplumun iç sorunu olarak var. Hangi destansı, ulvi, kendini kutsamacı niteleme ve tanımlarla Türkleri, Anadolu’yu, bu toplumu, gelenekleri, alışkanlıkları, gündelik hayatı anlamlandırırsak anlamlandıralım farklılığa hoşgörü ve kadına gündelik hayatta biçilen rol konusundaki sorunları yok sayamayız. Alevilerin yarısı yasalardan, devletten de öte toplumsal baskı altında hissediyorsa kendini, Kürtlerin kendi bölgeleri dışında yaşayanlarının yarısı bulundukları coğrafyada tedirgin yaşadığını söylüyorsa, kadına şiddet olaylarının son bir yılda bile yüzde bin dört yüz arttığı yazılıp söyleniyorsa eğer, durup düşünmemiz gerekir. Sünni, Türk, erkekseniz bu sorunların abartıldığını da düşünebilirsiniz. Yaşadığınız akvaryumun içinde bile yakın çevrenize sorun, soruşturun, bir Alevi genci ile Sünni genci evlenmeye kalktığında neler olduğunu, en eğitimli kesimlerin arasında bile kadına şiddetin ne boyutlarda olduğunu görürsünüz. Kendinize sorma cesaretini gösterirseniz, bu topraklarda hepimiz kardeşçe yaşamıştık edebiyatına konu olan Ermeniler, Rumlar, Museviler, Süryaniler yalnızca devlet politikalarının kurbanı olarak mı yok oldular hayatımızdan, yoksa her bir sade Sünni Türk’ün bu işte payı var mı sorusuna cevap bulabilirsiniz belki. Bir Sünni Türk’ün mahkemede karşısındaki hakimin, seçimde önündeki listeler içinde bulunacak adaylardan birinin, etnik kökeni, mezhebi, dini ya da cinsel tercihleri farklı olduğu durumdaki adalete güven duygusundaki veya siyasi tercihindeki değişiklik inanılmaz oranlarda yüksek. Bir Kürdü veya bir Türkü komşu olarak, iş ortağı olarak istememe halini ifade eden oranlar ürkütücü. Tek tipli toplumdan demokratik topluma Cumhuriyetin başlangıç hedefi olan toplumsal dönüşüm ve modernizasyon sorunluydu. Çünkü farklılıkları yok saymaya, vatandaşları ve toplumu kimliksiz, tek tipli tanımlamaya dayalıydı. Bunu sağlamanın yolu olarak da modernleşme olarak tanımlanan şey, tek tip kıyafeti tek tipli gündelik hayat davranışları dayatılmasıydı. Yasalar, eğitim sistemi devlete karşı ödevleri tanımlanmış tek tip vatandaşlar yaratma yolunda başarılı olsa da toplumun önemli bir kısmı evlerinde kendi kimliklerini, sokakta, devletle yüz yüze geldiği alanlarda kimliksizliklerini yaşayan ruhları ikiye bölünmüş vatandaşlar haline dönüştü. Kentleşmeyle batılı yaşam tarzı ve modern değerlerin içselleştirileceği varsayılırken şimdi bu ilişki koptu. CHP bu seçime kadar hala ceberut modernleşmeyi ve laikçiliği savunurken, şimdi bu seçim öncesi laikçilik kavgasını bırakmış görünüyor. Ak Parti ise toplumun değerlerini savunduğunu iddia ederken toplumsal sorunların farkında değil ya da Müslümanlığın bu meseleleri çözeceğine inanıyor. Önceki toplum tasavvuru yanlıştı ama şimdinin gereği de bu toplumsal sorunları yok saymak değil. Toplumun demokratikleşmesini, hoşgörünün genişlemesini, gündelik hayata ve dile sinmiş nefret söylemlerinin üzerine gidilmesini, kadının gündelik hayattaki rolünün genişletilmesini savunmak gerekiyor. Toplumun önüne yeni toplumsal mutabakatın, yeni “biz” tahayyülünün ipuçlarını, gereklerini, ilkelerinin koymak gerekiyor. Yasalar ve anayasa mecliste yazılacak mı toplumca yapılacak mı? Bunlar için de eğitimin içeriğinin baştan aşağıya gözden geçirilmesi, hukukun üstünlüğü inancının pekiştirilmesi ve hatta yeniden diriltilmesi için de çılgın projeler üretmek gerekiyor. Yeni toplumsal dayanışma için örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması, sivil siyasetin doğallaştırılması için çılgın projeler gerekiyor. Hemen önümüzde duran Kürt meselesinin yalnızca mecliste yazılacak yasalar ve anayasa ile çözülemeyeceğini, artık yasaların ve anayasanın yazılmasına değil, önce toplumca yapılmasına ihtiyaç olduğunun fark edilmesi ve bunun çözümü için çılgın projeler üretilmesi gerekiyor. Ne yazık ki iki büyük partinin de ne seçim beyannamelerinde ne de söylemlerinde meselenin bu boyutunun farkında olduklarına dair bir ipucu var.