KANDİL
Kod adı Ape Hesen'di Ahmet İnce'nin. 1980 öncesi Siverek'te Bucaklarla Hilvan'da Süleymanlarla çatışan PKK'ye destek vermişti
Büyük oğlu Esat, Bucakların yaptığı saldırıda gözlerini yitirir.
Aşiret baskıları sonucu Siverek'i terk edip Diyarbakır'a yerleşir Ape Hesen.
Kızı Sevgi ile ortanca oğlu Yaşar, 1989'da gerillaya katılır.
Sevgi, çatışmada yaralı olarak yakalanır ve müebbet hapis cezasına çarptırılır. Aldığı yaralar nedeniyle sağlık durumu cezaevinde kalmaya uygun olmadığından, dönemin cumhurbaşkanının özel affıyla serbest bırakılır.
Ortanca oğlu Yaşar, 1999'da Dersim'de girdiği silahlı çatışmada sağ yakalanır. Ağır işkencelere karşın konuşmayınca helikopterden atılarak öldürülür.
Diğer oğlu Yılmaz, PKK'li olduğu gerekçesiyle sürekli gözaltına alır. İşkencelerden geçirilir, tutuklanır. Kısır bir döngüye dönüşen bu sürecin sonunda Yılmaz cezaevinde kansere yakalanır ve ölür.
PKK'li olduğu, çocukları gerillada bulunduğu için sürekli baskılara, gözaltılara ve işkencelere maruz kalır Ape Hesen. Daha fazla dayanamaz ve 1996'da Romanya'ya gider ve burada, hem de 61 yaşındayken resmen PKK'ye katılır.
Burada iki yıl Kürt derneğinde çalıştıktan sonra 1997'de Rusya'ya gider. Yedi yıl da burada sürdürür faaliyetlerini.
2004 yılında büyük ısrar sonucunda Güney Kürdistan’daki Medya Savunma Alanları’na gelip resmen gerillaya katıldığında yani "dağa çıktığında" 69 yaşındadır.
Kandil'de kendini "şehitlik" çalışmasına adar Ape Hesen. Dağda bir şehitlik yapılmasının tüm aşamalarına aktif olarak katılır. Farklı tarihlerde ve yerlerde yaşamını yitiren PKK'lilerin cenazelerinin bulunup şehitliğe aktarılmasında bütün gücüyle çalışır.
Bu katkıları nedeniyle "KCK Şehitler Komitesi"nin onur üyeliğine seçilir.
Şehitlik çalışmaları tamamlanırken kanser olur Ape Hesen. Yurtdışında tedavi görmeyi reddeder; "Dağları ve yoldaşlarımı bırakmayı benden istemeyin" diyerek.
2010'un bir Nisan günü de dağlara ve yoldaşlarına veda ettiğinde 75 yaşındadır.
"Beni Kandil şehitliğinde yoldaşlarımın yanına gömün" vasiyeti yerine getirilir.
Tam orada, Ape Hesen'in vasiyetinin yerine getirildiği noktadaydık. Ape Hesen'in bir fotoğrafının da bulunduğu mezarının tam karşısında PKK'nin Kandil Dağı'ndaki şehitliği duruyordu.
Çok bakımlı, güllerle donatılmış mermer mezarların arasından geçip, şehitliğin içindeki müzeye geçiyoruz. Şehitlikte yatan gerillaların fotoğrafları asılmış müzenin içine. Fotoğrafların altına yerleştirilmiş vitrinlerde de gerillaların öldürüldükleri sırada üzerlerinden çıkan şahsi eşyaları sergileniyor.
Aslında bu görüntü bile PKK'nin kurumsallaşma sürecinin en somut kanıtlarından küçük bir parça.
Müzenin kapısında Öcalan'ın fotoğrafı var. Sağ tarafa, Paris'te öldürülen Sakine Cansız'ın dev posteri asılmış. Sol da ise Agit'in. Yani 1986'da Gabar Dağı'nda öldürülen Mahsum Korkmaz'ın.
Biraz dikkatli bakınca dağlarda, karda kıyamette, ayağında kara lastikten ayakkabı, dizine kadar çekilmiş yün çoraplarla görülmektedir Agit.
Bugün gerillanın giysileri, yelekleri, bellerindeki kuşakları, ayaklarındaki Mekapları neredeyse düzenli ordu kurma aşamasına gelen PKK'nin yıllar içersinde gösterdiği gelişmenin başka bir somut örneği.
Mezarlıktan çıkıp Kandil'in içlerine doğru yol alınca karşımıza bahçesi çoğu kadın, yöre köylerden gelmiş insanlarla dolu bir bina çıkıyor. Burası "Şehit Ahmet Mustafa" hastanesi. PKK'nin bölge halkı için yaptırdığı bu hastaneyi bize gezdiren laborant, "Burası siviller için, askeri hastanemiz ayrı" diyor.
Günde 40'la 100 arasında hasta muayene ediyormuş. Bahçesi, koridoru sıra bekleyen hastalarla dolu. Sadece çevre köylerden değil, Erbil'den, Diana'dan "Heval Medya" diye gösterilen özel ilgi nedeniyle bu hastaneye geliyormuş.
Kod adı "Heval Medya", bir Alman. 10 yıldır bölge insanlarına hizmet veriyor. Öyküsü de ilginç.
"Hamburg'da tanıdığım Kürt arkadaşlar 'Ah Kürdistan' diye anlata anlata bitiremiyorlardı. Altı yıldır Almanya'da sağlık sektöründe çalışıyordum. Merak edip geldim. İlk gelişimde bir ay kaldım. Çok beğenmiştim. Sonra altı hafta kaldım Mardin civarında. Sonunda da sürekli kalmak üzere Almanya'dan ayrılıp Kürdistan'a geldim. Çünkü Almanya'da kalsam sadece doktor olacaktım. Oysa burada sadece doktor olmanın çok ötesindeyim. Doktorum, hemşireyim, şoförüm. Köy köy dolaşıp hasta muayene ediyorum."
Hastaneyi gezdiren laborant bir odanın kapısını açıyor. İçerde diş tedavi ünitesi var ama ambalajı bile tam açılmamış.
"İtalyan dişçi gelecekti, henüz gelmedi, bu ünite de onun gelmesini bekliyor" diye açıklıyor durumu.
Alman doktor, İtalyan dişçi, derken aslında Kandil'de İngiltere'den, Kongo'dan, Güney Afrika'dan, Arjantin'den, Brezilya'dan, ABD'den gelen çok sayıda yabancının Kandil dağında Kürtçe öğrendiklerini, dil öğrenimini tamamladıktan sonra buradaki akademide diğer eğitimlere katılacağını öğreniyoruz.
Hastaneden ayrıldıktan sonra yolumuzun üzerindeki bir binayı gösteriyorlar:
"Bu gördüğünüz de KDP'nin hastanesi. Gidin bakın, bir kişi yoktur. Herkes daha iyi tedavi edildiği, daha çok ilgi gördüğü için buraya geliyor."
Önünden geçerken de kapısında Kürdistan Federe Devleti'nin bayrağı asılı hastanede bir kişi bile göremiyoruz.
Hastanenin karşısında Kandil Dağı'ndan adını alan kasabanın belediyesi var. Çevredeki 60 köyle birlikte bu kasaba, Kandil Dağı'nın sivil halkını barındırıyor. Hepsi Irak yurttaşı.
Bölgeyi tümüyle kontrol eden PKK, bölge halkıyla çok sıcak ilişkiler kurmuş. Bunun bir göstergesi sadece yöre insanları için kurduğu hastane değil. Aynı zamanda Kandil Belediyesi'ne de destek oluyorlarmış. Tarlaları sürmeye de yardımcı olan kepçe gibi hizmet araçları bağışlıyorlarmış.
PKK'nin, dört bir yanına yerleştiği Kandil Dağı'nda oluşturduğu bu yapıyı anlatırken KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık ilginç bir detay veriyor. Meğer PKK, doğanın korunması için Kandil'de "av yasağı" ve "ağaç kesme yasağı" uyguluyormuş.
Hatta köylünün biri "av yasağı" getirilen mevsimde Bayık'a başvurmuş:
"Benim hastalığım keklik avlamaktır. Elbette bu av yasağı çok güzel birşey ama bana özel izin verin, bir tek ben keklik avlayayım. Başkasına avlatmayın ama ben keklik avlamazsam yaşayamam."
Sonunda ikna edilmiş, herkes gibi av yasağına uyması gerektiği.
Bayık "Burada 60 köy var, herkes her sorunu için başvuruyor" diyor.
Hatta bir keresinde bir köylü Bayık'ı arıyor:
"Benim evliliğim sorunlu, acilen buraya gelip mutlaka çözmelisin."
Gülerek anlatıyor bunları Bayık.
"Bütün köylülerin sorunları bize geliyor. Ya getirip mektup bırakıyor. Ya da yolda gördüğü gerillalara zarf içinde talebini ileten mektupları bana teslim edilmek üzere veriyorlar. Ama hepsine tek tek mutlaka yanıt veriyorum."
Tekrar siyasete dönüyoruz Cemil Bayık'la söyleşimizde.
Türkiye'de belli kesimler HDP'ye "olağan şüpheli" olarak bakıyor. HDP'nin seçime parti olarak girmesini ya "Barajın altında kalıp 50-60 milletvekilini AKP'ye havadan kazandırmak için yapıyorlar" diye değerlendirdiler ya da "Barajı aşsa bile AKP ile koalisyon kuracaklar, başkanlık sisteminin getirilmesinde Erdoğan'a destek verecekler" suçlamasında bulundular.
Gerek "AKP ile koalisyon"u, gerekse de Erdoğan'ın "Türk tipi başkanlık" sistemini sorunca, Bayık hiç tereddüt etmeden yanıt veriyor:
"AKP'nin tek başına iktidar olması çok zor. Öyle görünüyor ki, Türkiye'de koalisyonlar olabilir. Bu ihtimal daha çok güç kazanıyor. Ama koalisyon AKP ile olmaz. Çünkü AKP demokratik bir güç değil, demokrasiyi hedeflemiyor. Sorunları demokrasiyle çözmeyi esas almıyor. Tam tersine otoriter bir anlayışı var. Giderek bunu daha da çok derinleştiriyor. Bu aslında oldukça tehlikelidir. Demokrasi mücadelesi veren hiçbir güç AKP ile koalisyon yapamaz. Eğer AKP ile koalisyon yapmaya kalkarsa o zaman bu güçlerin demokrasi mücadelesi vermedikleri, toplumu aldattıkları ortaya çıkar. Sırf seçimi kazanmak için demokratik söylemi geliştirdikleri ortaya çıkar ki bu hem demokratik güçler açısından hem de toplum açısından tehlikelidir. AKP'nin aldatma politikaları kadar tehlikelidir."
Bayık, Türkiye'de başkanlık sistemine de "demokratik devrim" perspektifinden bakarak karşı çıkıyor:
"Türkiye demokratik devrimini gerçekleştirmemiştir. Ortadoğu'da hiçbir ülkede demokratik devrim gerçekleşmemiştir. Demokratik devrimin gerçekleşmediği bir ülkede başkanlık sisteminin propagandasının yapılması, bunun geliştirilmek istenmesi kesinlikle otoriter bir yönetimi hedefler. Otoriter yönetimi hedefleyen bir parti kesinlikle demokratik olamaz. Demokrasi değerlerine bağlı kalamaz. Onun için hiçbir demokrasi gücü böyle bir otoriteyi hedefleyen tamamen demokrasi karşıtı güçle koalisyon da yapamaz."
Soruları yanıtlarken, "HDP" yerine "demokrasi güçleri" demeyi tercih ediyor Bayık. Seçim sonrasına ilişkin olasılıkları değerlendirirken, "demokrasi güçleri"ne de "olağanüstü çaba" göstermelerini öneriyor:
"Seçim sonrası AKP'de çatlamalar ortaya çıkabilir. Çünkü ciddi sorunlar yaşanıyor. Erdoğan müdahalelerle bunu önledi ama seçim sonrasında eğer demokrasi güçleri parlamentoya girerse kesinlile AKP'de çatlamalar meydana gelebilir. Türkiye toplumu AKP belasından böyle kurtulabilir. Bu çok güçlü bir ihtimaldir. Demokrasi güçleri parlamentoya giremezse bu tamamen Erdoğan'a ve AKP'ye yarayacaktır. Erdoğan büyük bir savaşı geliştirecektir. Bütün demokrasi güçlerini ezmeyi hedefleyecektir ki bu büyük bir tehlikeye yol açar. Onun için demokrasi güçlerinin gerçekten savaş istemiyorlarsa, barış istiyorlarsa, Türkiye'nin bir felakete sürüklenmesini istemiyorlarsa mutlaka ve mutlaka bu seçimlerde parlamentoya girmeleri için olağanüstü çaba göstermeleri gerekmektedir."
Bayık, Öcalan'la görüşmelerin "seçim yasakları"na girmesini de, meclisten geçirilen İç Güvenlik Yasasını da AKP'nin çözüm sürecindeki samimiyetsizliğinin kanıtları olarak görüyor:
"5 Nisan'dan beri önder Apo ile hiçbir görüşme yok. Tümüyle bir tecrit oldu. Önder Apo hakkında hiçbir bilgimiz yok. Şimdi işler iyi yolda gidiyor, diyenler kimi aldatabilirler. Önder Apo için daha önce diyorlardı ki, çözümden yanadır ama Kandil ve HDP karşıdır. Madem öyleydi ne diye tecrit? Yaptıkları çok ince bir taktikti. Bu Türkiye devletinin politikasıydı. Ortada bir halk yok, bireysel haklar var, deyip sorunu bireysel haklar çerçevesinde çözmek istiyorlardı. 'Zaten, bireysel haklar çerçevesinde biz bazı adımlar attık, geriye bazı küçük adımlar kalmıştır, onların da zaten yasalarını yapıyoruz. Ortada Kürt sorunu diye bir sorun kalmadı. Kim ki bu sorundan bahsediyorsa bölücüdür. Türkiye karşıtıdır', diyorlar. Bu İlker Başbuğ'un geliştirdiği bir çözümdür. Ortada çözüm diye birşey yoktur. Aldatma vardır. Eğer Kürt varsa, onun toplumsal, bireysel hakları vardır. Şunu söylüyorlar aslında, 'Kürt halkı diye bir halk yok. Bazı Kürtler olabilir. Onun sorununu da demokratikleşme çözüyor'. Halbuki ortada demokratikleşme diye bir şey yok. Hele getirdikleri bir paket var ki demokrasinin zerresini bile tanımıyor. Şimdi Türkiye'ye demokrasiyi hem de ileri demokrasiyi getireceğini söyleyen, Kürt sorununu çözmek istediğini söyleyen bir güç seçime beş kala böyle bir paketi parlamentoya getirebilir mi? Böyle bir paketi getiren bir iktidar demokratik olabilir mi? Böyle bir iktidar Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözebilir mi? Bunların karşısında çocuk yok, toplum da eski toplum değil. Artık eskisi gibi uyutamazlar, çünkü toplum gerçekleri görüyor artık."
Sonuç itibariyle, seçim sürecinde kurulması planlanan "müzakere masası" devrilmiş, "çözüm süreci" dondurulmuş durumda. Seçim sonrası, sonuç ne olursa olsun, sürecin de müzakerelerin de eninde sonunda yeniden başlayacağı konusunda umudunu hiç yitirmemiş Bayık:
"Biz daha ortaya çıkarken bile, umudun kırıntıları bile yokken biz umutla işe başladık. Bu bizim gerçeğimiz. Çünkü umut olmadan hiçbir mücadeleyi yürütemezsiniz. Hiçbir başarı da elde edilemez. Elbette ki sadece umutla da bir sonuç alınamaz. Onu besleyecek bir takım adımların atılması gerekiyor. Biz umutla yola çıktık ama onu besleyecek adımları da attık. Eninde sonunda bu iş müzakereyle çözülecektir. Bu kim olursa olsun böyle. Biz elbetteki sadece hükümetleri, devletleri esas almıyoruz. Bizim için toplum ve topluluklar en az hükümet kadar değerlidir. Eğer müzakereye toplulukları, halkları çekemezseniz, devletle, hükümetle sorunları çözemezsiniz. Hele bu Türkiye olunca hiç çözemezsiniz. Biz Türkiye toplumunu çözüme ortak etmek istiyoruz. Bizim bütün çabamız budur. Eğer bu gerçekleşirse hiçbir hükümet bunun karşısında duramaz."
Bu konuyu yanıtlarken, Bayık aynı zamanda siyasal hareketlerine, bazı sol ve sosyalist çevrelerden yöneltilen "Neden AKP ile görüşüyorsunuz?" türünden eleştirilere de karşılık veriyor:
"Dünyada birçok örnek var. Mesala Güney Afrika'da Nelson Mandela faşistlerle oturdu, sorunu çözdü. Dünyanın birçok ülkesinde otoriter ve faşist yönetimlerle demokrasi güçleri masaya oturuyor, sorunları çözüyor. Zaten bir ülkede demokratik yönetim olsa ya da sosyalist bir yönetim olsa ne çatışma olur, ne sorun olur. Sorunlar barış içinde çözülür. Türkiye'de mesela bir çok çevre bizi eleştiriyor, hatta suçluyor da. 'Neden AKP ile görüşüyorlar, işte AKP ile Anlaşıyorlar. Bakmayın AKP ile söz düellolarına. Esasında gizli anlaşmaları var' diyorlar. Bu gerçeği yansıtmadığı gibi bir hakarettir de. Yani Türkiye'de hükümet AKP'dir. Elbetteki onunla görüşüyoruz. Bu AKP ile anlaştığımız anlamına gelmiyor. Gelmez de. Yarın AKP iktidardan düştü, diyelim. Herhangi bir parti iktidara geldi. Yine onunla görüşeceğiz. Sorunlar iktidarlarla bir yönüyle çözülür. Ama sadece iktidarlarla değil, toplumla da çözülür esasında. Yani toplum çözüm aşamasına getirilirse faşist iktidar bile dayanamaz bunun karşısında. Çözmek zorunda kalır. İşin gerçeği budur. AKP'ye karşı bizim tutumumuz çok nettir. Bugün değil, yıllar öncesinden AKP ile biz büyük mücadele yürütüyoruz. Biz kuzeyde yürüttük, Rojava'da yürüttük ve güneyde yürüttük. Bizim kadar AKP ile mücadele eden ve AKP gerçeğini ortaya çıkaran bir güç yoktur. Onun için 'AKP ile bunlar anlaşıyor, koalisyon yapacak, başkanlık sistemine destek verecek, bilmem HDP barajın altında kalarak AKP'ye oyları transfer edecek' gibi yakıştırmalar gerçekle bağdaşmayan ve hakaretler içeren bir söylemdir. Normal vicdan sahibi olan bir insan bu hareketin AKP'ye karşı tutumunu çok iyi biliyor."
Türkiye siyasetindeki spekülasyonlardan biri de Kandil ile HDP ilişkileri üzerinedir. Bu nedenle Bayık'a HDP'yi nasıl gördüğünü de sorduk. İşte yanıtı:
"HDP homojen değil. HDP çatısı altında bir çok örgüt, güç, çevre seçimlere giriyor. Dinler var, halklar var, kültürler var. Değişik ideolojilere sahip örgütler var. Oldukça geniş bir kesimi kapsıyor. Türkiye gerçeğini önemli ölçüde bünyesine taşımıştır. Bu olumlu bir gelişmedir. HDP bununla aslında Türkiye'de demokratik ulusu geliştirmeye çalışıyor. Yeni Türkiye bu temelde yapılandırılmalıdır. Tıkanan siyaset bu temelde ancak aşılabilir. HDP bünyesinde yaşanan budur. Eğer HDP barajı aşar ve parlamentoya girerse demokratik ulusun daha da gelişme şansı olacaktır. Türkiye'nin demokratikleşmesi, Türkiye'de demokratik devrimin gelişmesi bu temelde yaşanabilir. Bu kürt sorununu demokratik yollarla çözüme götürebilir."
Son seçim sürecinde HDP'de öne çıkan "Türkiyelileşmek" sürecinin partiye destek veren Kürtlerde bir rahatsızlık yaratıp yaratmadığı, onları "Fazla Türkiyelileştiniz, Kürtleri unuttunuz" gibi bir noktaya getirip getirmediği yolundaki sorumuzun yanıtını vermeye "Sanmıyorum" diye başlıyor Bayık:
"Kürtler önder Apo'nun, PKK'nin ne yapmak istediğini çok iyi anlıyorlar. Belki anlamayan, anlamaya çalışanlar olabilir. Bir de elbet anlayıp da karşı duranlar var. O ayrı ama Kürtler şunun bilincinde, yıllarca çok büyük mücadele yürüttüler. Büyük acılar yaşadılar, çok ağır bedeller ödediler. Bunları amaca ulaştırmak istiyorlar. Bunlara anlam vermek istiyorlar. Bunu da ancak Türkiye'de demokratikleşmeyi geliştirmekle, demokratik ulusu geliştirmekle gerçekleştirebileceklerini yavaş da olsa anlamış durumdalar. Onun için Kürt halkı öyle 'çok Türkiyelileştik' biçiminde bir değerlendirme yapmıyor. Onun yanlışlığını görüyor. Eğer Kürt halkı bu kadar acı yaşadıysa, bu kadar ağır bedeller ödediyse bunun bir nedeni de Türkiye'deki mücadelenin zayıflığıdır. Türkiye'deki demokrasi güçlerinin güçlü bir mücadele yürütememesidir. Şimdi bu gelişiyor, güçleniyor. Bu gelişip güçlendikçe, bu Türkiye'de demokratik ulusun gelişmesine, Türkiyenin demokratikleşmesine yol açacaktır. Bu Kürt sorunun çözümüne yol açacaktır. İşte o zaman bu halkın yıllarca yaşadığı acılar, ödediği bedeller amacına ulaşacaktır, anlam kazanacaktır. Bunu Kürt halkı çok iyi kavramış durumdadır. Seçimler çok önemli bir şans. Eğer demokrasi güçleri seçimlerle parlamentoya girerse demokratik ulus gelişecektir. Bu Türkiye'yi demokratikleştirecektir. Bu Kürt sorununun demokratik çözümünü gelişterecektir. Onun için Kürtler Türkiye'deki halklarla, kültürlerle, dinlerle, demokratik sosyalist güçlerle, Müslüman demokrat kesimlerle, liberallerle Türkiye'yi seven herkesle birlikte demokratik ulusu gerçekleştirmeye çalışıyor. Aslında Kürtler sadece kendileri için mücadele etmiyor. Kürtler, Türkiye halkları, Ortadoğu halkları için mücadele ediyor. Bu kürtler için onurdur. Bu açıdan Kürtler bu şansı yıllarca sonra yakaladılar. Bunu iyi değerlendireceklerini düşünüyorum."
Bayık, AKP'nin güç yitirmesini, Türkiye'den Ortadoğu'ya uzanan bir perspektifte değerlendiriyor:
"Türkiye, Ortadoğu'ya IŞİD'le yansıyor. IŞİD'in arkasındaki en önemli güçlerden biri Türkiye'de AKP yönetimidir. Bunu dünya biliyor. Bir çok belgeyle ortaya çıkmıştır bu durum. Biz bu seçimlere Türkiye'nin Ortadoğu'ya demokratik biçimde yansımasının da mücadelesini veriyoruz. Eğer demokrasi güçleri HDP çatısı altında parlamentoya girerse, Türkiye'de yeni bir demokratikleşme süreci gelişecektir. Bu AKP'nin parçalanmasına ve etkisizleşmesine yol açacaktır. Türkiye, Ortadoğu'ya demokratik tarzda yansıyacaktır. Bu İŞİD vahşetinin de, IŞİD çeteciliğinin de zayıflamasına yol açacaktır. Eğer Türkiye'deki halklar, kültürler ve dinler gerçekten IŞİD belasından kurtulmak istiyorlarsa bunun yolu, bu AKP yönetiminden kurtulmaktan geçiyor."
Sadece HDP'nin değil, 7 Haziran seçimlerinin de parlayan yıldızı Selahattin Demirtaş. "Pop star" diyenler bile çıkıyor Demirtaş'a. Kadınların, gençlerin özellikle müthiş ilgisi var. Demirtaş'ı nasıl gördüklerini, performansını nasıl değerlendirdiğini, gösterilen bu ilginin nedenini nasıl açıkladıklarını sorduk Bayık'a:
"Eğer bir ilgi gelişiyorsa herhalde boşuna değil. Demek ki çabalarıyla bunu yaratabiliyor. Onun için tabii biz olumlu görüyoruz. Türkiye'deki halkların buna ihtiyacı var. Çünkü Türkiye'de gerçekten sorunlar o kadar ağır ki, ekonomik, siyasal ve sosyal olarak toplum bunalmış. Hatta yer yer bazı çılgınlıklar bile sergileniyor. Hatta bu kadar bunalan bir toplumu, moralman inançtan düşen bir toplumu yeniden canlandırmak ancak büyük çabalarla olur. Selahattin Demirtaş'ın çabaları bu açıdan olumludur. Bunu yaratıyor. Bu ilgi onun için gelişiyor. Bunu daha da geliştirmek gerekiyor. Çünkü gerçekten toplumun buna ihtiyacı var. Şimdi eğer Selahattin Demirtaş bu tarzda ortaya çıkmış, toplumun ilgisini çekiyorsa, çeşitli kültürlerin, dinlerin, halkların ne kadar derin sorunları olduğunu gösteriyor. Bu sorunlara birazcık vicdanlı bir yaklaşımın ne kadar etki yarattığını, onlarda sonuç yarattığını, bunu dile getirenlere nasıl yakınlık duyduklarını bütünleşmek istediklerini gösteriyor. Eğer bu sorunlar olmasaydı, bunlar dile getirilmeseydi, bu kesimlerden bu kadar ilgi duyulmazdı. İlgi duyuluyorsa, sorunları dile getirdiği için, umut yarattığı için, çözüm yöntemlerini ortaya koyduğu için çeşitli kesimler Selahattin Demirtaş'a yaklaşabiliyor. Mücadele bunu yaratır. Her şey mücadeleyle ortaya çıkıyor. Mücadelesiz ne böyle bir kişilik oluşabilir, ne de ilgi oluşabilir. Türkiye'de başka partiler de var. Onlar da çalışma yürütüyor. Neden bu kadar ilgi yaratamıyorlar. Çünkü ciddi bir mücadeleleri yok da ondan. Selahattin Demirtaş ölümü göze alarak gerçekleri ortaya koymaya çalışıyor. Sorunları ortaya koymaya çalışıyor. Bunların çözümüne talip olduğunu ortaya koyuyor. Bu toplumda yankı buluyor, inandırıcı oluyor, onun için ilgi gelişiyor. Nedeni budur."