Modern demokrasilerin vazgeçilmez ilkeleri kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkeleridir.
Hukuk devleti ilkesi ise yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı olmak üzere iki temele dayanır. Bu iki temel bir ülkenin demokrasisinin, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamının gelişmişlik düzeyini gösterir.
Yargının bağımsızlığı; hiçbir devlet makamının, kişi veya kurumun veya güç odağının savcılara, yargıçlara etki edememesini ifade eder. Yargının tarafsızlığı da kanunların herkese tarafsız ve eşit biçimde uygulanmasıdır. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı birlikte hüküm ifade ederler. Adalet açısından bakıldığında biri diğerinden ayrılamaz.
Bu ilkeler açısından baktığımızda Türkiye’nin son yıllarda hızla irtifa kaybettiğini söyleyebiliriz. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin, kuvvetler ayrılığı ilkesini ciddi biçimde zedelediğini, yasama ve yargı erklerini kontrolü altına alarak, yetki ve karar mekanizmasının yürütme organında toplandığını görüyoruz. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesinin de her zaman çalıştığını söylemek mümkün değil.
Yargının FETÖ’nün kontrolüne girmesiyle ortaya çıkan Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi kumpas davalarıyla açılan sürecin 15 Temmuz 2016 kanlı darbesine kadar varan süreç, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına, dolayısıyla yargıya güvene çok ağır bir darbe indirdi.
Darbe girişiminin bastırılmasından sonra yargının FETÖ mensuplarından temizlenmesi çok uzun ve zor bir uğraş gerektirdi. Binlerce mensubunun yargı kurumlarıyla ilişkisi kesilmiş olmasına karşın bugün dahi yargının tümüyle temizlendiğini söylemek çok zordur.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra ise OHAL düzenlemeleri ve bazı yargı kararları bu kez yürütme yetkisini kullanan siyasi otoritenin genel olarak ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayan ve muhalefeti baskı altına alan bir sürece girildiğini ortaya koydu.
Cumhuriyet gazetesinin eski mensubu meslektaşlarımızın "FETÖ’cülük"le suçlanıp tutuklanmaları, tutuklu yargılanmaları, hapis cezalarına çarptırılmaları bu sürecin en çarpıcı örneklerinden biriydi. Bu davadaki yanlışlık ancak Yargıtay aşamasında düzeltilebildi.
Bu süreç devam ederken gerek yurt içinde gerek yurt dışında Türkiye’nin demokrasisi ve yargı kararları nedeniyle iktidarın aldığı sert eleştiriler bazı adımlar atılmasını zorunlu kıldı. Bunlardan biri Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün hazırladığı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bizzat açıkladığı yargı reformuydu. Bu reform yasalaştı.
Reformun en önemli taahhüdü, "Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz" hükmüydü.
Aslında böyle bir hükme ihtiyaç yoktu. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü zaten Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleriyle anayasal güvence altındaydı. Ancak, yargı kararları bu hükümlerin uygulanmadığını gösterince, iktidar yeni bir yargı reformuyla bu hükmü Terörle Mücadele Kanunu’na ekledi ve özellikle Batılı ülkeler nezdindeki imajını düzeltmeye çalıştı.
Ancak, çifte güvenceye karşın yargının haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarını suç saymaya devam ettiği Sözcü Gazetesi davasında ortaya çıktı.
Emin Çölaşan‘a 3 yıl 6 ay 15 gün, Necati Doğru’ya 3 yıl 6 ay 15 gün, Sözcü Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Metin Yılmaz’a 3 yıl 4 ay, sozcu.com.tr Yayın Yönetmeni Mustafa Çetin’e 3 yıl 4 ay, sozcu.com.tr Haber Koordinatörü Yücel Arı’ya 2 yıl 1 ay muhabir Gökmen Ulu’ya 2 yıl 1 ay, muhasebe görevlisi Yonca Yücekaleli’ye 2 yıl 1 ay hapis cezası verildi.
Sözcü Gazetesi sahibi Burak Akbay’ın dosyası ise ayrıldı.
Mahkemenin bu kararı karşısında akla gelen ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e sorulması gereken ilk soru, "Yargı reformuna ne oldu” sorusudur.
Bakan Gül’den bir açıklama beklemek kamuoyunun hakkıdır.
Bakan Gül, yargı reformu paketini müjdelerken şöyle konuştu:
"Sürecin iyi ve doğru gitmesi, ancak bu düzenlemelerin uygulama tarafından sahiplenilip, adalet hizmetine yansıtılması ile mümkün olacaktır. Biz, ardı ardına reform paketleri hazırlayabiliriz. Ancak iş dönüp dolaşıp bu kanunları eline alıp uygulayacak yargı mensubunda bitmektedir. Sistemi iyi ya da kötü işletecek olan, reforma iyi ya da kötü vasfını verecek olan uygulamadır."
Sözcü davasında verilen karar gösterdi ki, mahkeme, Bakan Gül’ü de 'yargı reformu'nu da uygulamada hiç dikkate almamış!
Sözcü davasında verilen karar neresinden bakarsanız bakın hiç inandırıcı değil. Yarım yüzyıldır gazeteci ve yazar olarak yazdıklarıyla bütün dünyanın, demokrasi, laiklik, Atatürk ilke ve devrimleri konusundaki görüşlerini bildiği, yazı hayatları FETÖ ve benzeri yapılanmalarla mücadele ile geçmiş Emin Çölaşan, Necati Doğru ve diğer meslektaşlarımızın FETÖ’cü olduğuna kimsenin inanması mümkün değildir.
Kimse de inanmamıştır.