Türkiye ile Almanya arasında giderek gerginleşen siyasi krizi her gün yazmak istiyor ve her gün “yarına hükmü kalmaz” diyerek vazgeçiyorum. Ama anlaşıldı ki, bu gerginlik referanduma kadar tırmanarak devam edecek. Bugün WDR Köln Radyosu’na konuk olan Avrupa Türk Demokratlar Birliği UETD Başkanı Zafer Sırakaya, Türkiye’den gelecek herhangi bir AKP’li siyasetçi için gösteri ya da toplantı organize etmeyeceklerini açıkladı. Aslında kendisi AKP’nin Yurtdışı Seçim Koordinasyon Merkezi Başkan Yardımcısı idi. Sırakaya bu unvanını kullanmaktan da imtina etti. Seçim Koordinasyon Merkezi’nin başkanı ve AKP milletvekili Mustafa Yeneroğlu ise, Sırakaya’nın bu açıklaması ‘’AKP Almanya’da hiçbir seçim toplatısı yapmayacak’’ şeklinde anlaşıldığı için Twitter'dan bir mesaj yayınlayarak bu tür haberleri yalanladı.
Kendisine ulaşamadığımız için olayın tam aslını bilemiyoruz. Bildiğimiz bir şey var ki o da AKP’nin Almanya’daki kolu sayılan UETD’nin seçim toplantıları konusunda bir çekincesi olduğu. Birlik Başkanı Sırakaya verdiği röportajda defalarca Almanya’daki baskıdan yakındı ve bire bir söylemese de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Nazi benzetmesinde haklı olduğunu ima etti.
Eğer Almanya bugüne kadar Türkiye’den gelecek siyasetçilerin referandum için toplantı yapmasını tamamen yasaklamadıysa aslında bunu aynı zamanda ülkesinde yaşayan göçmenlerin siyasi haklarına, fikir özgürlüklerine saygı duyduğu için de yapmıyor. Federal Anayasa Mahkemesi önceki hafta zaten bu tartışmalara noktayı koymuştu; yabancı devlet adamları ve hükümet üyelerinin ne anayasa ne de uluslararası hukuk çerçevesinde Almanya’da resmi sıfatla faaliyette bulunma hakları yoktur. Yani Binali Yıldırım AKP Genel Başkanı olarak gelip konuşabilir ama başbakan olarak propaganda yapamaz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir parti temsilcisi olmadığı için siyasi bir toplantı düzenlemesi ise külliyen yasak gibi görünüyor. Ayrıca eyalet sistemine sahip Almanya’da yerel yönetimler de pek çok konuda hak sahibi olduklarından Başbakan Angela Merkel ya da Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in eyalet bazında alınan kararları etkileme olanağı da yok.
Gelelim Ankara Berlin arasında tırmanan krize. Bir kere şunu söylemek istiyorum; başta Almanya olmak üzere Avrupa’da Hitler faşizmini yaşamış her ülke için “Nazi” suçlaması kavgada bile söylenmeyecek bir sözdür. Faşizm ve Nazi benzetmesi Avrupa, hele hele Almanya’da öyle kolay kolay sarf edilemez. Başbakan Angela Merkel’in de dediği gibi, Nasyonal Sosyalizm dönemi kurbanlarının acılarına saygısızlık etmektir. O dönemde işlenen suçları hafifletmiş olmanın yanı sıra yıkıcı, rencide edici ve yaralayıcıdır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’den yükselen ve buram buram suçlayıcı ton içeren açıklamalar, tehditler karşısında Almanya’nın hala elinden geldiğince sakin davranıyor olması zayıflığı değil, sağduyusunu gösterir. Bu sağduyuyu sadece Türkiye ile ilişkilerin yakınlığına değil, Almanya’da yaşayan üç milyondan fazla Türkiyeliye borçluyuz. Çünkü Almanya kendi vatandaşı olarak gördüğü göçmenlerinin kutuplaşmasını, kışkırtılıp sokağa dökülmesini ve huzurun bozulmasını istemiyor.
Pazartesi günü yapılan açıklamalara bakılacak olursa Almanya’nın sabrı taşıyor. Hem Başbakan Angela Merkel hem de Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Türkiye’den gelecek siyasetçilerin toplantı düzenleme serbestisini bir kez daha düşünecekleri işaretini verdiler. Gabriel, “Hoş görülüyüz ama aptal değiliz” diyerek, sınırın aşıldığını dile getirdi. Gabriel’in yerine SPD lideri seçilen Martin Schulz da Erdoğan’ın sözlerini küstahlık olarak nitelendirdi ve "Türkiye Cumhurbaşkanı'nı konuşmalarında her türlü kontrolü kaybetmiş olmakla" eleştirdi. Alman sosyal demokratlar hep toparlayıcı, uzlaştırıcı olmaya çalıştıkları Türkiye’nin hiç bu kadar AB’nden uzaklaşmamış olduğunu söylüyor. Artık Türkiye’nin AB üyeliği sosyal demokratlar için de gerçekçi olmayan bir hedef.
AKP hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bağcıyı döverek üzüm yiyeceğini sanıyor ama yanılıyor. Alman kamuoyu bile, Türkiye’den gelen tehditlerin içinin boş olduğunu anladı. “Madem Almanya’ya Nazi benzetmesi yapacak kadar ileri gidiliyor o zaman mülteci anlaşmasını feshetmenin zamanı geldi de geçiyor bile” diyenlerin sayısı hiç de az değil. Doğru ya Geri Kabul Anlaşması her zaman tek taraflı bozulabilecek bir anlaşma. “Açalım sınırları da 15 bin mülteciyi gönderelim. Açalım mı? Açalım mı?” diyerek propaganda yapmak kolay ama bunu hayata geçirmek sanırım yürek istiyor. Almanya’da “neden Türkiye AB’ne üyelik başvurusunu geri çekmiyor?” diye soranların da sayısı giderek artıyor. İngiltere bile bir çırpıda 1973 yılından bu yana üye olduğu AB’nde ayrılma kararı aldı. AB’nden her yıl Türkiye’ye 700 Milyon Euro’dan fazla para akıyor. Hem de demokrasi, insan hakları ve hukuk devletini geliştirmek için. Bu paranın Avrupa vatandaşlarının vergilerinden geldiğinden yola çıkarsak, böyle düşünmelerinin son derece doğal olduğunu söyleyebiliriz. Nasıl ki, Türkiye kendi siyasetçileri için konuşma özgürlüğü istiyorsa Almanya da kendi siyasetçilerine ve tarihine saygı gösterilmesini istiyor.
Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere. Peki hırsızın hiç mi suçu yok? Bugün Almanya’da yaşayan Türkiyeliler hala Alman siyasetinden çok Türkiye ile ilgileniyorsa ve Recep Tayyip Erdoğan’ı liderleri olarak görmek istiyorlarsa bu ülkenin uyum politikalarında bir sorun var demektir. Psikolog arkadaşım Deniz Başpınar, die Zeit gazetesine yazdığı yorumda bunu Almanyalı Türklerin güçlü bir baba figürüne duyduğu ihtiyaca bağlıyor. Çünkü ikinci nesil, hatta sonraki nesiller söz hakkı olmayan, ezilen bir babayla büyüdü. Şimdi Türk siyasetçilerin Almanya’ya dayılanması onların gururunu okşuyor.
Almanya'nın dış istihbarat teşkilatı BND’nin Başkanı Bruno Kahl’ın, Türkiye'deki darbe girişiminden Gülen yapılanmasının sorumlu olduğundan şüphe ettiğini, bu yapılanmanın dini ve seküler bir eğitim için bir araya gelmiş bir oluşum olduğunu söylemesi de çok ama çok talihsiz bir açıklama. Herkes Gülen hareketinin seküler olmadığını biliyor. Frankfurt’ta yapılan Nevruz gösterisinde yasak olmasına rağmen Öcalan ve PKK bayraklarının açılmış olması ve polisin buna müdahale etmemiş olması da maalesef AKP’yi haklı çıkarıyor. Daha önce Türk dış politikası için önergen demiştim, şu son haftalarda yaşananları düşününce elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi diplomasi yürütüldüğünü fark ediyorum. AKP hükümeti biraz daha olgun bir diplomasi yürütmeyi becerebilseydi, filler tepişirken ortada ezilen Avrupa’da yaşayan Türkiye toplumu olmazdı. Referendum geçecek, geçerken burada da derin izler bırakacak. Çünkü Ey Almanya! diye başlayan her söz Almanyalı göçmenlerin 50 yıllık kazanımlarını süpürüp gidiyor.