Murat Karayalçın, kadim dostluğumuz ile iftihar ettiğim çok önemli bir devlet adamımızdır. Belediye Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Başbakan yardımcılığı, siyasi parti başkanlığı yapmıştır.
Geçen hafta İzmir'de yapılan "İkinci Yüzyıl İktisat kongresinde" bir konuşma yaptı. Bence tüm kongrede, "elle tutulur somut" bir "uygulama" tavsiye eden (yegâne dememek için diyorum) en "işe yarar" konuşma idi.
Diğer konuşmalar da tabii değerli; ancak ülkemizde bu tip toplantılarda genellikle akademisyenlerin ya da onlar gibi davrananların "kendilerinin söyleyip, kendilerinin dinlediği" konuşmalar ve sonuç bildirimleri olur.
Sonuç bildirgesinde söylenenin altına her medeniyetten nasibini almış şahıs imza atar. Ancak bunların nasıl ve ne işe yarayacağı bilinmez?
Büyük Atatürk 100 yıl evvel yaptığı ayni kongre kararlarını daha katılanlar evlerine varmadan uygulamaya başlamıştı. İktidardan böyle bir şey beklemek epey naif olmak demek.
Zaten Kongre İzmir'de, CEHAPE'li İzmir belediyesi tarafından yapıldığı için İktidarın herhangi katkı ya da ilgi göstermesi "göstermelik" olacaktı. Bir katkı olup olmadığına da bilmiyorum, duymadım, okumadım.
Öte yandan ülkemizde, Sayın Karayalçın'ın konuşmasında bahis ettiği kamu/vatandaş iş birliğinin somut uygulaması olan "sivil toplum/NGO" olgusu hemen hiç mevcut değildir.
Bu sütunlardan çok defa sizlere AB komisyonunun (AB'nin bir nevi hükümeti; uygulamacısı) sivil topluma ne kadar önem verdiğini yazar dururum. Bu metot, o konuda Avrupa'nın olası en son teknolojiyi bilerek karar vermesini sağlar. Her konuda yapılması gereken "plenary meetings" her ilgilinin katıldığı "genel kurul" toplantıları ile karar verilir.
Bizimki gibi ülkelerde ise, "bilgi, tecrübe" önemli değildir. Yöneticiler için siyasi ya da "başka türlü" ilişkiler öncelik taşır.
NGO (Sivil Toplum Örgütlerinin) AB Komisyonu için ne ifade ettiğini bu konudaki bir AB dokümanından okuyalım:
"The European Union accepts NGO involvement in policy- and decision-making as not only a necessity, but as a requirement of the democratic system. The Commission has formally recognized the contributions NGOs can make through different instruments, such as consultations through Green and White Papers, Communications, advisory committees, business test panels and ad hoc."
yani;
"Avrupa Birliği, STK'ların politika ve karar alma süreçlerine katılımını sadece bir gereklilik olarak değil, demokratik sistemin bir isteği, şartı olarak kabul etmektedir. Komisyon, STK'ların Yeşil ve Beyaz Kitap, İletişim, danışma komiteleri, iş testi panelleri ve geçici danışma yoluyla istişareler gibi farklı araçlar aracılığıyla yapabilecekleri katkıları resmen tanır."
Sivil toplum konusunda böyle düşünen bir AB, ülkemizin en önemli NGO'su sandığımız TOBB'un "Yerli otomobil yapıyoruz!" diye milleti kandırmaya çalıştığını görünce bizi AB'ye alır mı? Aslında AB kurallarına göre TOBB bir NGO değildir. Bir Government Organisation; yani "hükümet kuruluşudur".
Ülkemizin yegane (iş hayatı) NGO'su, 2003 yılında Kadim Dostum Enis Özsaruhan'ın başını çektiği iş insanlarının kurduğu TÜRKONFED'dir. Sizlere önümüzdeki yazılarda daha çok bahsedeceğim.
Sayın Karayalçın'ın toplantıda yaptığı konuşmada kısaca;
"Kamu halk iş birliği modelinin uygulanmasında, Halkın sahiplendiği, karar ve uygulamasında yer aldığı projeler hızla biter. Eğer GAP'ta toprağına su bekleyen çiftçiler tıpkı Batıkent'te, Dikmen Vadisi'nde olduğu gibi örgütlenmiş olsalardı, Devlet Su İşleri veya GAP yönetimi ile bir müzakere sürecinin içine girselerdi, birlikte karar alsalardı, o projeler de bitecekti. Ne yapacaksak halkımızla yapacağız, yapmalıyız. Umudumuz halkımızdır" dedi.
İşte hükümete şu anda "1 yılda bitiririz?" dedikleri, depremzede 11 il merkezi, onlarca ilçe merkezinin yeniden inşası için bir metot teklifi. İktidarın bugün yaptıklarının, daha önce yaptıklarından bir farkı var mı? Yok. Yani projeyi Turgut Özal'ın kurduğu TOKİ yapınca, bütün bu Sayın Karayalçın'ın söylediklerine ihtiyaç yok mu? Kim bu Karayalçın? Cumhuriyet tarihinde ilk defa olmayan bir 30 bin kişilik yerleşim yerini tüm planlama ve uygulamasını yapan kimse. Yani konusunun en önemli Aksakalı. Fikir alan olmuş mu? Tek adam sisteminde böyle bir gerek yok; Bir bilen her şeyi biliyor.
Sayın Karayalçın'a telefonda sordum: "Size, iktidardan veya muhalefetten (ciddi miktarda belediye yönetimi yapmaktalar) fikir danışan oldu mu?"
Çok kibar bir politikacı olan kadim dostum; "Herhalde gerekince sorarlar!" dedi.
İkinci konumuz meşhuuur yerli ve milli otomobilimiz TOGG. 177 bin kişi kuyruğa girmiş. 2022'de ülkemizde 100 binden az SUV satılmış; ama olsun. Bizim vatandaşımızın milli duyguları çok gelişmiştir. Üstelik ikinci ele hemen satınca prim yapar. Bankadan daha iyi!
Şaka bir yana, bu konuda size samimiyet ile ne düşündüğümü söyleyeyim.
Ben TOGG marka otomobili seviyor ve tüm planlaması ile başarılı buluyorum. Bu otomobil bence satar. Pininfarina imzalı otomobiller her zaman satmıştır. Hatta batıya satarken, "YERLİ MİLLİ, Türk Malı" diye tutturmazlar ise daha çok satabilirler. Zaten adı pazarlama açısından pek sempatik değil; ancak T10X demeleri "Batılı" bir hatırlatma olmuş. X eskiden, SUV çıkmadan önce "geliştirilmiş" gibi kullanılırdı. Şimdilerde "crossover" anlaşılıyor. "T" TOGG olsa gerek. Niye 10 anlayamadım. T10X RWD ise Rear Wheel Drive; yani arkadan itiş anlamına geliyor. İngilizcemiz ilerliyor. Bunlar Batılı için daha "tanıdık" jargonlar. X ve W Türk alfabesinde yok, belki Sayın Bahçeli biraz alınabilir ama olacak o kadar... Böylece alfabemize girmiş oldular.
Satar diyoruz ama, endüstrinin en vazgeçilmez gereklerinden biri olan "sustainability yani sürdürebilirlik" olacak mı bilemiyorum. Pek öyle görünmüyor. Ben şahsen almam, denenmemiş bir otomobile verecek 1 küsür milyon liram yok. Tenkit edilecek, tebrik edilecek bir sürü yeri olacaktır. Ancak ben de Sayın Karayalçın'ın belediyecilik ve politika ile geçirdiği gibi, ömrünü otomobiller ile geçirmiş bir kimseyim. Üstelik bu ülkede sıfırdan bir otomobil yapmış, otomobili de bugün sokaklarda gezinmekte, satılmakta olan biriyim. Bana kimse bir şey sormuyor.
Murat Bey'den öğrendim; "Herhalde, gerekince sorarlar!"
Benim itirazım iktidarın sanki inanılmaz bir yerli teknoloji geliştirip bunu bir üretime uygulamışlar gibi her fırsatta "YERLİ MİLLİ TOGG" demesi. Bu araç yerli ya da milli "üretim" değil kardeşler. Bir Türk Montajı İtalyan. Lisansı İtalyanlardan aldığınız anlaşmalar da yazıyor. Yani neshebi sahih…
Şimdi size bir hipotetik bir "durum" anlatacağım.
Renault 12 ülkemizde uzun yıllar yapıldıktan sonra, daha farklı bir modele geçildi. Her türlü parçası Türk yan sanayinde yapılıyordu.
Bugün Bursa'da bir yatırımcı Renault S.A. ile anlaşıp, Renault 12 imal etme hakkını satın alsa; kalıpları Bursa'da iyi bir pres fabrikasında (mesela Coşkunöz) bastırsa, kalan tüm parçaları da yan sanayiden alsa, KARSAN'a verse, fason monte ettirse, ön plastik panjuru da Murat Günak'a tasarlatıp, tam ortasına kocaman bir A harfi koysa, markasını da AHMET koysa; Fransız malı bu otomobil "YERLİ VE MİLLİ" olur mu olmaz mı?
Gayri ciddi olmayın beyler. Devlet gayet tabii TÜRK TEKNOLOJİSİNİ GELİŞTİRECEK önlemler alsın ve bu uğurda kaç para harcarsa harcasın; ama zaten bu ülkede 50 yıldır yapılmakta olan MONTAJ sanayi için 21. asırda benim paramı harcamasın…