Bir Fransız dergisi Recep Tayyip Erdoğan’ı kapak yaptı ve “diktatör” olarak ilan etti.
Erdoğan da dergi hakkında suç duyurusunda bulundu, “Cumhurbaşkanı’na hakâret” suçlamasıyla soruşturma yürütülecek.
Geçtiğimiz hafta, yazar Aslı Erdoğan’ın başına da bir çorap örüldü.
Söylenmeyen sözlerden çıkarılan niyetler, sanki Aslı Erdoğan tarafından söylenmiş gibi gazetelerin başlıklarına taşındı.
Bu, Aslı’nın, Türkiye’de her zaman hazır bekleyen linç çetelerinin önüne atılması sonucunu doğurdu.
Zaten amaç da bence buydu.
44 yıldır gazeteciyim, bir gazetecinin yaptığı işin sonuçlarının ne olabileceğini tahmin etmemiş, bunu öngörememiş olması palavradan başka bir şey değildir.
Aslı’nın yalanlaması her zaman olduğu gibi duyulmadı bile. Bununla ilgili söyleyeceklerim de var, ama daha sonra.
Kuzey Suriye’de PKK / PYD’ye karşı yapılan askeri operasyon sırasında, sivil yerleşim yerlerine YPG tarafından yapılan havan saldırılarında TC vatandaşı çocuklar, kadınlar, siviller hayatlarını kaybetti ama bunlar Batı medyasında bir haber olamadı. New York Times’da, harekâtın ilk gününde yayımlanan bir küçük haber dışında.
Batıda popülizm yükseldikçe, ona paralel olarak bir “dış düşman bulma ihtiyacı” da yükseliyor. Batı medyası da bu ihtiyaca malzeme temin ediyor.
Kapitalist sistemin girdiği bunalımdan uzun süredir çıkamıyor oluşunun yarattığı siyasi sonuçlardan biri bu.
Batının gelişmiş ekonomileri krizde. Ekonomi büyümüyor, ABD dışındaki batılı ülkelerde ciddi işsizlik var ve yakın gelecekte de bu durumun tersine çevrilebileceğine ilişkin bir gösterge yok.
“Tıpkısının aynısı” olmasa bile 1929 ekonomik buhranının ardından yükselen faşizme benzer bir sağ popülist tırmanma söz konusu.
Ve batı demokrasilerinde, seçimle iş başına gelen popülist elitlerin, asıl sorunu yaratan ekonomik sistem ile bir problemlerinin olmadığını da biliyoruz.
İşçilerin, köylülerin, dar gelirlilerin oylarıyla iktidara geliyorlar ama sorunu çözebilmeleri için değiştirmeleri gereken kapitalist sistemle de son derece barışıklar.
Böyle bir ortamda “kara kafaların varlığı” gerçek bir can simidi.
İşsizliğin sorumlusu doğal olarak onlar.
Zaten aynı zamanda vahşiler de. Kafa da kesiyorlar. Kendilerinden olmayan herkesi öldürmeye de hazırlar. Kendi değerli yazarların bile linç edebiliyorlar.
Doğrusu “kara kafalar” da bu ateşe odun atmaya pek istekli.
Böylece “Türkler”, 1930’larda dünyanın her köşesinde Yahudilere yüklenen görevi devralmış bulunuyorlar: Ortak nefret objesi olmak!
Batının yeni Yahudileri artık bizleriz.
Oralara gidip hepsinin işini elinden aldık. Köylerine, kasabalarına yerleşip, Hristiyan değerlerini tehlikeye düşürüyoruz. Hayal gücünüze uygun olarak bunları çoğaltabilirsiniz.
Lümpen popülizmin kendisini en rahat şekilde ortaya koyabileceği alan olan futbol sahalarına bir bakmak bile yeterli.
Hollanda 1. Ligi takımlarından Fortuna Sittard’ın başkanı bir Türk. Kafasına çuval geçirilerek dövüldü.
Federal Almanya vatandaşı ve Almanya Milli Takımı oyuncusu Mesut Özil, kendisini “saygı duyulmayan ve korumasız biri olarak hissettiğini” söylüyor.
“2018 Dünya Kupası’ndan elendiğimiz maçta saha kenarına geldiğimde Alman taraftarlar bana ‘Evine dön ve kendini s**tir Türk domuzu’ gibi şeyler söyledi. Turnuvadan önce Leverkusen’deki hazırlık maçında top İlkay Gündoğan’a geldiğinde tüm stadyum onu yuhalamaya başladı. O sırada ‘Keçi s**ici, s**tiğimin Türk çocuğu’ gibi tekrar edemeyeceğim hakaretler işittim” diye anlatıyor.
Şöyle devam ediyor:
“Almanya’daki siyasiler bile bana ırkçı saldırılarda bulundu. Bu süreçte milli takımdan hiç kimse çıkıp ‘Hey, kesin! O, bizim oyuncumuz ve kendisine bu şekilde hakaret edemezsiniz’ demedi. Herkes sessizliğini korudu ve yaşananları seyretti.”
Tıpkı 1930’larda Yahudiler saldırılara uğramaya başladığında, herkesin susup, yaşananları seyrettiği gibi!
Yükselen popülizmin her kötülüğün anası olarak gösterebileceği “dış düşman” ihtiyacını şimdi Türkler karşılıyor.
Kategorik olarak “öteki” haline getirilmemiz için de sembol figür kaçınılmaz olarak Recep Tayyip Erdoğan.
Aynı sağ popülizmin Türkiye versiyonu.
O da “küffara karşı şiddetli olmaktan” söz ediyor. Onun “öteki” tanımı, biraz daha geniş sadece.
Ve batılı benzerlerine göre daha avantajlı: Onun bir de “içindeki İrlandalıları” var, istediği gibi hakaret edip, aşağılayabileceği, isterse hapse atıp, isterse işsiz bırakabileceği!
Diktatörlük ile demokrasi bir sarkacın gidip geldiği iki en uç noktayı temsil ediyorsa, Türkiye birinci uca daha yakın duruyor elbette ama bir diktatörlükten de, diktatörden de söz edemeyiz.
Erdoğan için popülist demek mümkün. Tek adam yönetimi kurmak isteğine dikkat çekmek mümkün. Anayasa değişikliği ile birlikte otokrat bir yönetimin temellerinin sağlamca atılmaya başladığını söylemek mümkün. “Asla demokrat olmadığını” söylemek mümkün.
Ama “diktatör”, gerçeği ifade etmiyor.
Erdoğan diktatör ise Orban’ı, Kaçinski’yi, Strache’yi, Bulgaristan, Slovakya ve Finlandiya’daki koalisyon ortaklarını nereye koyacağız?
Bunların hiçbiri kelime anlamıyla diktatör değil.
Sorunun nedenini doğru tarif etmezseniz, onunla mücadeleyi de yanlış zeminlerde yürütmeye çalışır ve kaybedersiniz.
Bunlar sağ popülist, aşırı milliyetçi, dinci siyasetçiler.
Demokrasinin olanaklarından yararlanıp, serbest seçimlerle işbaşına geliyorlar ve yine serbest seçimlerle iş başından gönderilebilirler.
Erdoğan’ın, bu nedenle Fransız dergisi hakkında suç duyurusunda bulunması, bununla ilgili soruşturma başlatılması ise derginin hizmet ettiği sağ popülizmin değirmenine su taşır!
O derginin yayınlandığı ülkede, ülkenin Cumhurbaşkanı sert şekilde eleştirilebilir. Sokakta yüzüne karşı bile bu sert eleştirileri söyleyebilenler oluyor, gazeteleri takip edenler farkındadır.
Erdoğan’ın bu suçlamaya kızmasını elbette anlayabiliyorum. Kim olsa kızar.
Kızar ama hiç bir pratik sonucu olmayacak bir suç duyurusunu da ihmal etmez ki bunu içeride de kullanabilsin.
Zaten işin gerçeği de şu ki, gerçek bir diktatör bile kendisinden diktatör diye söz edilmesinden hoşlanmaz.
Batı medyası, Türkleri şeytanlaştırma – ötekileştirme işinde, Türkiye’deki otoriter ve baskıcı yönetim anlayışından çok yararlanacak.
Fransız dergisinin kapağı, bunun işaret fişeğinden ibarettir.
Görüyorum ki Batı medyasında ve siyasetindeki Türk düşmanlığı karşısında “sevinen” Türkler ve Kürtler de var!
Bir şey söylemek istiyorum, anlarlar mı bilmem:
Düşmanlıkları Recep Tayyip Erdoğan’a değil, bütün bir halka yönelik, farkında mısınız?
Üstelik, batıdan, doğuya doğru baktıklarında görecekleri “kara kafaların” etnik kökenleri ile ilgileneceklerini mi zannediyorsunuz?
Görecekleri sadece kafa kafalardır!
Diyeceğim o ki Batılı neo faşistler, sağ popülistler için Türk, Kürt, İranlı, Yahudi fark etmez.
Onlar için hepimiz aynı yolun yolcusuyuz.
Sağ popülizmin, “psikolojik gaz odalarına” mutlu gitmek istediğiniz için seviniyorsanız, orasını bilemem.