İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ilgili raporu savcılığa iletildi.
Bu soruşturmaya neden olan iddia İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde işe alınan bazı kişilerin "terör ile iltisaklı" olması ve bu kişilerin işe başlatılmasında güvenlik soruşturması ile ilgili kurallara uyulmaması.
Türkiye, biliyorsunuz terörist bakımından dünyanın en zengin ülkesi.
2016 ile 2021 yıllarını kapsayan beş yıl içinde bu ülkede yaşayan her 45 kişiden biri terör örgütü üyeliği suçlamasıyla savcılıkta ifade vermek zorunda kaldı.
İçinde bulunduğumuz yıldaki soruşturmaların sayısını henüz bilemiyoruz. 2016 yılından 2021 sonuna kadar terör örgütü üyeliği suçlaması ile soruşturulan vatandaşlarımızın sayısı 1 milyon 768 bin 530.
Bu yıl tamamlandığında sayı 2 milyon kişiyi geçecek anlamına geliyor bu istatistik.
80 milyonluk bir ülke için 2 milyon kişinin terörist olduğundan şüphelenilmesi neye işaret eder?
Bir tek şeye işaret eder: Terör örgütü üyeliği ile ilgili suçlamaların çoğu siyasi amaçlı olarak yapılıyor, yargının siyasallaşmasının bir sonucu.
Bugün Avrupa ülkelerinin konsolosluklarının kapısında kuyruk oluyor, onur kırıcı şekilde vize başvurularınız reddediliyorsa, bunun nedenlerinden biri de ülkemizin "terörist zengini" olması.
Böyle diyorum çünkü AB ile göçmenleri geri alma konusunda yapılan pazarlık sonucu varılan anlaşmada Türkiye'nin "terör ve terör örgütü üyeliği" kavramını AB standartlarında netleştirilmesi gerekiyordu.
Hatırlarsınız, bir saray darbesiyle devrilen eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, partisinin grup toplantısında "En geç ekim ayında Avrupa'ya vizesiz seyahat mümkün olacak" dediğinde grup toplantı salonu alkıştan yıkılmış, ertesi gün yandaş medyada manşetler bu sevindirici haberi haykırmıştı. Tarih 26 Ocak 2016 idi.
Bu gerçekleşmedi, şimdi vize kuyrukları daha da uzadı, vize alabilenlerin sayısı azaldı.
Türkiye, vize muafiyeti ile ilgili anlaşmadaki bu yükümlülüğüne uymayı ısrarla erteliyor.
Çünkü Türkiye'de her beğenilmeyen fikir, terör suçunun kapsamına sokulduğu sürece de bu böyle sürüp gidecek.
Osman Kavala'yı, Selahattin Demirtaş'ı başka türlü hapiste tutamazlar, HDP'nin tepesinde kapatma kılıcını sallandıramazlar. (Bu konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi 30 Temmuz 2019 tarihli bir yazımda var.)
Şimdi aynı "terör silahı" İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nı bir yolunu bulup görevden alabilmek için kullanılmak isteniyor.
Milletin seçtiği bir belediye başkanını görevden alabilmek için uydurabildikleri de bu tuhaf suç: Terör ile iltisaklı kişileri işe almak!
Bu suçun anlamı şu: Aslında İBB'de terör örgütü üyeliği ile doğrudan doğruya suçlanabilecek kimse işe alınmış değil.
Çünkü öyle birisi varsa bunlar zaten soruşturulmuş ve mahkûm edilmiş olmalıydı.
"İltisaklı" diye icat ettikleri suç, ceza kanunumuzda olmayan bir şey.
Çünkü suç kişisel, bir yakını terör örgütüne katıldı vs. diye kimse suçlanamaz, kamu hizmetlerinden yararlanması engellenemez.
Anayasal bir hak olan protesto gösterilerine vs. katılmak, terör örgütüne "iltisaklı" olmak anlamına gelmez, böyle onlarca AİHM, yüzlerce AYM ve Yargıtay kararı var.
Bunu İçişleri Bakanlığı müfettişleri ve bu dosyayı kendisine yollayan makama hemen iade etmeyen ve üzerinde inceleme yapacak olan savcı bilmiyor olabilir mi?
Elbette biliyorlar, bile bile Anayasa'yı çiğnemekte, kanunları eğip bükmekte sakınca görmüyorlar.
Siyasallaşmış adliye, rejimin elinde bir silah.
İBB seçimini kaybetmeyi içlerine bir türlü sindiremediler çünkü bu kentte yaratılan büyük avantadan aldıkları payı artık alamıyorlar.
Onun için İmamoğlu'nu görevden alıp, yerine bu avantayı yeniden siyasetin emrine sunacak birini getirmek istiyorlar.
İstanbul haklının iradesine karşı bir darbe yapmak peşindeler.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ilgili yaptıkları soruşturmanın raporunu kısa sürede yazıp, savcılığa teslim eden İçişleri Müfettişleri, geçmiş dönem İBB'sindeki yolsuzluk ve usulsüzlükler ile ilgili dosyaları iki yıldan fazla süredir ellerinde tutuyorlar.
Hatırlarsınız, bu dosyaları İçişleri Bakanı Süleyman Soylu almış ve "bir de benim müfettişlerim baksın" demişti.
Bir dediklerini ikiletmeyen savcıların ve hakimlerin egemen olduğu bir adli düzene bile güvenemiyorlar ki dosyaları ortaya çıkaramıyorlar.
Düşünün artık ne yolsuzluklar yapılmış.
İçişleri Bakanı'nın bu dosyaları saklamasının nedeni sadece siyasi midir, yoksa yolsuzluklara o da ortak mıydı, bilmiyoruz.
Soruyoruz yanıt vermiyor. Dosyaları görsek anlayacağız ama dosyaları da göremiyoruz.
Sezgin Baran Korkmaz isimli kara para aklayıcısı bir kişinin mal varlığına tedbir konmuştu.
Sonra olmayan bir MASAK raporu gerekçe göstererek bir savcı ve bir hâkim bu tedbir kararını kaldırdılar.
Bu karar da SBK'ya 150 milyon dolarlık mal varlığını kaçırma olanağı sağladı.
Savcı daha sonra taltif edilerek Adalet Bakanı Yardımcısı yapıldı.
Bu iş nasıl olabildi?
Savcı ve hâkim olmayan bir MASAK raporunu, var gibi gösterirken hangi müşevvikin tesiri altındaydılar?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, örgütlü suç hükümlüsü Sedat Peker'in, bazı politikacıları maaşa bağladığını açıkladı.
Orada da durmadı gitti bu bilgiyi önce TBMM Başkanı ile sonra da Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ile paylaştı.
O günden beri de "tık" yok.
Bu siyasetçi kim? Soylu neden bildiklerini açıklamıyor. Savcı Bey'e bu bilgi iletilirken "aramızda kalsın" mı dediler?
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, çay içerken dedikodu yapılmasına uygun bir yer midir?
"Kendisine gazeteci süsü veren bir tip Sezgin Baran Korkmaz'dan 10 milyon Euro istedi.
Bu parayı alınca Bakan Soylu ile Korkmaz'ı buluşturup, aralarındaki sorunu çözecekti.
Bu 10 milyon Euro'yu kim alacaktı? Bakan'ın payına buradan bir şey düşecek miydi?"
Yanıtı Bakan'dan değil, Türkiye'ye iade talebi geçenlerde kabul edilen Sezgin Baran Korkmaz'dan geldi.
Korkmaz, bir ses kaydı dizisini TİP Milletvekili Ahmet Şık'a gönderdi.
Bu kayıtlarda, Korkmaz, adını açıklamadığı bir AKP'li yetkili ile konuşuyor.
Korkmaz'a göre bu konuşma kayıtları, kendisine gazeteci süsü veren Veyis Ateş'in, 10 Milyon Euro'yu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu için istediğini gösteriyor.
Ve konuşma kayıtlarında açıklanmaya muhtaç çok şey var.
"Operasyon çekilirken bazı adamların içeride rehin tutulması" meselesi var mesela.
Bu "içerisi" neresi acaba?
Devletin polisi de bu karanlık parasal ilişkilerde "mafya" olarak mı kullanıldı?
Süleyman Soylu'nun bir iş adamından alacağını silmesi için Sezgin Baran Korkmaz'a baskı yaptığını daha önce duymuştuk.
Ortaya çıkıyor ki bu amaçla Korkmaz'ın eşinin pasaportunun iptal edilmesinden tutun da bir dizi baskı uygulanmış.
Soylu'nun bu iş için "tutulduğu" ortaya çıkıyor.
Kim bilir, belki de SBK'nın yurtdışına çıkmasından hemen önce bakanlıktaki toplantıya katılan polis müdürleri de işin içinde.
Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı'ndan bütün bunların açıklamasını isteyecek mi acaba?
Yoksa, bunun da üzeri örtülecek ve ayrıntıları öğrenebilmemiz için iktidarın değişmesi mi gerekecek.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |