O zamanki sıfatı sadece "AKP'nin siyasi yasaklı lideri" olan Recep Tayyip Erdoğan, kendisine "Kürt sorununu çözün, bu acılar artık yaşanmasın" diyen işçiye şu yanıtı vermişti:
"Sorun var diye inanmayacaksın. Yok diye inanacaksın. Sorun var diye inanırsan sorun olur. Sorun yok dersen, sorun ortadan kalkar. Biz böyle bir sorun yok diyoruz." (22 Aralık 2002. Moskova.)
Hatırlarsınız, yakın geçmişte "askıda ekmek" meselesi çıktığında da "evine ekmek götüremeyen yok" diye sinirlenmişti.
Erdoğan'ın siyasi kişiliğinin en önemli çizgisi bu bence.
Kendisine hayran, en küçük eleştiriyi bile "hakaret" olarak algılaması, aradan onca yıl geçmesine rağmen Gezi takıntısından bir türlü kurtulamıyor olması hep bu yüzden.
Hapishaneler mahkûmlarla dolup taşarken ve bu nedenle sürekli yeni hapishaneler yapılırken dünyanın en gelişmiş ve ileri demokrasisinin Türkiye'de olduğunu söylemesinin nedeni de bu.
Çünkü onun yönettiği bir Türkiye'de "sorun var" demek, muazzam egosuna bir taş atmak anlamına geliyor ki Allah muhafaza o ego o anda paramparça olabilir.
Onun için tartışılan konuların gerçek durum ile ilgili olup olmaması onun umurunda değil.
Ayçiçeği yağı sıkıntısında da aynı pozisyonda: Sorun yok dersen, sorun olmaz!
Geçen gün muhtarlara bunun için görev de verdi:
"Son günlerde yağ meselesi çıkardılar. Ayçiçeği, zeytinyağı sorunumuz yok. Gerekirse sizler İçişleri bakanlığımız adına bunların depolarını takip edip, bizlere ihbar edeceksiniz, biz gereğini yapacağız" dedi.
Dün de partisinin grup toplantısında konuşurken yağ sıkıntısı nedeniyle muhalefeti suçladı.
"Dün, patates soğan üzerinden, salgın tedbirleri üzerinden, bugün yağ üzerinden ülkenin başına kara bulutları toplamaya çalışanlar yine bunlar!"
Gördüğünüz gibi Cumhurbaşkanı'na göre aslında yağ sorunumuz yok, bütün mesele muhalefetin böyle bir sorun varmış gibi davranması.
Nitekim İçişleri Bakanı da onunla aynı fikirde.
Yağ sıkıntısı ile ilgili konunun "siyasi manipülasyon" olduğunu söylüyor.
Bu konuyu diline dolayanlara gereğini yapacağını söylemeyi de ihmal etmiyor tabii.
Ardından RTÜK Başkanı'nın sopa sallamasına geliyor sıra.
O da "sorun varmış gibi" yayın yapanları tehdit ediyor.
Bu rejimin temel hareket tarzı çünkü.
Bir sorun varsa önce inkâr et.
Sonra bunun için muhalefeti suçla.
Konunun tartışılıp, konuşulmasını engelle.
Konuşulmazsa vatandaşlar sorunun varlığından haberdar olmayacaklarmış gibi!
Vatandaşları bir tür deve kuşu yerine koymak bu aslına bakarsanız ama artık buna alıştık.
Ama şeytan dürtüyor, "olmayan sorunla" ilgili bazı şeyler soracağım ki bunlar bana "olmayan sorunun aslında olduğunu" anlatıyor.
"Sıvı yağda gümrük vergisinin sıfırlanması" kararı bunlardan biri.
Karar, 30 Haziran 2022'ye kadar geçerli olacak.
Ukrayna'daki savaş nedeniyle ayçiçeği yağı ithalinde sıkıntı çıktığı için kanola, aspir, soya ve palm yağı ithalatında gümrük vergisi bir hafta önce sıfırlandı.
Yağ tedarikinde sorun yoksa, gümrük vergileri neden sıfırlanıyor?
Önceki gün de yağlı tohumlar üretimine hibe desteği yapılacağı açıklandı.
Bu destek sadece ayçiçeği, kanola, soya, aspir gibi yağlı tohumlar için değil, hububat, baklagil üretiminde de verilecek.
Böyle yaptığına göre anlıyoruz ki hükümet, yağ tedariki ile ilgili sorunun geçici olmayacağını, kalıcı olma istidadı göstereceğini de hesaplıyor.
Peki bunu yapmak için bugünü niye beklediler?
Türkiye'nin yağ ve hububat için dışarıya bağımlı olduğunu şimdi mi fark ettiniz?
S-400 almak için tiko para harcadığımız 2,5 milyar doların yarısını iki – üç yıla yayılacak şekilde bu ürünleri desteklemeye ayırmış olsaydık, şimdi sıkıntı filan da olmayacaktı.
Bir de anlaşılıyor ki yıllardır ekim yapılmayan, sürülmeyen arazilerde ha deyince tarım yapılamayacağını da bilmiyorlar.
Ama Erdoğan bunları kabul edemez.
Onun inanmak ve inandırmak istediği neyse, onun için gerçek odur.
Onun gerçeği, bazılarımıza gerçek ötesi gibi gelse de böyle.
Erdoğan gibi "otoriter popülist" liderlerin benmerkezci ruh yapısının sonucu bu.
Ancak söylemek zorundayım ki sorun yokmuş gibi yapmanın, kimseye bir yararı olmaz.
En başta da ülkeyi yönetme sorumluluğunu taşıyanlara faydası olmaz.
Biliyorum huylu huyundan vazgeçmez ama söylemiş olayım.
Yukarıda da sözünü ettiğim gibi palm yağı ithalatında alınan gümrük vergisi sıfırlandı.
Bildiğiniz gibi palm yağını evde patates, sigara böreği, balık vs. kızartırken kullanmıyoruz.
Zaten salataya hiç konmaz.
Bu yağ esasen "abur cubur sanayisi" diyebileceğimiz, adında "gıda" olsa da besleyici hiçbir özelliği olmayan gıda sanayiinde kullanılır.
Çocuklarımızı uzak tutmak zorunda olduğumuz "gıda" sanayiinde!
Çünkü bu yağ, 200 derecenin üzerinde rafine ediliyor, bu nedenle de kanserojen.
Bir de sabun filan yapıyorlar, orada kullanılıyor.
Şimdi bu yağdaki gümrük vergisinin sıfırlanması kimin işine yarar?
Belli ki bir fırsattan istifade durumu var.
Bu rejimin en sevdiği şey yani!
Fırsattan istifade varsa o fırsattan karar verici mekanizmalar da yararlanabiliyor çünkü.
Tansu Çiller, muhalefete çeki düzen vermek için bir siyasi parti kuracak ya da bir partiyi satın alacak.
Son zamanlarda medyada sıkça boy göstermesi nedeniyle herkesin vardığı sonuç bu.
Geçen gün Fatih Portakal, YouTube kanalında bu konuya değindi.
Programı için attığı tweette şöyle yazmış:
"Tansu Çiller tebessüm ettirdi bana. Ciddi ciddi siyasete girecek gibi. Hem de 75 yaşında. Başkanlık sistemini de sevmiş. Y, Z kuşağına sorsan kim o der? Hayırlı olsun!"
Ben Fatih ile aynı kanaatte değilim.
Tansu Çiller'in asıl şansı burada.
Y ve Z kuşağının onu tanımıyor olmasında yani!
Tanısalar onlar da Fatih Portakal gibi tebessüm edebilirlerdi.
Şimdi tanımadıkları için oy verebilirler, Tansu Hanım da bunu hesaplıyor olmalı.