İran her daim dinamik, şaşırtıcı ve ilginç bir ülke. Hep iki yönlü bakılmıştır İran’a; Batı’ya başkaldıran bir ülke ya da baskıcı, otoriter bir rejim. Tanımlamasında önyargılar her daim geçerli olmuştur. Hatta İran’da 1979’daki ayaklanmanın devrim olup olmadığı konusunda bile görüşler farklıdır. Çünkü kimilerine göre İslam devrimi olmaz. Oysa İran’da oldu ve hatta 35 yıl önce belki de 20. yüzyılın son çeyreğinin en önemli halk ayaklanmalarından biriydi.
İran İslam Devrimi’nin 35. yılında Tahran’da devrim sanki duvar resimleri ve panolardaki sloganlarda yaşıyor. Ancak, bu detaylara biz dışarlıklılar haricinde pek dikkatli bakan yok gibi. İnsanlar, ambargolara rağmen ucuz benzinin yol açtığı araç enflasyonu sonucundaki trafikle uğraşıyor. Trafikte hayli sabırlı olan İranlılar siyaseten de bu kez sabrı tercih etmiş gibi. Yani “acele etmeyelim bekleyelim ama bazı şeyleri değiştirelim” der gibiler. Bu nedenle İran’daki siyasi atmosferi şu üç kelime özetleyebiliyor: Umut, İhtiyat, ılımlılık.
İki dönem cumhurbaşkanlığı yapan ve sert söylemi ile dikkat çeken Ahmedinejad sonrasında Hasan Ruhani’nin ülkenin başına geçmesi herkesi rahatlatmış gibi. Ruhani’nin önce Birleşmiş Milletler’de ardından Davos’ta sergilediği yumuşak söylemlerle dünyaya karşı farklı bir profil çizdiği biliniyor. Bu profil Tahran’da da beklentileri arttırmış. Ancak önceki tecrübeler, İran halkını daha temkinli hale getirmiş, özellikle gençleri. Temkinli olmanın anlamı beklenti çıtasını çok yüksek tutup yeni bir hayal kırıklığı yaşamamak.
2001’de reformist cumhurbaşkanı Hatemi döneminde sokaklarda özgürlük şarkıları söyleyen gençler yok artık. Aynı gençler 2009’da Ahmedinejad’a karşı protesto gösterilerinde rejimin sert yüzüyle bir kez daha karşılaşınca hayal kırıklığı içinde evlerine dönmüştü. O dönem kimisi cezaevlerinde “dersini” aldı, kimisi hala içeride. Gençler şimdi daha temkinli, ‘biraz yavaş gitmemiz gerekiyor’ diyorlar.
Tahran’da üniversiteli gençlerden gazetelerdeki siyasi yorumculara kadar birçok kişiyi birleştiren ortak nokta “ülkenin içeride ve dışarıda hemen olmasa da zamanla yeni bir politikaya evrimle zorunluluğu. Tabii ki Batı’nın da eski politikasını terk etmesi şartıyla”. Sözü edilen yeni politikanın reformcuların öncülüğünde olması ama muhafazakarların desteğini sağlamasını gerektiriyor.
Yani İran ince bir çizgide denge sağlamaya çalışacak gibi görünüyor; içeride ve dışarıda açılım yapılacak ama rejimin sinir uçları, güç merkezleri çok rahatsız edilmeyecek.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin seçilmesinin ardında da bu tutum yatıyor. Çünkü Ruhani hem rejimin en kritik noktaları ile ilişki içinde hem de yeni bir politika vaat etmiş biri. Ama en önemli özelliği dini lider Hamaney'in de kendisini desteklemesi. İran'da dini liderin desteklemediği politikaların hayata geçme şansı az. Ancak Cumhurbaşkanı bir reformist değil. Onun için belki de en iyi tanım reformcularla muhafazakârlar arasında ılımlı bir pragmatist olabilir. Bu nedenle kabinesinde reformcular kadar muhafazakâr isimler de var.
Tahran’ın iki yüzü söz konusu. Kentin kuzeyi orta sınıf reformcuların güneyi ise yoksul muhafazakârların merkezi. Kılık, kıyafetten, giyim kuşama, araç markalarından AVM’lere kadar bu farklılık gözle görülebiliyor. Kuzey bölgesinde Dr. Said Leylaz’la buluşuyoruz. Leylaz 2009 seçimlerinde reformcu aday ve şu anda ev hapsinde olan Musavi'nin danışmanlarından. Kendisi de yasaklı, ders veremiyor yurtdışına çıkamıyor. Hatta birkaç yıl önce olsa bizimle bile konuşamayacağını söylüyor.
Laylaz'a göre "Ruhani değişimin mimarı değil, sonucu. 20 yıldır sağ ve sol kanattaki mücadeleden sonra her iki kanadı ortada buluşturan isim. Bu değişimin bir türbülansa girmeden yapılmasına inanıyor. Yani o bir Gorbaçov değil. Ama herkes ondan bir şey bekliyor’
İran Batı ile nükleer pazarlık için ilk adımı atarken aslında bunun tek yönlü bir giriş olmadığı anlaşılıyor. Biraz da zamanın ruhu İran’daki durumu açıklar nitelikte. Artık Bush ve Ahmedinejad dönemi yok. Obama ile Ruhani var. Ortadoğu’da yeniden önemli hale gelen bir İran, diğer yanda Ortadoğu politikalarını İran'ı da hesaba katarak düzenlemek zorunda olan bir Batı söz konusu.
Ancak Tahran'da özellikle muhafazakârlar yeni politikayı Amerika'ya taviz olarak görüyor. İşte Ruhani de ambargonun gevşemesiyle ekonominin rahatlayacağını, iç desteğin artacağını, muhafazakar engelin aşılabileceğini düşünüyor.
Suriye meselesinin de Batı'nın İran politikasını etkilediğini söyleyenler var. Reformist çizgideki Eptekar Gazetesi Yayın Yönetmeni Muhdammed Ali Vekili " Suriye'de mücadele terör gruplarına karşı. Terör grupları sınırımıza kadar dayandı ve Suriye krizi Amerika ve İran arasında bir mücadeleye döndü " diyor.
Tahran üniversitesi civarında yüzlerce kitapçı var; tam bir öğrenci mekanı. Okul çıkışı buluşanlar, “el sıkışarak” vedalaşan kızlar ve erkekler. Kızlı erkekli kafelerde ders çalışan, sohbet eden gençlerin beklentileri yüksek. İyi eğitimin sonucu iyi bir iş, standart bir refah seviyesi ve açık bir toplum.
Gençler arasında umutlar korunsa da siyasi ve sosyal olarak değişimin henüz hayata yansımadığı fikri hâkim. Özellikle 2009'daki protesto gösterilerinde yaygın olarak kullanılan sosyal medya üzerindeki yasaklar devam ediyor. Facebook ve twittera ulaşmak saatler alıyor. İnternette birçok siteyi giremiyorsunuz. Girdiğiniz takdirde sayfa açılmıyor ve karşınıza devletin yüklediği siteler çıkıyor. Kullanıcıyı İslam, Devrim, Sinema, Sanat, din ve benzeri sitelere yönlendiriyor.
Ancak rejimin devamı konusunda geçmişte olduğu gibi gelecekte de siyasi yelpazenin tüm kesimleri aynı fikirde. Rejim devam etmeli. Ancak “rejimin devamı kendi içinde reformlara gitmesine bağlı diyenler” de var. Aksi halde kendi iddiasını yitirebilir.
İşte Said Laylaz'ın söyledikleri: “Özgürlükler konusunda karanlık bir dönemi geride bıraktık. Basın özgürlüğünü de geçen yıllarla kıyaslayamam. Sorunları tüm boyutlarıyla çözebileceğimiz bir aşamaya geldiğimizi düşünüyorum. Bizler de sistemi eleştirebiliyoruz. Aslında burada kimse sistemin çökmesini istemiyor ama eleştiri hakkı olmalı ve bunu şimdilerde yapabiliyoruz. Sadece adım adım gitmeyi bilmeli fazla hızlanmamalıyız”.
İran İslam Devrimi 35. yılında yeni bir dönemeçte denilebilir. İçeride ve dışarıda bir denge kurarak sıkıntıları aşacak ya da sistem içi sorunlar yaşanmaya devam edilecek. Tabii ki tüm bunları ülkedeki siyasi güç merkezleri arasındaki çekişmeler, halkın siyasi ve ekonomik talepleri ve tabii ki dış dünyanın İran’a yönelik tavrı belirleyecek.
Not Mete Çubukçu’ya PASAPORT programı 23 Şubat Pazar günü 19.00’da “İran’da yeni dönem” adlı bölümü ile NTV’de ekrana gelecek.