Türkiye gerçekten zor günlerden geçiyor. Hatta Çin atasözünün dediği gibi “tuhaf zamanlar”dan geçiyoruz. Türkiye’nin içinde olduğu siyasi gerilim, zihni olarak bizi her gün biraz daha ayrıştırıyor.
Karşı karşıya olduğumuz tablo, Başbakan Erdoğan'ın iradi olarak seçtiği siyasi üslubun, siyasi anlayışın bir sonucu. Başbakan Erdoğan klasik demokrasi içinde çoğunluk plebisiti üzerinden kendi iktidarını konsolide etmeye çalışıyor.
Son yıllarda girilen bu yol, Başbakan Erdoğan’ın hedeflediği Türkiye'ye ulaşmak için. Bu, AK Parti'nin iddia ettiği “Yeni Türkiye” değil. Bu Türkiye’yi, 'birinci tek parti dönemi' araçlarıyla, ‘ikinci bir tek parti dönemini’ inşa etme girişiminden başka bir şey değil.
90 yıl sonra yeniden başa dönmek gerçekten acı. Toplum olmayı başaramamış bir ülke için bu ağır bir travma olsa gerek.
Türkiye hiç bir zaman toplumsal farklılıkların kamusal alanda eşit biçimde bir arada yaşayabildiği, birbiriyle etkileşim içinde olduğu bir ülke olmadı. Türkiye’de tüm toplumsal farklılıklar kendi özel alanlarında, kendi gettolarında yaşadılar. Gündelik hayatlarında pazar işlevi gören kamusal alana çıktılar, alış-veriş yaptılar ama birlikte yaşamadılar.
Devleti kuranlar ulus inşası için tercih ettikleri ‘Türk/laik’ kültürel kimliğin dışında tüm farklı kimlikleri özel alana itti. Devlet, kendisini siyaseten meşrulaştıracak kültürel kimliğin taşıyıcılarına devletin tüm maddi manevi imkanlarını seferber etti.
Kürtler, muhafazakârlar, Aleviler başta olmak üzere, farklılıklar bu devletin ötekisi oldular. Devlet, kamusal alanı sterilleştirdikçe, Türkiye’nin toplumsallaşacağını zannetti.
Peki başarabildi mi?
Elbette hayır.
Bunu başarmadığı gibi kamusal alanın siyaset aracılığıyla çoğullaştığı her durumda devlet, açık ya da örtük darbe ile bu alanı yeniden sterilleştirdi.
AK Parti ile Türkiye gerçekten toplum olma, farklılıklarıyla birlikte yaşama şansı yakaladı. Ne yazık ki, bu şansı kullanmayı reddetti.
Cumhuriyet'in dışladığı kültürel kimliklerden biri muhafazakârlar kimlik iktidar oldu Devletin demokratikleşmesi, kamusal alanın ve kamunun çoğullaşması, eşit vatandaşlık beklentisi hayal kırıklığı ile bitti.
AK Parti dönüştürmek için yola çıktığı devleti taklit ediyor. Bedenini devletin aklına teslim edip, aynı devlet aklının siyasi tercihlerini uyguluyor. Kendi kimliğini yok sayan Cumhuriyeti taklit ediyor.
AK Parti, tek parti dönemindeki gibi otoriter zihniyeti sahipleniyor. Yeni bir kamusal alan inşa ediyor. Kendi kültürel kimliği dışında kalan herkesi özel alana itiyor. Bunun için devletin tüm araçlarını kullanıyor.
Birinci Cumhuriyet bunu yapmıştı. Şimdi AK Parti aynısını yapıyor. Birinci cumhuriyetin ‘laik/Türk’ kimliğinin yerini AK Parti’nin İslamcı Türkleri alıyor. Cumhuriyet’in kendi dini yorumunu topluma anlatsın diye kurduğu Diyanet'i, bu kez AK Parti aynı amaçla kullanıyor. Üstelik bu İslami yorumu, popülizm ve hamasetle harmanlayarak toplumsal kutuplaşma aracı haline getiriyor. İslam popülist bir siyasal söylemin aracı olup nesneleşiyor. 90 yılda toplum olamayan Türkiye'yi, bu kez dinsel söylem ve yorum üzerinden bir kez daha bölüyor.
Olağan şüpheli Alevilerin, Hristiyanların devletten uzaklaşması yetmedi. Farklı bir birey ve toplum tasavvuru olan cemaati de kamu ve kamusal alandan temizlemeye girişti. AK Parti-cemaat arasında yaşanan gerilimin özü, temelde devletin AK Partilileşme sürecinde cemaatten temizlenmesi girişimi. Oysa kamuda toplumun tüm renkleri liyakatleri, başarıları ile yer alır, almalı da. Kamuda kültürel, dinsel, kimliksel aidiyetlerle vatandaş olarak yer almalı.
Cemaati, cemaate yakın insanları kamudan temizlemek için şimdilik kullanılan araç hukuk. Önceki gün Türkiye'de önemli soruşturmalarına imza atan emniyet görevlilerine yapılan operasyonu, hukuki gerekçelerle açıklamak ve meşrulaştırmak elbet mümkün. Ama bunun siyasi olduğu çok açık. Soruşturmaların içeriğini bilmiyoruz ama eğer geçmişte suçlanan isimler üzerinden bir hukuksuzluk söz konusu ise bunda hükümet suç ortağıdır. Ve en önemlisi şu ki, geçmişte şikayet edilen davalarda yapılan hak ihlalleri bu kez yapılmasın.
Unutmayalım hukuk bir yorum ve yorumlayanın zihniyetinden bağımsız değil. Demokrat bir zihniyet, en katı hukuki kuraldan özgürlükçü bir yorumda bulanabileceği gibi; otoriter zihniyet, özgürlükçü kuraldan yasakçı bir yorum üretebilir. Mihail Bakunin’in dediği gibi bu açıdan “hukuk iktidarın fahişesidir”.
Bugün AK Parti-cemaat arasında olduğu zannedilen gerilim, hepimizin sorunu. Çünkü bu gerilimin kazananından bağımsız olarak kaybedeni var; biz vatandaşlarız. Bu gerilim bizim hak ve özgülüklerimiz, bizim hayat tarzımız, bizim özel alanlarımız üzerinden veriliyor. Bu yüzden bu gerilimde elbette özgürlüklerimizden, hayat tarzımızı korumaktan yanayız.
*Mihail Aleksandroviç Bakunin
@murataksoy