Şu Hakan Şükür olayı var ya, bilinen deyimle "akıllara durgunluk verici" demek geliyor içimden. Geliyor ama birkaç yıldan beri akıllara durgunluk zaten verilmiş durumda. Onun için böyle olaylar günübirlik oluyor, geçiyor - ya da geçemiyor: Örneğin tutuklu gazeteciler! Ölçü kalmamış bir ortamda yaşıyoruz. Elinde yetki bulunduranlar her türlü ölçüyü kaybedince, toplum da şaşırma melekesini kaybediyor.
Galatasaray Kulübü birtakım üyelerini ihraç etmek üzere harekete geçiyor. İhraç edilecek bu üyelerden biri kulüpte futbol oynamış, şampiyonluk kazanılmasında büyük emekleri olan bir futbolcu, biri İstanbul'a vali olmuş bir bürokrat... Böyle farklı alanlarda yürümüş insanları "ihraç etme" paketinde bir araya getiren ne? Elcevap: FETÖ'cülük!
Bir spor kulübü "ideolojik" bir birlik talep eden bir kuruluş mudur da, birtakım üyelerini "FETÖ'cü" diye bir gerekçeyle ihraç eder?
Oylama yapılıyor. Bana göre çok aklı başında bir sonuç alınıyor: Kulüp tarihinde önemli katkıları olmuş insanları tarihten silemeyiz, diyorlar; ihraç talebi reddediliyor.
İşin buraya gelmiş olması da abes ama olan olmuş, buraya gelmiş. Bari burada bu iş kapatılsın.
Kapatılamıyor. Kapattırmayan da öncelikle bakan. Bakan, açıkça, söz konusu kişilerin ihraç edilmesini istiyor. Kulübe de tehditkâr sayılabilecek bazı söyler söylüyor.
Ve "ihraç" kararı geliyor!
Türkiye'deki bütün spor kulüpleri gibi burada da mali sorunlar vb. Gene bu ülkede yalnız spor değil, her şeyin olduğu gibi, siyasî otoritenin burnunu sokamayacağı herhangi bir alan yok.
Sonuç: "İhraç" kararı.
Hukuka, teamüle, prosedüre uymayan bu uygulamayı bir şeye uydurmak için uydurma bir gerekçe bulunuyor: Aidat ödememişler!
Ama bu durumda binlerce üye daha var. Ne olacak?
Ne olacağı belli. Burada önemli olan devlet büyüklerimizin istediği gibi, söz konusun insanların kulüpten atılması. Geri kalan ne varsa, bu durum karşısında "kıldan ince!"
Dolayısıyla birkaç bin kişinin ihraç edilmesi de kabul görüyor.
İyi ama, bu da zevahiri kurtarmaya yetmiyor, çünkü "aidat ödememe" durumunda ne yapılacağı yazılmış, çizilmiş, böyle bir uygulamanın yeri yok. Henüz referandum yapılmamış ve Cumhurbaşkanı'na istediği yetkiler verilmemiş. Onun için Danıştay'dı, Yargıtay'dı birtakım hukuk kurumları halen var.
Dolayısıyla buradan da geri basıyorlar. Ama "ferman" orada, duruyor. Yokmuş gibi davranmak mümkün değil.
Dolayısıyla, davranamıyorlar: "İhraç ettik," diyorlar; "aidattan değil." Ya neden? Böyle teröristlik olaylara karışan insanlara Galatasaray Kulübü'nde yer yokmuş, olamazmış. Onun için.
Olay, tabii, "darbe girişimi." Dünyanın ilk -ve herhalde son- yüz elli, iki yüz bin kişinin katılımıyla yapılmış (buna rağmen başarılı da olamamış) darbesi var ya, işte o.
Peki bu Hakan, Arif vb. bu girişimde rol almışlar mı?
İşinden atılan, hapse atılan, sübliminal mesaj veren, kitap tanıtma eki vererek toplumu darbeye hazırlayan "mücrimler" ne kadar rol aldılarsa, bunların da o kadar payı vardır.
Bir kere, iktidar partisinin adı "Adalet ve Kalkınma Partisi." Böyle bir iktidarda adalete aykırı bir şey olamaz.
Hakan şükür milletvekiliydi. Bu işlerin içyüzünü bilmem ama Hakan Şükür'ün bir gün "AKP AliSamiYen ilçesine" başvurup üye olduğunu ve çeşitli kongrelerden geçip milletvekili adayı seçildiğini sanmıyorum. Adam hem "gol kralı," sevilen futbolcu (futbol kadar pek az şey seven bu toplumda), hem de Fethullah'la ittifakı perçinler... diye değil, yukarıdan seçildiği anlaşılıyor. Seçen bizzat "tek seçici" değilse, onun onayı olmaması düşünülemez.
Fethullah Gülen'le ittifak yapmış olmanın kötü bir şey ( kötü ne: "hata" mı, "gaflet" mi, ne?) olduğunu iktidar kabul etti. Yanlışlarını kökten düzeltmeye kararlı "1vicdan" sahibi bir iktidar olarak bu düzeltme işini de "kökünü kazıma" olarak kavradığı anlaşılıyor. Kökünü kazırken doğal olarak tarihten de kazıyacaksın. Galatasaray'da Hakan Şükür adında, şu kadar gol atmış, şu sayıda şampiyonlukta emeği geçmiş bir futbolcu veya öyle olmadı. "Oldu" diyenlere inanmayın. Öyle diyenler "FETÖ'cü terörist"dir; "FETÖ'cü terörist" oldukları için aynı zamanda "PKK'lı terörist"lerdir. Ayrıca Amerika'dan, Almanya'dan, Hollanda'dan para aldıkları tespit edilmiştir. PKK ile Kılıçdaroğlu arasında kuryelik yaptıkları da bilinmektedir.
Dolayısıyla bize düşen, referandumda gidip "evet" demektir. Bu olay, yani "Hakan Şükür ve arkadaşları" davası, referandumdan "evet" çıkmasının memlekete neler kazandıracağını haber vermektedir.