Cumhurbaşkanı Erdoğan bir kaç gün önce, havuz medyası tarafından da “konut sahibi olmayanlara müjde” olarak servis edilen açıklamasında üç müjdeli paketten söz etti.
Bunlardan ilki “İlk Evim Konut Finansman Paketi”. Bu paket kapsamında kamu bankalarınca, ilk ve tek konutunu alacak vatandaşlara, birinci el konutlar için geçerli olmak üzere, 2 milyon TL değerine kadar konutlar için, 10 yıla kadar vadeli, aylık yüzde 0,99 faizli konut kredisi verilecek.
"Genişletilmiş Konut Finansman Paketi” adını taşıyan ikinci paket ile yine kamu bankalarınca, birinci ve ikinci el konutları da kapsayacak biçimde, konut değerinin en az yüzde 50’si 1 Nisan 2022 tarihinden önce açılmış döviz tevdiat hesaplarının ya da hurda altının TCMB’ye satımı ile karşılanması koşuluyla, 2 milyon TL değerine kadar konutlar için 10 yıla kadar vadeli, aylık yüzde 0,89 faizli konut kredisi sağlanacak.
Üçüncü paket olan “İnşaat Sektörüne Özel Kredi Garanti Paketi” ile 1 Mayıs 2022 tarihi itibarıyla asgari yüzde 40’ı tamamlanmış ve yüzde 50’si satılmamış inşaat projesi sahibi inşaat şirketlerinin tamamlanmayan inşaatlarını tamamlayabilmeleri için 20 milyar TL kaynak ayrıldı. (1)
Bunların dışında Erdoğan, “TOKİ vasıtasıyla yürüttükleri, vatandaşlara uygun fiyatla sunulan, düşük maliyetli ve düşük satış fiyatlı sosyal konut projelerine de hız verdiklerini ve bu amaçla TOKİ’ye 30 milyar TL’lik finansman sağlayacaklarını”, ayrıca küçük ölçekli müteahhitlere şehir içindeki küçük parsellere konut yapabilmeleri için uygun maliyetle kredi kullandırtacaklarını açıkladı. (2)
Ayrıca, Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun uygulanmasına ilişkin yönetmelikte değişiklikler öngören ve Resmi Gazete'nin 13 Mayıs tarihli sayısında yayımlanan karara göre; Bireysel Emeklilik Sigortası’na (BES) 500 bin dolar veya karşılığı döviz tutarında katkı payı ödemesi yapan ve sistemde en az üç yıl kalan yabancılara ve Türkiye’de 400 bin dolar veya karşılığı döviz tutarında gayrimenkul satın alanlara TC vatandaşlığı verilecek. (3)
Son olarak, ihracata veya ithal ikamesine yönelik üretim taahhüdünde bulunan firmalara kullandırılacak ‘yatırım taahhütlü avans kredisi’, toplam 100 milyar TL’lik limitle yeniden uygulanmaya başlıyor.
Üst limitin 10 yıl olacağı kredilerde, faizin üst sınırı MB’nin politika faizi olan yüzde 14 olacak. Bazı koşullara göre bu faiz oranı yüzde 9’a kadar inebilecek. Avans kredisi, KOBİ statüsündeki firmalar için 250 milyon TL, diğer firmalar için ise 1,5 milyar TL olarak uygulanacak. (4)
Öncelikle, bu üç paketin açıklandığı gün ülkedeki konut fiyatlarında ani artışlar yaşandı. Bu her ne kadar, Bakan Nebati ve iktidar medyası tarafından, “istenmeyen bir sonuç” ve “sektörün fırsatçılığı” olarak nitelendirilse de (5), bu sonuç gerçekte öngörülen bir sonuçtu.
Kısaca, Erdoğan’ın müjde paketleri ile ilgili açıklamasının ardından konut fiyatları daha da yükseldi ve özellikle de sabit ve düşük gelirliler için artık hiç erişilemez düzeylere erişti.
Ayrıca bu durum piyasadaki bir kısım nakit paranın gerçek anlamda tasarruf bile sayılamayacak bir finansal yatırım aracı olan konuta daha fazla yönelmesiyle sonuçlanacak.
Oysa ülkedeki tasarruf açığı bilinen bir şey ve bunun kapatılmasına yönelik adımların atılması gerekiyor. Bu açıklamalarsa bu açığın kapanmasına katkı vermeyeceği gibi, açığı daha da büyütecek. Bu da yabancı kaynağa olan ihtiyacı ve bağımlılığı iyice artıracak.
Keza bu açıklamalar ve yapılan düzenlemeler mevcut yüksek enflasyonun daha da yükselmesine, hali hazırda içinde olduğumuz ‘yaşam maliyeti krizinin’ daha da derinleşmesine ve yoksullaşmanın daha da artmasına neden olacak.
Çünkü konut fiyatları arttığında, bunu hemen, zaten bir süredir çok yükselmiş olan, konut kira fiyatlarındaki artışlar izleyecek. Bu da hanelerin bütçesi içinde yüzde 14 ile üçüncü sırada yer alan konuta yönelik harcamaların (6), enflasyonun ve yaşam maliyetlerinin daha da artmasıyla neticelenecek. Bunun mevcut gelir dağılımı adaletsizliğini ve yoksullaşmayı daha da hızlandıracağı çok açık.
Son olarak, ‘yatırım taahhütlü avans kredisine’ geri dönüş piyasada parasal bir genişlemeye yol açacağı için enflasyondaki yükseliş bu kez talep yönlü faktörlerin baskınlığı ile sürecek. Yani arz /maliyet yönlü enflasyona bir de talep yönlü enflasyon katkıda bulunacak. Bu bağlamda Mayıs ayında yıllık enflasyon resmi olarak yüzde 80’in üzerinde çıkarsa bu durum sürpriz olmayacak.
Bu paketler yurttaşlara, daha doğrusu ev sahibi olmayan yurttaşlara müjde gibi sunulsa da, açıklanan bu paketlerden sadece ilki, görünürde, emekçileri ve toplumun artık yaşam standartları iyice gerileyen diğer kesimlerini ilgilendiriyor (yüzde 99 aylık faizli kredi sunan paket). Çünkü bu paket sayıları onlarca milyonu bulan, konut sahibi olma hayalini kuran yurttaşı konut sahibi yapmaktan çok uzak, “sözde” bir çözüm öneriyor.
Öncelikle 10 yıl boyunca bu krediyi alanların hiç işsiz kalmamaları, yani gelirlerinin aksamaması gerekiyor ki kredi geri ödemesini yapabilsinler.
İkinci olarak, böyle bir bu kredinin aylık geri ödemesi (örneğin kredinin 2 milyon TL’nin yüzde 80’i olarak kullanılması halinde) 25 bin TL’yi aşıyor. Bu çapta aylık düzenli bir geri ödemeyi ne 4,253 TL aylık net asgari ücret alan işçiler, ne de bir zamanlar orta sınıflara mensup olanlar, hatta üst düzey bürokratlar ya da orta halli esnaf yapabilirler.
Özcesi, ilk paket sanki diğer iki paketi toplum nezdinde meşru gösterebilmek için hazırlanmış gibi. Yani asıl olarak belli başlı kesimlere ucuz kamu kaynağı aktarırken, emekçilere de sanki bir şeyler veriyormuş gibi yapan bir paketle karşı karşıyayız.
Diğer taraftan, bu kredileri geri ödeyebilecek durumda olan, örneğin üzerine kayıtlı bir konutu olmayan ama yüksek gelirli bir aileden gelen biri için böyle bir kredi oldukça cazip. Zira kredinin yıllık faizi yüzde 12’nin altında. Ticari bankaların 10 yıllık konut kredisi faizlerinin yüzde 22 - yüzde 30 aralığında ve resmi enflasyonun yüzde 70 olduğu bir ülkede bu durum, maliyetinin çok altında (eksi) fiyatlardan faiz ile kredi kullanmak demek. Bu da varlıklı kesime kamu bankalarından kaynak transferi yapmaya devam edileceği anlamına geliyor.
Bu paketlerin ve düzenlemelerin yukarıda özetlediğimiz olası sonuçlarını öngörebilmek için “iktisatçı” olmaya da gerek yok. Ülkeyi yönetenlerin, karar alıcıların bu sonuçları tahmin etmeleri gerekir, beklenir.
O halde, emekçiler başta olmak üzere, toplumun çok büyük bir kesimi ve ekonomideki fiyat istikrarı açısından ciddi olumsuzluklara neden olabilecek nitelikte kararlar neden alınıyor? Bizleri yönetenler “artık akılcı kararlar almaktan yoksunlar mı”, “panik içinde ne yaptıklarını bilmiyorlar mı” ya da “yanlış mı yönlendiriliyorlar?”
Bu ve benzeri sorular halkımızın bu aralar kendi kendine sorduğu sorular. Ancak bir süredir ısrarla izlenen politikalar bu işlerin, iş bilmemekten ziyade, bilerek ve isteyerek yapıldığını ortaya koyuyor. Bu bağlamda karar alıcıların yanlış yönlendirilmelerinden de söz etmek zor.
Yani her şey belli bir mantık silsilesi içinde ve benimsenmiş siyasal ve sınıfsal tercihlere göre yapılıyor. Geçmişte bu tercihler bu denli açık değildi ya da açıktı toplum olarak farkında değildik. Bugün farklı olan bunların çok açık ve net olması.
O halde daha esaslı bir soru sormalıyız: “Siyasal iktidarı bu kararları almaya zorlayan ya da yönlendiren gerçeklik nedir ya da alınan bu kararlar, izlenen bu politikalar hangi zorunlu ihtiyaçtan ya da ihtiyaçlardan kaynaklanmaktadır?”
İşte bu ‘esas’ soruyu sorduğumuzda, hatalı değerlendirmelere kapılmaksızın nesnel gerçekliğe odaklanabilir ve sorunu bilimsel bir bakış açısıyla ele alabiliriz.
Bu konuda insanlık, toplumlar ve doğa tarihinin değişmez bir yasasına ‘Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm’e başvurabiliriz. Çünkü bu yasa, olayları ve olguları, var oldukları tarihsel koşullar içinde ve mevcut ekonomik ve politik düzenin, üretim tarzının iç çatışmaları, dinamikleri, sınıf mücadeleleri ve toplumsal mücadelelerle açıklar ve genel olarak toplum ve yaşama ilişkin daha zengin, daha kapsayıcı ve açıklayıcı bir bakış açısı sunar. Olup bitenlerin doğru anlaşılmasını önleyen karartmaları ya da perdelemeleri de ortadan kaldırır ve olayları netleştirir.
Bu felsefi yaklaşım altında, doğadaki ya da toplumdaki olaylar, olgular genelde derindeki ihtiyaçların bir sonucu olarak ortaya çıkarlar. Yani bunlar ekonomik ve siyasal alanlardaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır.
O halde bugünkü Türkiye kapitalizminin ve onu yöneten konumundaki iktidar blokunun ve etrafındaki çeşitli sermaye ve güç odaklarının ihtiyaçlarının (dolayısıyla da taleplerinin) neler olduğunu ortaya çıkarmak, alınan kararların nedenlerini anlayabilmek için, doğru bir yöntemdir.
Bu bağlamda; 20 yıllık kesintisiz iktidarının son yıllarında hızla inişe geçen ve her geçen gün seçmen desteğini kaybeden iktidar bloku, ekonomi alanında çok yüksek düzeyde işsizlik, yüzde 100’ü aşan bir enflasyon ve giderek büyüyen yaşam maliyeti krizi, yükselmesi bir türlü durdurulamayan döviz kuru, 700 puanı bulan CDS’ler ve son 4 ayda 30 milyar dolarlık MB rezervinin eritilmesiyle (– ) 50 milyar dolara (swaplar hariç) inen bir MB rezerv durumu (7) , kısaca son 40 yılın en derin ekonomik krizi nedeniyle oldukça zor durumda. Bu durum giderek bir meşruiyet krizine dönüşüyor.
Üstelik büyük ölçüde malum ‘faiz politikasının’ bir sonucu olarak, bir süredir hızla yükselmekte olan döviz kurunu belli bir düzeyde tutabilmek için hayata geçirilen ‘Kur Korumalı Mevduat’ uygulamasına (KKM) olan yönelim de giderek azaldı.
Fed’in faiz artırımını giderek artan oranlardan sürdürmesinin de etkisiyle, bir süredir KKM ile baskılanan doların kuru tekrar 15.00 TL’nin üzerine çıktı. Bu yükselişi durdurabilmek için daha fazla döviz ve altına ihtiyaç olduğu açık. Bu yüzden de yurttaşın hala TL’ye dönüşmemiş olan döviz ve altınının bozdurulup, TL cinsinden mevduat hesaplarına kaydırılması hedefleniyor.
İşte verilecek kredinin yarısı kadar döviz ve altını bozdurmak kaydıyla aylık yüzde 89 gibi cazip bir faiz oranından konut kredisi sunmak böyle bir zorunlu ihtiyaçtan kaynaklanıyor.
Bir diğer ihtiyaç ise 20 yıldır uygulanan ve asıl olarak inşaat ve emlak rantının büyütülmesi ve bu rantsal zenginliğin sınırlı bir çevre içinde paylaşılmasına dayalı sermaye/servet birikimi modelinin önemli bir bileşeni olan konut sektöründe yarım kalan inşaatların tamamlanması.
Bu ihtiyaç da, ilk iki paketin yanı sıra, bu sektördeki müteahhitlere 20 milyar TL’lik bir kredinin açılmasını ve küçük ölçekli müteahhitlere uygun koşullu kredi kullandırtılmasını ve TOKİ’ye ayrılan kaynakların artırılmasını gerektiriyor.
Bu paketlerin ve düzenlemelerin yoksuldan zengine kaynak aktarmaya devam etmeye hizmet eder nitelikte olduğu göz önüne alındığında, bu yolla iktidar bloku ile simbiyotik ilişki içinde olduğu artık bilinen yakın sermaye gruplarının gönülleri de yapılmış oluyor.
Öte yandan, işsizlik, hayat pahalılığı, yoksulluk ve borç batağı içinde çok zor günler geçiren halkın büyük bir kısmı, ne sözde yüksek ekonomik büyümeye, ne de yakın gelecekle ilgili olarak sunulan pembe tabloya ve vaatlere kulak asıyor.
İktidar bloku açısından bu kötü durumu, en azından algı düzeyinde, tersine çevirmek gerekiyor. Yani, yaklaşan seçimler de dikkate alındığında, ev sahibi olma hayalini kuran kesimlere sanki onları ev sahibi yapacakmış görüntüsü verirken, aynı zamanda yaratılan kredi genişlemesi ile ekonomide sahte de olsa bir canlılık yaratmak bugün ülkeyi yönetenlerin en fazla ihtiyaç duyduğu şey.
Sonuç olarak, açıklanan paketlerin evi olmayanları ev sahibi yapmak gibi bir amacı yok. Bu nedenle de, ülkede, sınırlı ve istikrarsız gelirlerinin karşısında yüksek konut ve kira fiyatları altında ezilen ve bütçesinin azımsanamayacak bir kısmını her ay bu amaçla harcamak zorunda kalan milyonlarca insanın bu sorunun çözecek gerçek çözümlere ihtiyaç var.
…devam edecek: Alternatif bir konut politikası.
Dip notlar: