Meral Akşener'in "oynamıyorum" feveranının yarattığı şok sayesinde kendine gelen Millet İttifakı'nın Cumhurbaşkanı adayını açıklaması sonrasında yaşananlar, Türkiye'nin Tayyip Erdoğan ülkesi olmaktan kurtulma umudunu artırdı. 14 Mayıs'ta yapılacağı ilan edilen Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılını kutlamak için elverişli bir ortam yaratacağını hayal etme olanağı doğdu en azından.
Türkiye'yi TC'nin kuruluş felsefesinden uzaklaştırıp baştaki 'Tek Adam'ın iradesine tabi bir Orta Doğu ülkesi haline getirmeyi hedefleyen anlayışın 20 yıllık iktidarının sona ereceği umudunu besleyenler yaklaşan seçime odaklandı şimdi. Bu gelişmeler beni de umutlandırdı ama uzun sürmedi bu bir anlık iyimserliğim. Bir yandan son günlerde ülkemizde yaşananlar ama daha da önemlisi benim 1960'tan bu yana bu ülkede yaşamış olduğum siyasi gelişmeler bu umudu beslemek için çok erken olduğunu hatırlattı bana.
Geçen Pazar sabahı telefonumu açıp ekranda 12 Mart tarihini görünce 12 Mart 1971 günü öğlen saatlerinde yaşadığım şoku hatırladım birden. Manajans'ta çalışıyordum o zaman. Patronumuz Eli Acıman telaşla odasından çıktı ve "ne oluyor çocuklar" diyerek bizim odaya girdi. Belki inanmayacaksınız ama, Türkiye, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğunu 12 Mart 1971 günü saat 13.00'te radyoda okunan bir bildiriyle öğrenmişti. Yaptıkları darbeyi ilan etmek için geceyi beklemeye bile gerek duymamıştı askerler. Yönetime el koydular ve Türkiye'de devrimci avının ve kitap düşmanlığının rekor kırdığı bir dönem yaşandı.
İlk askeri darbenin yaşandığı 1960 yılından bu yana üç kez askeri darbeyle iktidar değişti Türkiye'de ve askeri yönetim kuruldu. Halen iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi ve lideri Recep Tayyip Erdoğan ise böyle bir ülkede, kesintisiz olarak en uzun süre iktidarda kalma rekorunun sahibi.
Dile kolay, 20 yıldır Türkiye gibi bir ülkede iktidarda kalmayı başarmış olan bir siyasi parti ve bir siyasi lider var karşımızda. Her anlamda ülkeye damgasını vuran, seçim üstüne seçim kazanan bir siyasetçi var. Ve Türkiye 14 Mayıs'ta, Anayasa'nın ne dediğine itibar edilmeden, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzasıyla erken seçime gidiyor. Ülkemizin önde gelen Anayasa profesörleri, Sayın Erdoğan'ın yeniden Cumhurbaşkanı adayı olmasının Anayasa'ya aykırı olduğunu belirtiyor ama muhalefet partileri de ibrenin lehlerine oynadığını gördükleri için bu seçime katılmayı kabul etmiş görünüyor.
Türkiye bugün 'Tek Adam' rejimiyle yönetilen bir ülke ve Cumhurbaşkanı Erdoğan da dünyadaki gelişmeleri yakından izleyerek işine yarayacak şekilde değerlendirebilen bir lider. Liberal demokrasinin beşiği olan ülkelerde bile, seçimle iktidara geldikten sonra sistemin kurallarını ve kurumlarını zorlayarak 'Tek Adam' rejimi kurmaya heves eden Trump gibi liderlerin ortaya çıkması, Rusya'da Putin gibi, Macaristan'da Orban gibi, Hindistan'da Modi gibi liderlerin bu modeli benimsemesi, Türkiye'de de Erdoğan'ın işine yaradı. Kendine özgü ucube bir rejim yaratan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi de bu ortamda gündeme geldi ve kabul edildi.
'Tek Adam' rejiminin uygulanma biçimi ülkeye ve kişiye göre farklılaşıyor doğal olarak ama bu rejimin belirleyici özelliği değişmiyor. Bu rejimin vazgeçilmez özelliği 'Tek adam' rolünü üstlenen liderin, her konuda son sözü söyleme ve son kararı verme yetkisine sahip olması. Bu sistem liderin ülkeyi tek elden yönetmesine ve tamamen kendine bağlı bir kadroyla çalışmasına olanak veriyor.
Bu sistemin lider açısından riskli olan yanı ise onun talimatıyla yapılan herhangi bir uygulamanın olumsuz sonuç vermesi halinde bunun tek sorumlusunun da kendisi olması. Bunun çarpıcı örneği ABD'de yaşandı, Başkan Trump Covid pandemisinin önemini kavrayamadığı ve yüzbinlerce kişinin ölümüne yol açtığı için ikinci kez seçilme sansını kaybetti. Türkiye'de bugün bütün dehşetiyle yaşanmakta olan deprem felaketinin faturasının da sonuçta Cumhurbaşkanı Erdoğan'a çıkarılması ihtimali onun uykularını kaçırıyordur belki de.
'Tek Adam' rejimlerinin bu kötü sonu önlemek için ne yapıp edip iktidarda kalmaları gerekiyor. Trump'ın seçim sonucunu değiştirtmek için yandaşlarına Kongre salonunu bastırması unutulmuş değil, bu nedenle açılan davalar halen sürüyor. Brezilya'da Bolsonaro seçimi kaybedince orduyu darbe yapmaya çağırdı ama yüz bulamadı.
Şimdi Türkiye'de muhalefetin seçimi kazanma şansının artmış göründüğü bir ortamda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da elindeki bütün kozları kullanarak tahtını korumaya çalışacağı anlaşılıyor. AKP iktidarının dünyada da takdire değer görülen başarılara imza attığı dönemde Erdoğan'ın başarısına katkı yapmış olanların şimdi Millet İttifakı'nda yer alması da Erdoğan'ın nereden nereye sürüklenmiş olduğunu gösteriyor.
Şimdi gelinen noktada Erdoğan'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesini değiştirmek ve Türkiye'yi İslamcı bir Orta Doğu ülkesi haline getirmek isteyen anlayışa teslim olarak seçimi kazanmak için akla gelebilecek her yönteme başvurması beklenebilir. Son günlerdeki seçim ittifakı girişimleri de Erdoğan'ın bu yolda ilerlediğini gösteriyor.
Bu koşullarda yapılacak olan 14 Mayıs seçimi, Türkiye Cumhuriyeti'nin uçurumdan yuvarlanmasını önlemek için son şans gibi görünüyor.
Osman Ulagay kimdir?Osman Ulagay, İstanbul'da sanayici bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Robert Kolej Lisesi'ni ve daha sonra Boğaziçi Üniversitesi'ne dönüşen Robert Kolej Yüksek Okulu'nun ekonomi bölümünü bitirdi. İngiltere'de, Manchester Üniversitesi'nde "Kemalizm ve Ulusal Kalkınma" konulu tez çalışmasıyla siyasal bilimler dalında master derecesini aldı. İngiltere'de bulunduğu dönemde Cumhuriyet gazetesine gönderdiği "İngiltere Mektupları" ile gazeteciliğe ilk adımını atan Ulagay, Türkiye'ye döndüğünde Cumhuriyet gazetesiyle ilişkisini sürdürdü. 1981'de Ekonomi Servisi Şefi olarak Cumhuriyet'te çalışmaya başladı, ekonomi sayfasını yönetmenin yanı sıra, haftalık söyleşilerle ve köşe yazılarıyla ekonomi gazeteciliğinin gelişme sürecine katkıda bulundu.1992 yılında Cumhuriyet'ten ayrıldıktan sonra köşe yazarı olarak Sabah gazetesine geçti. Köşe yazarlığını 1993'ten itibaren Milliyet gazetesinde sürdürdü.2013 yılında Dünya gazetesinde ekonomi yazılarına başladı. Bir dönem T24'te de yazdıktan sonra Mayıs 2016'da, 24 yıl aradan sonra Cumhuriyet gazetesine döndü, ancak kısa bir süre sonra ayrıldı. Bu süreçte Dünya gazetesindeki yazılarına devam etti.Osman Ulagay, gazete yazılarının yanı sıra çok sayıda kitap çalışmasına imza attı. "Küreselleşme Korkusu ve 2001 Krizi" adlı kitabıyla 2001 yılında Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü'nü kazandı. Kitapları - Küreselleşme Korkusu ve 2001 Krizi- 24 Ocak Deneyimi Üzerine- Özal Ekonomisinde Paramız Pul Olurken Kim Kazandı Kim Kaybetti?- Özal'ı Aşmak İçin- Enflasyonu Aşmak İçin- Krize Adım Adım / Günah Sayılan Kehanet- Aklınla Uçur Beni - Küreselleşme Korkusu- Quo Vadis? Küreselleşmenin İki Yüzü - Küresel Çöküş ve Kapitalizmin Geleceği- Hedefteki Amerika / 11 Eylül Şoku- Tepki Cephesi / Piyasa İmparatorluğuna Karşı AB-Türkiye Yol Ayrımı- AKP Gerçeği ve Laik Darbe Fiyaskosu- Türkiye Eskisi Gibi Olmayacak - Türkiye Kime Kalacak / Başbakan'ın Yazdırdığı Kitap- Dünya Trump'a mı Kalacak? |