Devlet Bahçeli Bey’in siyasî sıfatı MHP Genel Başkanı. Kendisi Cumhur İttifakı’nın ortağı, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görünüşteki destekçisi, yardımcısı, kankası… Bu kadar mı?
Uzunca bir süredir bu kadar olmadığını söylemeye, yazmaya çalıştığımda (her halde sakalım olmadığından) ciddiye almayıp aklımı “derin devlet”e taktığımı söyleyenler şimdi bu zat’ın gücünün nereden geldiğini sorgular oldular. Sanırım Tayyip Bey ve bazı AKP kurmaylarının jetonu da nihayet düştü. Son günlerde ufak ufak huzursuzlanmaya başladılar. Belki de baştan beri farkındaydılar ama her zamanki aşırı özgüvenleriyle, idare ederiz, diye düşünüyorlardı.
Devlet Bahçeli, MHP Başbuğu Alpaslan Türkeş’in ölümünden sonra 1997’de yukardaki slogan eşliğinde MHP’nin başına geçirildi. Ecevit’in DSP’sinin azınlık iktidarı sallantıdaydı. Ne tesadüf, tam da 16 Şubat 1999’da Öcalan ABD gizli servisleri tarafından yakalanarak Türkiye’ye teslim edildi. Bu, hem Ecevit hem de Bahçeli’ye gümüş tepside sunulmuş bir armağandı. Bahçeli’nin talebiyle hemen erken seçim kararı alındı, 18 Nisan’da seçimler yapıldı, DSP seçimden birinci parti olarak çıktı, MHP ve Anavatan partisiyle koalisyon hükümeti kuruldu.
Derin devletin asker ve sivil kanatlarının ayan beyan ortaya çıktığı Susurluk kazası (!) 1996 yılında olmuş, 28 Şubat post-modern darbesi 1997 yılında gerçekleştirilmişti. Türkiye yine kaotik bir dönemden geçiyordu. Böyle bir ortamda MHP ile koalisyona Ecevit’in nasıl, kimler tarafından ikna edildiğinin aydınlatılması da başlı başına bir konu.
Fazla uzatmadan, ana hatlarıyla hatırlamaya çalışırsak: 2000-2002 arasında ekonomik ve siyasal kriz derinleşti. 2002’de Ecevit hastalandı (kimi görüşlere göre hastalandırıldı). Bu ortamda Devlet Bahçeli erken seçim kararı aldırdı. 3 Kasım seçimlerini seçimleri AKP kazanacak, DSP sıfırlanacak (yüzde 1.12), MHP de yüzde 8.38 oy oranıyla baraj altında kalacaktı. Ama ne gam! İç ve dış derin’lerin yeni planları gündemdeydi.
2007 Cumhurbaşkanlığı seçiminde, eski bürokratik iktidarın ne hukukî ne de etik olan saçma sapan 367 oy dayatmasının aşılmasını ve Gül’ün cumhurbaşkanlığını sağlayan yine Bahçeli oldu.
AKP’nin tek başına iktidar olamadığı 7 Haziran 2015 seçimleri Çözüm Süreci atmosferinde gerçekleştirilmiş ve HDP’nin Meclis’e girmesi sağlamıştı. Bahçeli’nin ardındaki güçlerin buna izin vermesi olanaksızdı. Seçimler sonrasında, bütün çözüm formüllerini, koalisyonları ve uzlaşmaları reddederek seçimin yenilenmesine yol açan yine Devlet Bahçeli oldu. 1 Kasım seçimlerine doğru gidilirken Türkiye’nin içine itildiği kanlı terör ortamı kitlelerde korku ve panik yaratarak seçimleri AKP’nin kazanmasına yol açtı. (Sonucu kendi kerametinden bilen veya öyle göstermeye çalışan Erdoğan’ın, o ortamın nasıl, kimler tarafından körüklendiğini gerçekçi şekilde araştırmasında hem kendi geleceği hem de ülkenin geleceği açısından büyük yarar var.)
Devam edelim: Daha önce hem Erdoğan’a hem de Başkanlık Sistemine kesin karşıyken, 11 Ekim 2016’da Erdoğan’a, başkanlık önerisini Meclis’e sunma çağrısı yaparak “Tilkinin kuyruğunu aklına getiren”; Ocak 2017’de Türkiye Tipi Başkanlık Sistemini içeren Anayasa değişikliğini (otoriter/totaliter rejime geçiş olarak anlayın) kotarıp destekleyen, ardından yine erken seçim diyerek Erdoğan’ı 24 Haziran 2018 seçimlerine yönlendiren Devlet Bahçeli’ydi.
Sürekli olarak: Ezmek, yıkmak, öldürmek, idam, savaş, kan, düşman, hain, vb. söylemini yüzü nefretle tekallüs etmiş şekilde, bağıra çağıra dillendiren, herkese tehditler savuran Devlet Bey, aslında olağanüstü biri değil, sıradan bir adem. Ara sıra sayılar ve harflerle yaptığı yorumlardan Hurufîliğe meyli olduğu anlaşılıyor. Son olarak, “Seçimde oyumuz yüzde 18.81, yani 1881, yani Atatürk’ün doğum yılı” yorumuyla kendini aştı. Ciddi bir kültürel birikimi, siyasî derinliği, çağdaş demokratik devlet anlayışı yok. Emekli ülkücülerden ve müzmin şoven-Türkçü, milliyetçi, devletçi bir kesimin dışında, korkanı vardır ama seveni olduğunu sanmıyorum. Siyasetçi olarak insana güven değil ürküntü veriyor. Peki, Bahçeli gücünü nereden alıyor? Söylediği, önerdiği, ortaya attığı görüşler, fikirler, adımlar, AKP tarafından “emriniz olur” kıvamında nasıl destek bulup uygulanıyor?
Çünkü Bahçeli, yüz yılı aşkın süredir şahıslar ve iktidarlar değişse de sünnî, Türkçü, milliyetçi, asimilasyonist, militarist çizgisi değişmeyen; dış bağlantıları zamana ve duruma göre değişen derin odakların (derin devletin) legal siyasetteki komiseri, sözcüsü, siyasî uygulayıcısıdır.
AKP-MHP ittifakını derin odakların Erdoğan’ı kuşatma ve teslim alma hamlesi olarak okumanın, doğruluk payı olsa da, yetersiz ve Erdoğan’ı aklayıcı bir değerlendirme olduğunu düşünüyorum. Mutlak iktidar ve rejim değişikliği peşindeki Erdoğan, bunu “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne, yani derinlerden kaynaklanan devletin gizli anayasasına uymadan yapamayacağını gördüğünden beri uzlaşmayı seçmiştir. Demokrasinin, kuvvetler ayrımının, hukukun üstünlüğünün, düşünce özgürlüğünün sona ermesi, barış siyasetinin yerine militarist savaş siyasetinin geçmesi, Kürt meselesinin savaş ve şiddetle çözümü Erdoğan’ın siyasî çizgisine/fıtratına, otoriter zihniyetine ters değildir. Aksine iktidarını pekiştirmesi için bir fırsat bile sayılabilir.
Son zamanlara kadar ittifakın tıkır tıkır yürümesi; derin devletin Bahçeli tarafından dile getirilen beka anlayışıyla Erdoğan’ın kendi iktidarının beka’sının örtüşmesiyle mümkün oldu. Ne var ki, bütün yalanlara, kandırmacalara, cepheleştirmeye, düşmanlaştırmaya ve korkutmaya rağmen, son seçimler halkın “beka” mavalını yutmaya eskisi kadar istekli olmadığını, başta ekonomi olmak üzere başka sorunların çözümünün öncelik kazandığını gösterdi. AKP 17 yıl sonra ilk kez kısmî bir yenilgiyle ve parti içi sorunlarla karşılaştı. Ve sanırım, Devlet Bey’le ortaklığın ne getirip ne götürdüğünü düşünmeye başladılar.
Ama elleri mahkûm. Bulunduğu yere Devlet Bahçeli’nin desteğiyle gelmiş olan Erdoğan’ın, hele de şu kritik dönemde arkası güçlü olan ortağından bağımsızlaşması mümkün görünmüyor. Ya da ancak Erdoğan’ın “beka” da ifadesini bulan cepheleştirici derin siyasetten 180 derece dönmesiyle mümkün ki, bunun kendisinin de sonu olacağının farkında. Kimilerine umut veren Türkiye İttifakı hamlesini Bahçeli’nin “patron benim” edasıyla hiç de nazik olmayan biçimde püskürtmesinin ardından hemen ağız ve üslup değiştirmesi de bunu gösteriyor.
Ama benim asıl korkum, hele de İstanbul seçimleri iptal edilirse, 7 Haziran’dan 1 Kasım seçimlerine kadar yaşadığımız, toplumu derinden sarsan, bugünlere uzanan şiddet ve nefret sarmalının birileri tarafından yeniden devreye sokulması. Hikmeti devlet, ya da “devlet aklı” denir ama o akıl bu ülkeye hiç de iyi şeyler, doğru çözümler getirmedi bugüne kadar. Kendisine teslim olanlara da fayda sağlamadı.