Seçim de kaybettirse -ki tam tersi olacaktır-, partisi içindeki ulusalcı vesayetçi kesimi huzursuz da etse, Kılıçdaroğlu’nun helalleşme önerisinin sadece CHP tarihinde değil ülkemizin yakın siyasî tarihinde de önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Hatalarıyla yüzleşmeyi, suçunu kabul etmeyi, özür dilemeyi bilmeyen; kin ve nefret söyleminin neredeyse resmî dil haline geldiği kötücülleştirilmiş, cepheleşmiş bir toplumda Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çıkışı siyasî bir hamle olmanın ötesinde anlam taşıyor. Birkaç gündür gündemin baş sıralarına oturması, hararetle tartışılması da bu yüzden.
TV kanallarındaki tartışmaları, medyadaki yazışmaları, olumlu olumsuz tepkileri izliyorum. CHP Genel Başkanı’nın helalleşme derken ne demek istediğini, -bırakın sıradan vatandaşı- TV programlarının kimi gedikli konuklarının, bazı anlı şanlı televizyon yorumcularının, özellikle ulusalcı sol muhaliflerin anlamadıklarını düşünüyorum. Helalleşmeyi, bugün içinde debelendiğimiz toplumsal ortamın müsebbipi iktidarla uzlaşmak olarak anlayıp karşı çıkanlar, Kılıçdaroğlu’nun ülkeyi bu hâle getirenlerden hesap soracağını her fırsatta tekrarladığını unutuyorlar mı, yoksa başka bir hesapları mı var, bilmiyorum.
Helalleşme önerisini; iktidarın, hukuksuzluğunun, adaletsizliğinin, yarattığı devasa mağduriyetlerin, suça varan uygulamalarının üzerine sünger çekilmesi, hesap sorulmaması olarak anlamak mümkün değil. Böyle yansıtılmasının veya anlaşılmasının toplumsal barıştan huzursuz olan çatışmacı zihniyetin çarpıtması olduğu kadar, özellikle ulusalcı kesimlerden gelen tepkinin bilinçli ya ta bilinçsiz olarak işin ucunun devletin suçlarına dayanacağı kaygısından kaynaklandığını düşünüyorum.
Konunun anlaşılamamasının bir başka nedeni, biraz da Kılıçdaroğlu’nun helalleşmeyi amaçladığı kesimleri sayarken verdiği örneklerin bazılarının tam yerine oturmaması. Örneğin: helalleşilecek kesimler arasında Soma işçilerinin de sayılması sapla samanı birbirine karıştırıyor. CHP’nin Soma işçileri ile helalleşeceği bir şey, onlara karşı bir hatası yok, çünkü baştan beri onlara her anlamda destek verdi. Bu konuda, “yaralarını saracağız; sermayeden, işverenden, iktidardan yana adaletsiz hukuk düzenini değiştireceğiz,” denebilir ki bunun gibi binlerce olay, binlerce mağduriyet var.
Dünya tarihi, ulus-devletlerin insanlığa, halklara, çeşitli toplum kesimlerine karşı işledikleri suçlarla doludur. Sömürgeci ülkelerin sömürgelerde işledikleri korkunç suçlar, Amerika’da Kızılderililere, Avusturalya’da Aborjinlere karşı soykırım, Fransa’nın Cezayir’de işlediği insanlık suçları, Almanya’da Yahudi soykırımı, daha niceleri… Bu konuda temiz devlet yoktur.
Yüz yaşına gelen Türkiye Cumhuriyeti devletinin de halklara karşı işlenmiş suçlardan münezzeh (arınmış) olduğunu, belli kesimlerde toplu mağduriyetler yaratmadığını düşünmek olsa olsa MHP ideolojisi misali Türkçü devletçi şoven milliyetçilik ve devlet tapıncı gözlükleri takarak mümkündür.
Bizim tarihimizde de, yakın zamana kadar konuşulması bile tabu olan, resmî tarihte çarpıtılarak anlatılan, şu veya bu kesimin sinir uçlarına dokunan, kabullenmek istenmeyen olaylar, uygulamalar, kitlesel mağduriyetler var. Hadi diyelim ki 1915 Ermeni tehciri cumhuriyet öncesindedir. 1937-38 Dersim harekâtı (ki ona Dersimliler tertele ya da kırım derler), 40’lı yıllardaki Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, Alevilere, Süryanilere, Ezidilere karşı sürüp giden baskılar, sindirmeler. Ve tabii her daim kanayan yara: Kürt meselesi…
Bir de cumhuriyetin katı ve ayrımcı laiklik anlayışının, darbeci-vesayetçi zihniyetin ikinci sınıf vatandaş derecesine indirgediği, toplum ve siyaset sahnesine çıkmalarını engellediği Müslüman muhafazakâr kesimler var. Kılıçdaroğlu 28 Şubat mağduriyetinden söz ederken, örtülü kızlarımızın üniversite kapılarından döndürüldüğünü, ikna odalarını hatırlatırken bu kesimin mağduriyetini kastediyor.
CHP Genel Başkanı daha önceki bir konuşmasında “Bizim de eksiklerimiz yanlışlarımız oldu,” demişti. Bunu öncelikle kendi partisi için ama CHP’li olsun olmasın ulusalcı laik kesimleri kastederek söylediğini düşünüyorum.
Bu noktadan hareketle, Kılıçdaroğlu’nun tavrını seçimler öncesinde Müslüman muhafazakâr oylara yönelik stratejik bir hamle olarak değerlendirenler var. Oysa sözlerinin devamı okunur ve önyargısız değerlendirilirse bunun ortak yaşamı yeniden kurmaya yönelik bir toplumsal barış çağrısı olduğu anlaşılıyor. Üstelik, stratejik adım olsa bile değerli bence.
Kılıçdaroğlu’nun helallik istediği kesimlerin mağduriyetine yol açan gelişmeler/olaylar hatırlanacak olursa, Dersim gibi, Varlık Vergisi gibi, Doğu isyanları ve Kürt tedipleri gibi gelişmeler sırasında CHP iktidardaydı. Bu yüzden de halkın önemli bir kesiminin gözünde mağduriyetler devlet partisi saydıkları CHP’ye fatura edilmiştir ki, pek de yanlış sayılmaz.
İşte bu yüzden Kılıçdaroğlu’nun hamlesinin cesur olduğunu düşünüyorum. Kimilerine göre yeterli değil, kimi mağdurların yarası bir anda, bir sözle kabuk bağlayamayacak kadar derin. Ama o, helalleşme derken yüzleşmeyi de kastediyor. Zaten yüzleşme olmadan helalleşme olmaz. Ve bazı konularla yüzleşmek hiç de kolay değildir, toplumun hazır olması gerek. Kılıçdaroğlu Kürt halkına karşı işlenen suçlar diyemese de; kendi ulusalcılarını da hesaba katarak Dersim’i ağzına alamasa da, Roboski’ye, Ahmet Kaya’ya, Diyarbakır cezaevine gönderme yaparak niyetini hissettiriyor.
İnsanın kendi hatalarıyla, suçlarıyla, kötülükleriyle yüzleşmesi son derece zordur; kendine güven, cesaret, saldırılara karşı dik durabilme gücü ister. Kişiler gibi halklar, toplumlar, iktidarlar, siyasî-ideolojik odaklar için de böyledir. Hele de “yanlış yaptım” demenin, hatayı kabul edip özür dilemenin küçültücü sayıldığı, “erkekliğe yedirilemediği” bizim toplumumuzda kendi suçuyla, hatasıyla yüzleşmek yerine konuyu sadece dışarıya karşı değil kendi içinde de örtbas etmek, yok saymak yeğlenir. Tıpkı bir yarayı sağaltmak, cerahati akıtmak yerine üstünü örtüp gözlerden saklamak gibi.
Ama deşilmeyen, cerahati akıtılmayan yara için için işler, giderek büyür, kanı zehirler. Yüzleşilmeyen her toplumsal olay/ kötülük/ mağduriyet de böyledir. Bugün insanlarımız böylesine kötücülleşmişse, kin ve nefret söylemi iktidarın en tepelerinden başlayıp dalga dalga en aşağılara kadar yayılmışsa, insanî değerler bu kadar pervasızca ayaklar altına alınıyorsa, hiçbir hatamızla, suçumuzla yüzleşemediğimiz, mağdur ettiklerimizle helalleşemediğimiz içindir. Uzağa gitmeyelim: Dersim suçuyla yüzleşebilseydik Kürt meselesi bu hale gelmezdi; 1943’de Van’ın Özalp ilçesinde 33 zavallı köylünün General Muğlalı’nın emriyle yargısız mahkemesiz kurşuna dizilmesiyle yüzleşilseydi Roboski yaşanmazdı; azınlıklara yönelik Varlık Vergisi ve benzeri uygulamalar açıkça mahkûm edilebilseydi 6/7 Eylül’ler olmazdı; darbelerle daha ilk adımda yüzleşebilseydik, darbecileri kahraman yapmasaydık 12 Eylül’ler, 28 Şubat’lar olmazdı.
“Gelecekte, bu ülkenin çocuklarının ülkeyi barıştırdığımı söylemelerini istiyorum,” diyor Kılıçdaroğlu. Çok zor, bir o kadar da şerefli bir amaç, umarım gerçekleşir. Korkum; kendi partisinden, etnik milliyetçi ve/veya otoriter laikçi çevrelerden, ulusalcı soldan gelecek tepkilerin cesaretini kırması. Bir de helalleşmenin sadece bir kesimle sınırlı kalması.
Toplumsal barış kitlelerle sağlanır. Liderleri de bu yolda kitleler cesaretlendirir. Sağda solda her kesimde, sesleri yüksek çıkan, çatışmacılığı uzlaşmaya, intikamı barışmaya yeğleyenler var ama onlar tuzu kuru azınlıklar. Bu ülkenin insanları yıllardır kavgadan, çatışmadan, cepheleşmeden, düşmanlaşmadan yoruldu. Ezici çoğunluk toplumsal barış, huzur, normalleşme istiyor. Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısı içeriden dışarıdan sabote edilse bile, susturulup hedefine ulaşamasa, geriletilse bile, sadece ülke için değil aynı zamanda kendi partisi için de bir umuttur.
Helalleşme çağrısı kitlelerce duyuldu. Karşı çıkanlar, yetersiz bulanlar, önemsizleştirenler, kulaklarını tıkayanlar olacaktır. Kılıçdaroğlu’nun bu adımı geriletilse bile söz bir kez söylendi. Artık top bizde. Halka halka yayılmasını sağlamak, barış talebini yükseltmek artık bize düşüyor.