Diyarbakır’da düğün var; Dicle Nehri’nin üzerindeki On Gözlü Köprü’nün önünde gelin, damat fotoğraf çektiriyor. Gazi Caddesi, tatlıcısı, ciğercisi, seyyar satıcısı ve ayakkabı boyacısıyla canlanmış. Meydanında çay içenlerle Ulu Camii, hediyelik eşya dükkanları ve gençleriyle Hasan Paşa Hanı, adeta eski günlerdeki gibi. Hebun Dikim Evi’nde, rengarenk halk oyunları kıyafetleri asılı. Dengbejler yeniden söylüyorlar. Demirciler Çarşısı işliyor. Sülüklü Han’da yine ev yapımı Süryani şarapları ve menengiç kahveleri içiliyor. Girişindeki kitabede hanın tarihçesi altı dilde yazılmış: Süryanice, Ermenice, Arapça, Zazaca, Kürtçe ve Türkçe.
Mardinkapı’daki boşaltılmış turizm danışma bürosunun yanında, Suriçi’nin 1939’daki halini gösteren, camı birkaç yerinden kurşunlanmış maketini, özellikle gençler uzun uzun inceliyorlar. Yaptığı maketlerle dikkat çeken ve belediyenin kültür müdürlüğüne işçi olarak alınan Fesih Gündoğar’ın, eski fotoğraflara bakarak ve Suriçi’nin sokaklarını arşınlayıp, tarihi yapılarını gezerek 18 yılda tamamladığı maketin gerçeğinin artık ne kadarını görmek mümkün, bilen yok.
Hemen aynı caddede, biraz ileride, polis barikatlarının, kum torbalarının ve beton blokların ardındaki evlerinden eşya çıkarıp, yük arabasıyla taşıyan bir aile var. Dilekçeyle başvurmuşlar, 10 gün sonra izin verilmiş. Küçük kız, eşyaların arasında oyuncaklarını bulamadığı için aksilik yapıyor. Neden bugüne dek beklediklerinin cevabı düşündürücü:
‘’Evimizden eşya çıkarmayı kendimize yediremedik.’’
Diyarbakır’ın kalbi Suriçi, operasyonların sone erdiğinin açıklanmasının ardından, üç aydır sakinleriyle birlikte adeta arafta. Önce acele kamulaştırma kararı ardından da yakın zamanda açıklanan Sur Eylem Planı ile Sur’un geleceği hala belirsiz. Artık yüksek bir binaya çıkıp Sur’a bakmak ve evini aramak da yasak. Sur Eylem Planı’nda sunulan üç alternatife Sur halkının yorumu da alternatifli; borçlandırarak yerinden etme, sürgün etme, mülksüzleştirme...
Suriçi’nin kültürel mirasının ve sakinlerinin arafta olma halini ve bu belirsiz geleceği, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi bünyesinde çalışma yürüten, Dünya Mirası Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı Alan Başkanı Nevin Soyukaya ile konuştuk.
Çatışma ve operasyonların sona erdiği açıklandı ancak Sur’da hala yasaklı mahalleler var... Siz inceleme için Suriçi’ne girebildiniz mi?
Operasyonların bittiğinin resmen duyurulmasının üzerinden neredeyse üç ay geçti ancak o bölgeye hala ne siviller ne de basın giremiyor. Yerel yöneticiler olarak biz de alınmıyoruz. İlk zamanlar kamyonlar ardarda Suriçi’ne girip çıkıyor, hafriyat taşınıyordu. Bu hafriyatta sadece ev eşyalarının değil insan uzuvlarının da olduğunu gördük. O gün bugündür yıkımın kepçelerle devam ettiğini düşünüyoruz. Her geçen gün dümdüz bir tarlaya dönüştürülen Suriçi’nde, tarlanın boyutları büyüyor ve genişliyor. Böylesine, tutunacak hiçbir dalın olmadığı bir uygulama söz konusu. Yasak, altı mahalleden dört mahalleye indi ancak zaten yıkım bu ablukanın devam ettiği dört mahallede sürüyor. Biz 10 Aralık’tan sonra yasaklı alanlara giremedik. Burası tarihi bir sit alanı ve suç işlenmeye devam ediliyor. 22 Mayıs’taki görüntü tam bir trajediydi; insanlar yüksek binaların üzerine çıkıp Suriçi’ndeki evlerini aradılar. Kimisi evinin yerinde olmadığını anlayınca kahroldu. Evi yıkılmamış olan ise, hem ‘acaba benimkini de yıkacaklar mı?’ endişesini hem de evine ulaşamamanın çaresizliğini yaşıyor.
Acele kamulaştırma kararı da bu endişeyi artırıyor olmalı...
Bu karar, Sur’un üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sürekli sallanıyor. Bu, geleneksel mimarinin insan dokusuyla birlikte kenti var etmesine, yaşanılır, canlı kılmasına darbe vuran ve binlerce yıldır süregelen yaşamı yok sayan bir karar. Bu da toplumsal hafızayı kesintiye uğratmak, değiştirip dönüştürmeyi hedeflemek demek. Zaten çatışmalı süreçte zorunlu göçe tabi tutulan 25 bine yakın insan hala geri dönmüş değil. Geriye kalanı da dışarı çıkarmayı planlayan, Suriçi’ni geleneksel üretim ve ticari alanlardan mahrum etmeyi hedefleyen- ‘hedefleyen’ diyorum çünkü buralarda hep kamulaştırma kararı var- bir keyfiyet söz konusu. Suriçi’nin tamamının kamulaştırılmasının hedeflendiği bir karar verildi. Bu Suriçi’nin yüzde 80’i demek. Geriye kalan yüzde 16’lık bölüm zaten Hazine ile TOKİ’ye ait. Bu ne demek? 15 mahallede var olan 50 bin nüfusun, böyle bir karar uygulandığı taktirde, dışlanması, bu da Suriçi’nin ölmesi demek. Bir taraftan da, ‘’biz hepsini kamulaştırmayacağız, sadece önlem olsun diye bu kararı aldık’’ diyebiliyorlar. Normalde riskli yapılar belirlenip, kamulaştırılır ama alanın tamamına kamulaştırma kararı almak bir keyfiyettir. Bunun üzerine bir de, hiçbir belgeleme yapılmadan, kepçe ve ağır iş makinalarıyla yapılan yıkım var. Bu yasalara, binlerce yıldır var olan kent planının yaşatılmasını hedefleyen Kültür Bakanlığı’nın Kültür Koruma Kurulu tarafından onaylanmış, Suriçi’nin anayasası kabul edilen Koruma Amaçlı İmar Planı’na ve Alan Yönetim Planı’na tamamen aykırı.
Sur’un bir gün özgünlüğüne kavuşabilmesi mümkün olabilir mi?
7 bin yıllık bir tarih ve kültür birikimini yıkıp izlerini dahi sildikten sonra, o yerin yeniden özgünlüğüne kavuşmasından bahsedemeyiz. Ankara uçağından görünüyor, büyük caddeler, geniş sokaklar, yıkılmış bir kültürel miras... Bu noktada, Diyarbakır’ın özgünlüğünden ya da imar planına uyulacağından söz etmek inandırıcı değil. Suriçi, Dünya Miras Alanı’nın birinci tampon bölgesi. Bu nedenle, Suriçi olmazsa, dünya mirası surların da, Hevsel Bahçeleri’nin de bir anlamı kalmaz. Tek tek Ulu Camii’nin ya da Keldani Kilisesi’nin korunması Diyarbakır’ın korunması anlamına gelmiyor. Doğduğu yerde büyüyüp gelişen bu kentin bütünlüklü olarak korunmasıdır önemli olan. Biz bundan endişeliyiz. En azından şu anda sürmekte olan yıkımın durdurulması gerekiyor.
Mimari özgünlük bir yana, bir de Suriçi’nin o geleneksel kültürüne ve yaşam ritmine dönüp dönemeyeceği söz konusu...
Kentler yaşayan organizmalar. Binlerce yıldır bir kültürün nesilden nesile aktarılmasıyla, aralıksız yaşam süren bir kentten bahsediyoruz. Bu canlılığını sadece mimarisiyle değil insanı, doğası, habitatı ve ekosistemiyle birlikte korur. Suriçi ancak insanıyla birlikte gerçek anlamda korunabilir. Önemli olan, bu birikimi bütünlüklü olarak, binlerce yılın belleğinin taşıyıcısı insanıyla korumak. Bu toplumsal hafızanın kesintiye uğratılmaması gerekir. Yoksa, rızalarının dışında, mali açıdan tatmin edecek şekilde ev sahibi yapma vaadiyle Suriçi sakinlerinin evlerinin ellerinden alınması, demografik yapının değişmesi demek. Buradaki geleneksel üretimin, ticaretin, Anadolu’da pek kalmamış ancak Diyarbakır’da hala yaşayan dayanışmaya dayalı mahalle kültürünün, sözel kültürün temsilcisi dengbejliğin, geleneklerin tamamen kaybolması, kentin kimliğinin bozulması demek.
Suriçi nasıl korunmalı o zaman?
Mesele korumaksa, var olanı yok etmeden, dönüştürerek, rehabilite ederek koruyabilirsiniz. Yoksa sakinlerini çıkarıp, yenileyip ‘aynı bazalt taşını kullandık, zemin artı ikiyi geçmedik’ demek, Sur’u bilenler ve burada yaşayanlar için hiç de inandırıcı değil. Özgün bazaltla, taklit, imitasyon evler yaparak Diyarbakır’ın özgün dokusu korunmuş mu olacak? Niye yıkıyoruz, sonra neden inşa ediyoruz? Üstelik bu insanlar, oradaki mülklerin sahibi, mülklerinin ellerinden alınması demek bu insanların Sur’un dışına itilmesi demek. Peki o binlerce ev kime yapılacak? Bu, hem dünya miras alanlarının korunmasına dönük uluslararası kriterlere, hem de UNESCO'nun kriterlerine aykırı. Suriçi’ndeki yıkım, sadece insanlarına dair bir hukuksuzluk değil, tarihe karşı da suçtur!
Suriçi izlenimleriniz neler?
Yıkım olan alanda, tescilli yapılar dahil, çok sayıda tarihi yapının kiminin tamamen yok edildiğini, hatta Hasırlı Cami’nin adeta yerinden sökülüp atıldığını, yine birçok sivil yapının tamamen düz bir alana dönüştürüldüğünü gördük. Şimdi yıkılan alan aslında, Suriçi’nde en az tahrip olmuş, özgün sokak dokusunun korunabileceği alanlardı, asıl şu anda bu alanlar yok ediliyor. Mehmet Uzun’un evi, ailesi tarafından bağışlanmıştı, biz de müze olarak düzenliyorduk. Yarısı tamamen yıkılmış. Sokağın üzerini örten, Diyarbakırlılar’ın ‘örtme’, Mardinliler’in ‘abbara’ dediği özgün bir yapı vardı, o da yıkılmış. Bugün surların içi kum torbalarıyla karargaha dönüşmüş- mesela Keçi Burcu karakol gibi kullanılıyor-, sobalar yakıldığı için surun içi simsiyah olmuş. Geçenlerde burcun tepesine seyyar tuvalet yerleştirildi, pis su giderinden akan atıktan surun duvarı boyandı. Dünya mirası surların, burçların, kapıların üzerine koca direkler monte edilerek bayraklar asıldı, bu kabul edilemez, sur duvarının statiğini bozar, zarar verir.
Suriçi ile ilgili alınan kararlarda fikriniz soruluyor mu?
Operasyonlar bitti ancak yıkımın devam ettiği yasaklı alanlara, yazılı müracaatımıza rağmen girmemize izin verilmiyor. Hem Alan Yönetimi hem de Koruma Amaçlı İmar Planı’nın uygulanmasından sorumlu tek kurum olan Büyükşehir Belediyesi ve Sur Belediyesi olarak sürekli reddedildik. Abluka aralarında bazı alanlara girip tespitlerimizi yapmış, raporlarımızı Kültür Bakanlığı başta olmak üzere, UNESCO Türkiye Temsilciliği’ne göndermiştik. Alandaki çalışmalara dahil olmamız, görevimizi, sorumluluğumuzu yerine getirmek üzere alanda bulunmamız gerektiğini defalarca yazılı olarak Valilik’e bildirmemize rağmen, ne yerel yönetimler ne de STK’lar sürece dahil edilmedi. Oysa Alan Yönetimi’nde de UNESCO kriterlerinde de katılımcılık ön koşuldur.
UNESCO, gerekli özeni göstermediği için bir dönem tepki toplamıştı...
Başından beri raporlarımızı UNESCO Türkiye’ye ve Kültür Bakanlığı’na gönderiyorduk. Sonra anladık ki, gönderdiğimiz raporlar UNESCO Dünya Mirası Merkezi’ne gönderilmiyor. Bunun üzerine kapsamlı bir rapor hazırlayarak UNESCO Dünya Mirası Merkezi’ne gönderdik. Bunun üzerine hemen yazılı olarak bize geri döndüler ve Kültür Bakanlığı’ndan gerekli raporları istediklerini belirttiler.
Bu aşamadan sonra, ne olmasını bekliyorsunuz?
Öncelikle uluslararası kriterlere, koruma kriterlerine aykırı olarak yapılan tüm bu yanlış uygulamaların, yani yıkım ve hafriyatın bir an önce durdurulması, ablukanın kaldırılması, yıkılmamış mevcut yapıların onarılarak vatandaşın alana alınması gerekiyor. Yıkılmış olan alanlarla ilgili de, kentin tüm bileşenlerinin katılımıyla Koruma Amaçlı İmar Planı esas alınarak yeniden planlama yapılmalı. Kamulaştırma kararı ise resmen kaldırılmalı.