Dün bütün televizyonlar gün boyu aynı haberi veriyor, New York Times gazetesinde yayınlanan haberden alıntı yapıyor. New York Times’e bakıyorum, haberin orijinali şöyle:
“The Biden administration was the driving force behind the letter”.
Türkçesi:
“Açıklamanın arkasında Biden Yönetimi var”.
Hangi açıklamanın arkasında?..
“Osman Kavala’nın tahliye edilmesi gerektiğine ilişkin Ankara’daki on büyükelçinin açıklamasının arkasında...”
Hapiste dördüncü yılını tamamlamış olan Osman Kavala hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) tahliye kararını Türkiye aylardır yerine getirmiyor.
Batılı devletlerin, en son Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Kavala ile ilgili yargı kararının yerine getirilmesi yönündeki uyarılarını Ankara dikkate almıyor.
Sonunda ABD Başkanı Biden, yine New York Times gazetesindeki habere göre, “insan haklarının ihlal edildiği” gerekçesiyle Türkiye’ye çağrıda bulunmak için düğmeye basıyor.
Açıklama ile birlikte Tayyip Erdoğan küplere biniyor.
“Bu ne terbiyesizliktir” gibi hakaretlerin yanı sıra, on büyükelçinin “istenmeyen adam” ilan edilerek, ülkelerine geri gönderilmesi yönünde Dışişleri’ne talimat verdiğini söylüyor.
“Müthiş bir öfke patlaması, daha çok iç politikaya dönük hesaplarla”.
İç politik hesaplarla ama, dış politikada, savunma sanayiinde, turizmde, ticarette ve genel anlamda ekonomide büyük maliyetlere yol açacak öfke patlaması.
On büyükelçinin “istenmeyen adam” ilan edilmesine dönük Erdoğan’ın talimatı Batı’da geniş yankı buluyor.
Her şeyden önce açıklamanın ya da çağrının arkasında Biden’ın bulunması, olayın rengini olağanüstü değiştiriyor.
Büyükelçilerin böyle bir açıklamayı kendi iradeleriyle yapmaları söz konusu bile değil. Elbette temsil ettikleri hükümetlerin, devletlerin onayı var. Ama arkasında doğrudan Biden’ın bulunması, Türkiye’deki insan hakları ihlallerinin, yargı kararlarına uyulmamasının, temel hak ve özgürlüklerin askıya alınmasının Batı’da bardağı artık taşırdığı anlamına geliyor.
Biden başrolü oynuyor.
“Amerika ile çeşitli anlaşmazlıkları bulunan Erdoğan’ı Biden ilk kez açıktan açığa karşısına alıyor.
Ve bunda yalnız değil, yanında dokuz büyük ülke var”.
Bir ayrıntı var:
“Açıklama İngiltere Başbakanı Boris Johnson’a da gidiyor. Gelecek ay İngiltere’de düzenlenecek İklim Zirvesi için Johnson 160 lideri davet ediyor. Davet edilenler arasında Erdoğan da var, Johnson o nedenle açıklamaya imza atmıyor”.
Bu durumda:
“Sen o büyükelçileri geri gönderirsen, ilgili ülkelerin devlet ya da hükümet başkanlarına hakaret ediyorsun demektir”.
Görünen o ki, onlar da, bunu yemiyor!..
Erdoğan 2002’de iktidara geldiğinde, Batı ona büyük destek veriyor, “ılımlı İslamla demokrasiyi bağdaştıracağı” inancıyla.
Erdoğan başlangıçta bu desteğe “AB reformlarıyla” karşılık veriyor.
Ne var ki, Batı ile Erdoğan arasındaki balayı, 2014’te Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte bozulmaya başlıyor. Türkiye hukuk devletinden uzaklaşma sürecine giriyor.
Hele de, 2018’de “tek adam rejimi” sonrasında demokrasiye veda ediyor.
Desteğini azaltmasına rağmen, Batı uzun süre sabırlı davranıyor.
Temel hak ve özgürlüklerdeki kısıtlamalar, yargı bağımsızlığının ve kuvvetler ayrılığının sona ermesi Batı’da eleştiri dozunu arttırıyor.
“Son iki yıl içinde siyasal ilişkiler de etkileniyor, Erdoğan Batı ile çeşitli konularda açıktan açığa çatışırken, Batı ülkeleri kendisi ile daha az bir araya gelmek istiyor”.
Yine de, diyalog arayışları eksik değil.
Ancak, bu kez ne o sabır var, ne de o diyalog arayışı.
“İktidara geldiği 2002’den bu yana, Erdoğan’ın on büyükelçi açıklaması sonrasında, Batı ilk kez masaya yumruğunu vuruyor:
REST!.. RESTİNE REST!..”
Dün dört yabancı gazeteyi tarıyorum. Almanya’da yayınlanan “Die Welt ve Frankfurter Allgemeine” gazeteleri ile Amerika’da yayınlanan “The Washington Post ve The New York Times” gazetelerini.
Orada okuduğum haberlerin ve yorumların genel özeti olarak:
“- Çeşitli liderlerin, parti sözcülerinin, dış politika uzmanlarının görüşleri doğrultusunda Batı’da Erdoğan’a karşı ihtiyatlı davranmayı öneren tek bir kişi yok.
- Türkiye karşısında hepsi blok oluşturuyor.
- Türkiye ile ‘her şeye rağmen iyi geçinme yollarını arayalım’ diyen tek bir kişi yok.
-Tersine, askeri ve mali yardımların durdurulmasına, siyasal ilişkilerin askıya alınmasına kadar uzanan tepkiler çığ gibi.
- Hepsi aynı görüşte, ‘Türkiye’de demokrasi işlemiyor, yargı kararları yerine getirilmiyor’. Bu ortamda hangi yaptırıma gidilecekse, ortaklaşa uygulamadan söz ediliyor.
- Hiç birinin gözü, Erdoğan’ın zaman zaman öne sürdüğü ‘bizdeki göçmenleri size gönderirim ha’ tehdidini görmüyor, o kadar kararlı tutum içindeler”.
On ülke arasında yoğun bir trafik işliyor.
Aynı gazetelerde Erdoğan’ın on büyükelçi çıkışına ilişkin yorumlar ortak noktada buluşuyor:
“İzlediği politikalarla Türk Ekonomisini derin bir krize sürükledi. Türkiye’nin o krizden kısa sürede çıkması mümkün değil. Kendisi de, bunun farkında. Büyükelçilerin açıklamasını bahane ederek, ekonomik krizin sorumlusu olarak, Batı’yı suçlamaya hazırlanıyor”.
Geçmişteki başarısızlıklarına bakıldığında, bu öngörü akla çok yatkın.
Bu satırları yazarken, nihai kararı henüz belli değil. Gerçekten on büyükelçi “istenmeyen adam” ilan edilerek, ülkelerine gönderilecek mi yoksa, yine kendi tabanını ikna edici bir kulp bulunarak, kararını geri mi alacak?..
Çünkü Batı bu kez geri adım atmaya asla niyetli değil. Önüne konulacak fatura belli.
Ayrıca, AKP içinde “bunu yapmayalım” diye yükselen seslerin sayısı artıyor. Karardan vazgeçerse, seslerini şimdi yükseltenlerin kendisini alkışlarla karşılayacağı, yine bir gerçek!..
Oysa, çözüm o kadar basit ki:
“Yargı kararlarını uygulamak!..”
Batı son sözünü söylüyor:
“Ya uygula ya da sen bilirsin!..”