"İdare mekanizmasının en küçük jandarma ve polis karakoluna kadar, partilere karşı eşit gözle bakan, tarafsız ve adaletli olması, partilerin de bütün çalışmalarının kanun içinde kalması siyasi hayatta emniyetin ilk şartıdır." (Aktaran Taha Akyol, Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca, s.121).
"Karakola" kadar...
"Siyasi hayatta emniyetin ilk şartı tarafsızlık..."
Eylül 1947...
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü çeşitli illeri dolaşmak üzere Doğu Anadolu'ya hareket ediyor. İlk durak Erzurum.
Halka hitap etmenin yanı sıra, İsmet Paşa Erzurum'da önce ne yapıyor?..
"CHP İl Örgütü ile birlikte Demokrat Parti İl Örgütünü de ziyaret ediyor. Yani, muhalefet partisine ziyarette bulunuyor."
Erzurum'dan sonra Kars'a geçtiğinde de, orada yaptığı konuşmada yukarıdaki cümleyi söylüyor.
CHP iktidarda ama, İsmet Paşa Cumhurbaşkanı kimliği ile sürekli "devlette tarafsızlık" vurgusunda bulunuyor.
Hazır "polis karakolu" demişken...
İsmet Paşa "Cumhurbaşkanı kimliği ile devlette taraf olmanın halkta yarattığı tepkiyi" çok iyi görüyor.
Bu nedenle aşırı taraf olan Başbakan Recep Peker'i görevden alıyor.
Hele de, 1946 seçimlerinde jandarmanın oynadığı rolü, o dönemi birebir yaşayanlardan Hürriyet'in Ankara Temsilicisi Emin Karakuş şöyle anlatıyor:
"Çubuk Kaymakamı, yanında jandarma komutanı olmak üzere köyleri dolaşıyor, halkı korkutuyordu. Halk ‘yeter artık çektiklerimiz, particilik bu mudur' diye haykırıyordu." (Emin Karakuş, 40 Yıllık Gazeteci Gözüyle İşte Ankara, s.122).
Tek parti döneminin "tarafsızlığı yok eden uygulamaları" CHP'ye pahalıya mal oluyor.
Halk bunu yıllar ve yıllarca unutmuyor, zaten ilk seçimde, 1950 seçimlerinde CHP iktidarı kaybediyor.
Hazır "polis karakolu" demişken...
O yıllarda tek parti yönetimi var.
"Parti - devlet" olmanın bütün özelliklerini taşıyan bir iktidar var. O kadar ki, 1934 yılından itibaren valiler aynı zamanda CHP İl Başkanı!..
Bu çarpık durum beş yıl sürüyor, İsmet Paşa 1939 yılında ipin ucu kaçmış "taraflı bir yönetimden" rahatsız oluyor ve uygulama kaldırılıyor.
Neden?..
"Aşırı ölçüde taraf olmak, devletin parti ile böylesine iç içe girmesi, halkta olağanüstü birikim yaratıyor, devletin kurumlarına güven kalmıyor."
Hazır "polis karakolu" demişken..
Yine tek parti döneminde...
1947 CHP'nin 7. Kurultayında Cumhurbaşkanı İsmet Paşa:
"Nüfus, tapu, vergi, ilam, karakol muameleleri gibi, vatandaşın en sade ve en küçük işlerinde devlet memurunun bir siyasi parti gayreti gütmesinden dehşet duyuyorum.
Vatandaşı her şeyden bezdirecek daha elemli azap tasavvur edemem.
Vatandaşı bu beladan kurtaracak tek çare, bu memurların tarafsız olmalarıdır."(Taha Akyol, a.g.k., s.126).
Bu sözleri söyleyen kişi tek parti döneminin kayıtsız şartsız en yetkili, en güçlü kişisi.
Memurların taraflı davranmasından o bile müthiş rahatsız.
Hazır "polis karakolu" demişken...
Tek parti döneminden aktardığım bu örnekler ki, daha sonra Demokrat Parti de aynı hataya düşüyor, partizanca uygulamaların halkı nasıl bıktırdığının kanıtları.
Bıktırmanın ötesinde, siyasal rejimi, İsmet Paşa'nın deyimiyle, "siyasi hayatın emniyetini" ortadan kaldırıyor.
"Tıpkı bugün gibi!.."
Aradan yetmiş, seksen yıl geçiyor, az gidiyoruz uz gidiyoruz, dönüp dolaşıp yeniden "parti - devlet rejiminin" tam ortasına düşüyoruz. Her geçen gün biraz daha derinleşen parti - devlet rejiminin...
Günümüzde devlette tarafsızlık öylesine ortadan kalkıyor ki...
İnsanın tüylerini diken diken eden bir aşamaya geliyor.
Öyle ki...
"Polis bandosuna kadar...
Polis karakollarının ötesinde, günümüzde polis bandosu bile iktidar partisinin şarkısını söylüyor!..
Dehşet verici bir durum!..
Parti - devlet uygulamasına en çarpıcı, en akıl almaz bir örnek!.."
Polis kimin polisi?..
AKP'nin mi, devletin mi?..
Polis bandosu kimin?..
AKP'nin mi, emniyet örgütünün mü?..
Buraya nasıl geliyoruz?..
Parlamenter sistemden vazgeçerek...
Dünyada örneği bulunmayan, hiçbir denetime tabi olmayan, denetleme - denge mekanizmasından yoksun, kuvvetler ayrılığına son veren "tek adam rejimine" geçerek...
Ama işte...
Parti - devlet rejimini yaşamış, onun kötülüklerini görmüş olan İsmet Paşa, o rejimin içinde ve tek yetkili iken, sakıncalarını görüyor ve adım adım vazgeçiyor.
Vazgeçmekle kalmıyor, uyarıyor da...
"Halk ise, bu uygulamaları hiç unutmuyor, sıradan günlük işlerinde bile, devlette tarafsızlığın kaybolmasından büyük zarara uğruyor."
Günü geldiğinde de, sandıkta bunun hesabını soruyor.
Yalçın Doğan kimdir? Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi'ni, 1969'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet'te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı. 1989'da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet'te önce Yayın Koordinatörü, 1999'da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003'te Hürriyet Gazetesi'nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24'te köşe yazarlığına devam ediyor. Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'in çeşitli ödülleri yanında, 2014'te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV'nin 'Kırılmayan Kalemler' ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı. Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almanca'dan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir. |