1994, Haziran günleri.
Afrika'nın en yoksul ülkesi Ruanda'nın resmi devlet radyosundan şu anonslar yapılmaktadır:"Hamam böceklerini ezin, gördüğünüz yerde öldürün!"
Sokaklar, "inyenzi! inyenzi!" çığlıkları atan palalı, satırlı, sopalı kalabalıklarla doludur. Inyenzi, ülke nüfusunun yüzde 90'ını oluşturan Hutuların azınlıktaki Tutsiler için kullandığı addır ve hamam böceği anlamına gelmektedir.
Her şey, 5 Nisan günü aynı radyodan yapılan, "Yarın bir şey olacak ve çok şey değişecek, bekleyin." duyurusuyla başlamıştır. Belçikalıların marifetiyle meşrulaştırılan ırkçılık; daha uzun boylu, açık tenli, dar burunlu olanları Tutsi; kısa boylu, koyu siyah tenli, geniş burunlu olanları da Hutu ırkı olarak ayırmıştır. Böylece, soykırıma giden yolda her Ruandalı, kimliklerindeki Hutu, Tutsi ya da Twa işaretleriyle fişlenmiştir.Ve şimdi, tarihte eşine az rastlanır bir soykırım sürmektedir.
Yangınlar içinde bir coğrafyadayız. Güneyimizdeki savaş, sürgün ve işgallerin acısı sürerken bir sabah uyandık ki, Dostoyevski'nin ülkesi, Gogol'un ülkesini işgale başlamış. O Dostoyevski ki, "hepimiz Gogol'un paltosundan çıktık" demişti bir zamanlar.
İşgalci bir devletin yol açtığı yıkım, harap olan ülke, paramparça olan aileler. Her yanda acılarla, gözyaşlarıyla, ölümlerle savrulan hayatların hikâyeleri…
Tüm bunlar yaşanırken bir başka haber, ülkesi işgal edilen devletin resmi yetkilisinin ağzından düşüyor ajanslara:
"Ruslar hamam böcekleridir, yakalandıkları zaman öldürülecekler."
Konuşma, Ukraynalı doktor Gennadiy Druzenko'a ait. Rusların insan olmadıklarını, tüm yaralıların hadım edilmesi için katı emirler verdiğini, onların öldürüleceğini söylüyor…
Hutu yönetimi katliam öncesi, "hamam böceği" temizliğine hazırlık için Çin'den yüzbinlerce satır ithal etmiştir. Ruhları ırkçılıkla zehirlenmiş Hutulara satırlar, satırların yetmediği durumlarda ise sivri uçlu sopalar dağıtılmış, yakında başlayacak "böcek" (inyenzi) avında bunları kullanmaları söylenmiştir.
Nazilerin İkinci Dünya Savaşı'nda yaptığı Yahudi soykırımından sonra tarihe ikinci büyük soykırım olarak geçecek olan Ruanda'daki etnik temizlik akıl almaz boyutlarda devam etmektedir. Hutu milisleri, neredeyse ellerine geçen her aletle; pala, bıçak, satır, balta, taş ve sopalarla Tutsileri öldürmektedirler. Parası olan Tutsiler acısız ölebilmek için kurşun parası verirler. Olmayanlar ise türlü acılar içinde can çekişerek ölürler. Öldürmekten yorulan Hutular, Tutsilerin kaçmasını önlemek için aşil tendonlarını keser, dinlendikten sonra katliamlarına devam ederler. Radyolardan Tutsilerin öldürülmesi teşvik edilmekte, "öldürmeyenler öldürülecektir" anonsları yapılırken; kiliselerde rahipler, hastanelerde doktorlar, ellerindeki Tutsileri cellatlarına teslim etmektedirler. Her taraf ceset kaynamaktadır. İlk iki ayda ölü sayısı 600.000'e ulaşacaktır.
Batılı uygarların bir zamanlar iliklerine kadar sömürdüğü Ruanda, bir vahşet girdabında kendi haline bırakılmış, ABD baskısıyla BM'in askerlerini geri çekmesi katliamcıların gemi azıya almalarına neden olmuştur.
Soykırımı önlemek üzere, komşu ülkelerde mülteci olan Tutsilerin örgütlediği Ruanda Yurtseverler Birliği (RYB)'nin müdahale etmesiyle Hutu saldırıları hız keser. Ancak, Fransa'nın ani bir kararla, katliamcı Hutu yönetimine silah sağlaması, ardından ülkenin beşte birini işgal ederek oluşturacağı Turkuaz bölgesinde Hutulara kalkan olması, soykırımın ikinci dalgasına zemin hazırlayacaktır. Bu ise 200 bin Tutsi'nin daha ölümünün yolunu açacaktır.
Böylece 100 gün içinde ülkede 800.000'e yakın Tutsi ile ılımlı Hutu öldürülecek, sonraki açıklamalarda bu sayının 1 milyonun üzerinde olduğu anlaşılacaktır.
Yaralı Rusları hamam böceklerine benzeten şu Ukraynalı; Druzenko.
Adı geçen kişi, sonradan özür dilese de, Ukrayna devletinin resmi organlarına sızmış faşizan aklı açık etmeye yetmişti. Nitekim bunu Lvov'da, Dnepropetrovsk'de ve başka kentlerin sokaklarında, ağaç ya da direklere bağlanmış insanların görüntüleri destekliyordu. Belden aşağı soyularak direklere bağlanmış olarak dövülen, kırbaçlanan, işkence edilen insanlar; kadınlar, gençler, yetişkinler… İçlerinde babasıyla birlikte bir direğe sırt sırta bağlanmış bir çocuk bile var. Kimi Roman oldukları için, kimi silah almadıkları, kimi talana katıldıkları için…
Modern Avrupa'nın ortasında, savaşın vahşetinde bir kötülük büyüyor. Terk edilmiş sokakların görüntüsünde, ateş ve barut kokuları arasında süren bir işkence bianeli sanki. Ama soyut değil, somut; yalın bir gerçeklik halinde; en az işgalcinin yürüttüğü savaşın kendisi kadar dehşetengiz ve tüyler ürpertici.
Geçenlerde görüntülerini gördüm. İslamcı bir tarikat üyelerinin Adana'da yapmak istedikleri protesto yürüyüşüne polis saldırmıştı.
Sosyal medyada çok sayıda video dolaşıyordu. Feryat figan çığlıklar, coplanan, yerlerde sürüklenen, can havliyle sağa sola kaçışan kadınlar; kemikleri kırılırcasına dövülen; hakaretle, küfürle, kan donduran bir acımasızlıkla böcek muamelesi gören insanlar…
Her tarafta kolluk kuvvetleri; ellerinde copları, hınç dolu suretleri, nemruttan beter nefretleri; ağızlarında küfürler, sanki tarifsiz bir haz içindeler. Kimi gazı püskürtüyor, kimi copluyor; kimi tekmeliyor, vuruyor. Sanki bir can değil, sanki insan değil, sanki bir haşere, bir hamam böceği önündeki; gazı nefretle püskürtüyor, zehirliyor; kaldırıyor tekmesini vuruyor; kaldırıyor, indiriyor, eziyor...
Modern devletlerin, toplumsal olayları bastırmak için kimyasal gaz kullanması yeni değil. Vietnam'da, ABD ordusu tarafından içinde Vietkonglu gerillalar saklanıyor gerekçesiyle ormanların üzerine yaprak dökücü gaz boşaltmaları.
Nazilerin, ari ırkından olmayanları toplama kamplarındaki gaz odalarına doldurarak böcek gibi zehirlemek suretiyle yaptıkları soykırımlar...
Halepçe'de Saddam Hüseyin rejiminin gerçekleştirdiği, 4.500 kadar Kürt'ün ölümüne yol açan Halepçe Katliamı...
1936 Dersim'inde Kürtlerin, saklandıkları mağaralara kimyasal gaz püskürtülmesi suretiyle fareler gibi zehirlenerek öldürülmeleri...
Ve nihayetinde daha da modernleşmiş 21.yüzyılda, hemen her coğrafyada hak arayan, itiraz eden, eşitlik ve adalet isteyen kalabalıkları dağıtmakta kullanılan biber gazları ve türevleri…
Franz Kafka'nın Dönüşüm adlı kitabının kahramanı Gregor Samsa adlı bir memurdur. Samsa, bir sabah uyandığında kendini hamam böceğine dönüşmüş olarak bulur. Onun, böcek haliyle normal yaşamına devam etme çabası önce müdürü tarafından kabul görmez, işinden olur. İşsiz kalında gözden düşer, ailesi dahi ondan uzaklaşır, iğrenç bir haşere muamelesi görmeye başlar, odasından çıkamaz hale gelir. Yaşadığı acılara dayanmayan Samsa odasında ölü bulunur ve ölüsü evin hizmetçisi tarafından süpürülerek atılır.
Göz alıcı gelişmelere sahne olan 21. yüzyılda gelir dağılımının en aşağısında yer alanlar ötekiler; kentsel dönüşüm adı altında yerlerinden süpürülerek kent dışına itilen yoksullar; torağından koparılıp büyük kentlerin varoşlarına terk edilen çaresizler; ağacı, deresi, ineği için kepçelere ve tomalara göğüslerini siper eden köylüler… Ve nihayet bu hoyrat, adaletsiz, eşitsiz dünyaya itiraz ettikleri için böcekler gibi ezilmek, haşereler gibi yok edilmek istenen gençler, kadınlar, yaşlılar…
Hepsi birer Gregor Samsa. Ve mesaj açık. Ya hakkınız olan yeni bir yaşam için değişip dönüşerek -üstelik süpürülmeyi de göze alarak- bir şeyler yapacaksınız, ya da her daim itaat eden bir köle olarak, hiç değişmeden öylece kalacaksınız.
Karl Marks 19. yüzyılda, devletin bir sınıfın başka bir sınıf üzerindeki tahakküm aracı olduğunu söylerken ne kadar da haklıydı.
Devlet adeta bir sopaya benzer. Kimin eline geçerse diğerinin kafasına vurur. O sopa bazen grev yapan işçinin tepesinde, bazen toprağını, deresini, zeytinini koruyan köylünün ensesinde, bazen de itiraz eden memurun, gencin, öğrencinin sırtından kırılır.Toplum olarak acı bir gerçeklik içinde, her gün iliklerimize kadar hissederek yaşadığımız tam da budur.
Özlemimiz, insanların hamam böcekleri gibi ezilmediği, sopaların olmadığı, silahların bulunmadığı, savaşların yaşanmadığı bir dünyaya.