Seçim kampanyalarında iki farklı gelecek söylemi öne çıkacak gibi görünüyor. Muhalefet Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılı söylem ve vaatlerini kullanırken iktidar şimdiden ‘Türkiye’nin Yüzyılı’ söylemini kullanmaya başladı. Söylemlerin içeriklerinin neler olduğunu, temel hedef, dayanacağı değer ve ilkelerin neler olacağını önümüzdeki günlerde daha net göreceğiz. Şimdiden iktidarın söylemi biraz daha belirgin, yerli-milli olmak, güçlü devlet, devletin bekası ve güvenlik vurguları sıkça kullanılacak. Muhalefetinkini de birbirleriyle rekabetten ve Erdoğan’dan kurtulma söyleminden çıkıp ortak strateji oluşturulursa anlayacağız.Seçim strateji ve kampanyaları tasarlanırken iktidar da muhalefet de öncelikle gençleri hedefleyecek muhtemelen. Çünkü kamuoyuna açıklanan hemen tüm araştırmalardaki ortak bulgulardan birisi gençlerin siyasi tercihlerindeki kararsızlık halinin diğer yaş kümelerine kıyasla olağan dışı büyüklükte olması.
KONDA Barometresi araştırmalarından da gördüğümüz, gençlerin yarısının siyaset marifetiyle ülkenin sorunlarının çözüleceğine inançlarının olmadığı, siyasi tercihlerinde de yine yarısının kararsız olduğu… 62 milyonu aşkın seçmenin üçte birini 30 yaş altı gençlerin oluşturduğu, bunların 6 milyondan fazlasının da ilk kez oy kullanacağı düşünülürse partilerin, kampanyaların gençleri hedeflemesi doğru.Kısa yoldan gençlerin oyuna talip olarak güncel vaatler sıralansa da asıl mesele daha büyük. Önce gençlerin geleceğe ve ülkeye güvenlerinin yükseltilmesi, o geleceğin siyaset marifetiyle kurulabileceğine inandırılmaları gerekiyor. Sonra o geleceği inşa edecek kadrolara, adaya, partiye ikna edilmeleri lazım. Her ne kadar siyasi kültürümüzün alışkanlıklarında daha kısa yoldan öğrenci evindeki yer sofrasına oturmak gibi daha etkili olduğu varsayılan yöntemler yaygın olsa da bu kez farklı söylemlerle karşılaşacağımızı umalım.
Seçim kampanyaları tasarlanırken iktidar da muhalefet de öncelikle gençleri hedefleyecek. Çünkü 62 milyon seçmenin üçte biri 30 yaş altında ve 6 milyonu da ilk kez oy kullanacak. Ve araştırmalar gösteriyor ki, henüz kararsızlar... |
Bu hafta Hafıza Merkezi ve KONDA, “Gençlerin İnsan Hakları Algısı” üzerine yeni bir araştırma yayımladı. KONDA’nın Hafıza Merkezi için gerçekleştirdiği bu araştırma, gençlerin katılım, sivil toplum, insan hakları ve geçmişle yüzleşme ile ilgili algı ve düşüncelerini ele alıyor. Araştırma hem yüz yüze anket hem de derin görüşmeler şeklinde iki yöntem ve iki örneklemle yürütüldü.
Araştırmanın temel bulgusu gençlerin siyasete de sivil topluma da ilgisinin düşük, katılım deneyimlerinin oldukça sınırlı olduğu.
Her 100 gençten 81’i herhangi bir siyasi partiye üye değil ve olmak da istemiyor, yalnızca 10’u siyasi parti üyesi olmadığını ama olmak istediğini söylüyor. Siyasi partilere üye olan 5… Kalan 4’ü de üye olmuş ama şu anda üyelikten ayrılmış.
Her 100 gençten 78’i hiçbir sivil toplum kuruluşuna (STK) üye ya da gönüllü değil. Geriye kalan 22 kişinin 7’si öğrenci kulüplerine, 4’ü derneklere, 3’ü vakıflara, 8’i de sendika, kooperatif, inisiyatif gibi diğer sivil örgütlerde üye ya da gönüllü.
Her 100 gencin 25’i neden göstermeden, 25’i zamansızlık nedeniyle, 12’si güven, 11’i de ilgi duymadığı için sivil toplum faaliyetlerinden uzak duruyor. Eğitim seviyeleri yükseldikçe paradoksal biçimde sivil topluma ve siyasete güven azalıyor.
Derin görüşmelerde güven meselesine dair önemli bir bulgu öne çıkıyor. Güven eksikliği STK’lara duyulan güvensizlikten çok devletin STK’lara ve STK’lara katılanlara uyguladığı belirtilen baskıya dair algılardan besleniyor. Diğer bir deyişle, araştırmaya katılan gençlerin bir kısmı, STK’lara üye olmaları veya STK’larda aktif olarak çalışmaları durumunda devlet tarafından fişlenme, tutuklanma gibi risklere açık olacaklarını düşünüyor ve kendilerini güvende hissetmiyorlar. Bu duruma bağlı gelişen ikinci neden ise, STK’ların etkinliğinin düşük görülmesi ve “işlevsiz” bulunması.
Gençlerin yüzde 90’ı son 3 ay içinde herhangi bir sivil toplum örgütünün faaliyetine, etkinliğine, toplantısına katılmamışlar. Öte yandan her 100 gençten 19’u bireysel olarak Twitter hashtag kampanyasına, 12’si imza kampanyasına katılmış, 16’sı bir yardım kampanyasına bağış yapmış. Herhangi bir protesto eylemine fiilen yalnızca 100 gençten 7’si katılmış.Gençlerin protestolara katılmamasının başlıca nedeninin polis şiddeti olduğu anlaşılıyor. Fiziksel olarak zarar görmekten korkan gençler, bu nedenle protesto eylemlerine katılmaktan geri durduklarını anlatıyor.
Derin görüşme gerçekleştirilen 18 yaşındaki bir gencin ifadesi meseleyi anlatıyor: “[Fiziksel şiddet protestolara katılmaktan] Evet caydırıyor, çünkü şu an mesela görüşümü destekleyen bir tweet görsem bile beğenemiyorum, çünkü başıma bir şey gelmesinden korkuyorum.”Bu duygu nedeniyle gençler örgütlü siyasete ve faaliyete katılmıyorlar ama bu durum gidişatla dertlerinin olmadığı anlamına gelmiyor, aksine bireysel itirazlarını gösterecekleri sosyal medya gibi anonim zeminlerdeki fırsatları da yarıdan fazlasının kullandığı anlaşılıyor.
Rapora göre, her ne kadar kendileri eylemlilikten kaçınıyor olsalar da “hükümetin hak savunucuları ile ilgili yaratmak istediği olumsuz algıya rağmen gençler hak savunucularını olumlu kavramlarla tanımlıyor. Gençlerin hak savunucularına ilişkin algılarında ilk sıralarda “açık fikirli, adil ve cesur” tanımlamaları geliyor. Her 10 gençten sadece 1’i hak savunucularını dışa bağımlı olarak tanımlarken, devlet düşmanı diyenlerin oranı da yalnızca yüzde 4.Türkiye’de gençler, en çok kadınların, daha sonra da kendilerinin haklarının ihlal edildiğini düşünüyor. Bununla uyumlu şekilde insan hakları savunucularının en çok kadınların eşitlik hakkını savunduğunu düşünüyor ve en çok da bunun savunulması gerektiğini söylüyorlar. Gençlerin en çok savunulması gerektiğini düşündüğü haklar kategorisinde ikinci sırada ise ifade özgürlüğü geliyor.”
Okurlar raporun tamamına Hafıza Merkezi internet sayfasından erişebilir. Bunun dışında KONDA Barometresi araştırmaları gençlere dair daha geniş bir perspektif sunuyor.
Gençlerin yüzde 52’si son iki hafta içinde kendisini hiç keyifli ve huzurlu hissetmediğini söylüyor. Yüzde 65’i son iki haftada ilgisini çeken bir şey olmadığını söylüyor.
Gençlerin yüzde 87’si önümüzdeki 3 ay içinde ekonomik krizin büyüyeceğini, yüzde 84’ü 3 ay içinde ekonomik açıdan hayatının daha da zora gireceğini düşünüyor. Daha da vahim olanı, yüzde 53’ü kendini ülkesinde bile yabancı hissediyor.
Bulguları çoğaltabilirim. Gençlerin çok büyük çoğunluğunun hayalleri yok, idolleri yok, başarı umutları yok, kendi gelecekleri için de ülkenin geleceği için de. Bu nedenle kızgınlar, öfkeliler.
Gidişata itirazları bir ideolojik bakıştan daha çok bireysel hayatlarındaki sıkıntılarından, umutsuzluklarından besleniyor. O nedenle örgütlü itirazı ve mücadeleyi bilmiyorlar. Ailelerinin ataerkilliklerden de olsa hükümet politikalarındaki baskılardan dolayı da olsa ekonomik yetersizlikleri nedeniyle de olsa evlerinden, mahallelerinden çıkamıyorlar. Kapana kısılmış hissediyorlar.
Bu yüzden doğal olarak var olan düzene ve hâkim güce, iktidara, gidişata hem güvenleri yüksek hem de itirazları yüksek. Bu nedenle kısa vadeli vaatlere dayalı iktidar söylemlerine ikna olmaları neredeyse imkânsız. O nedenle gençlerin tercihlerinde, tutum ve davranışlarında muhalefetin söylemi ve vaatleri belirleyici olacaktır. Gençlerin siyasete güvensizlikleri sürdüğü, muhalefetten de onları inandıran ve dikkate alan bir vizyon, hikâye duymadıkları sürece seçime katılımları düşük olabilir. Gün sonunda düşük katılım, kimliğinin duygusal ve fikri esaretiyle hareket ettiği için kararlılık gösteren seçmen kümesi en yoğun olan iktidara matematik hesaplar nedeniyle yarar sonuç üretecektir.
Muhalefetin yeni bir gelecek hikâyesi gençleri heyecanlandırabilir. Gençlerin bugünkü algı, değerlendirme ve duyguları dikkate alındığında, onları heyecanlandıracak hikâyenin temel dayanakları, unsurları, vaatleri neler olabilir?
Geldiğimiz noktada gençlerin en büyük şikâyeti fırsat eşitliğinin kalmamış olması. Özellikle eğitimde ve istihdamda fırsat eşitliği olmaması, partizanlık, çeteleşme, her sınavda yaşanan skandallar, her kamu personeli seçim sürecindeki yandaşlık, gençlerin geleceğe dair umutlarını kırıyor.
İkincisi hak ve özgürlüklerdeki geriye gidiş, baskılar, kısıtlamalar, her protesto hakkının şiddetle bastırılması gençlerin en büyük şikâyetleri.Gençlere göre bugün ülkenin halini tanımladıkları kavramlar, vurgu sırasıyla, geçim sıkıntısı, yoksulluk, haksızlık, huzursuzluk, mutsuzluk, korku, baskı, şiddet. Bu tanımların her birisi birbirini besleyen, çoğaltan kavramlar. Tam da bu nedenle büyük bir hikaâyeyi duymaya ve güvenmeye ihtiyaçları var.
Toplumsal cinsiyet eşitliği, doğa-çevre-iklim değişikliği meselelerini önceleyen gençler görüldüğü gibi etnik ve dini aidiyetlerinden, aidiyetler arası gerilimlerden değil daha çok ortak hayatın dertlerinden pozisyon alıyorlar. Kimlik ya da siyasi kutuplaşmalar onları büyükleri kadar esir alamıyor.
Çünkü gençlerle önceki kuşaklar arasındaki en önemli farklılıklardan birisi hayata dair öğrendikleri, benimsedikleri değerleri nereden ve nasıl öğrendikleri konusunda oluşuyor. Bugünün gençlerinin üçte ikisi anne babalarından farklı olarak 7 yaşına kadarki çocukluklarını şehirlerde, metropollerde yaşadılar. Monolitik kültürün, monolitik aidiyetlerin olduğu köylerde, kasabalarda değil. Sokağa çıktıkları andan itibaren çokluğun, çeşitliliğin, farklılıkların var olduğu şehirler, metropoller şekillendirdi zihin dünyalarını. Çocukluklarından itibaren internetin, bilgisayarın, mobil cihazların açtığı dünyadan duydular, dinlediler, öğrendiler olması gerekenleri. Dinledikleri haber, bilgi, deneyim ne ataerkil kuralların geçerli olduğu ailesine ne de devletin tek tipli, tek taraflı eğitimine bağlı ve bağımlı. Örneğin yüzde 44’ü artık televizyon haberleriyle, tartışmalarıyla, manipülasyonlarıyla ilgili değil çünkü izlemiyorlar.
Kendilerine dair kararlara dahil olmak istiyorlar. Parti içi, örgüt içi demokrasinin olmadığı partilerden ve örgütlerden bu nedenle uzak duruyorlar.Tüm bunlar bir yeni hikâyeye işaret ediyor. Gençleri heyecanlandıracak büyük hikâye cumhuriyeti demokratikleştirmek olabilir. Egemenliğin halka ait olduğu, eşit yurttaşlığın esas olduğu cumhuriyeti, farklılıklarını, kimlik ve tercihlerini onuruyla yaşayabileceği, farklılıkları-ihtiyaçları-talepleri için örgütlenerek siyasete dahil olabileceği katılımcı demokrasiyle taçlandıracak, onurlu yaşamı esas alan bir Türkiye hikâyesi gençleri heyecanlandırabilir.
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı