Sevgili Hatip Dicle, anneni kaybetmişsin… İnsan hayatında anaların acısı daha derindir. Gazete haberinde okudum, “Annemin cenazesine bileklerimde kelepçeyle katılmam, bu onur kırıcı bir davranıştır” demişsin. İçim burkuldu.
Diyarbakır’da buluşmuştuk seninle. Senin pencerenden Kürt sorununun, PKK’nın, devlet ve hükümetin, barışın nasıl gözüktüğünü anlamaya çalışmıştım. Sonra seni bazı konularda eleştirdim. Galiba, bazı açılardan yıllar içinde sen haklı çıktın.
Dileğim odur ki, barış süreci artık kesintiye uğramadan devam etsin. Ve seninle yeniden Diyarbakır’da buluşalım. Canını sıkma. Tarihin tekerleği hep barıştan, iyi ve güzel insanlardan yana döner. Başın sağolsun kardeşim.
Sevgili Hatip Dicle;
Anneni kaybetmişsin, başın sağolsun, derin acını paylaşıyorum.
İnsan hayatında anaların yeri ayrıdır, acısı da derindir.
Hele demirparmaklık arkasındayken, hele haksız yere hapis yatarken, özgürlüğünden yoksun bırakılmışken, bu acı daha katmerlenir.
Allah kolaylık versin kardeşim.
Gazete haberinde okudum ki, “Annemin cenazesine bileklerimde kelepçeyle katılmam, bu onur kırıcı bir davranıştır” demişsin.
İçim burkuldu.
Anaların yeri ayrıdır.
İnsanın anası ölünce bütün bir hayat gözünün önünden geçer gider. Annem için neyi yaptım, neyi yapamadım diye düşünceler - özellikle erkek evlatlar için - dipsiz bir kuyudan çıkar gelir ve insanı kendi kendisiyle hesaplaşmaya çeker.
Hayat böyle, n’apacaksın?
Kimileri için çok acımasız olabiliyor.
Sevgili Hatip Dicle;
Seninle ilk ne zaman tanıştık hatırlamaya çalışıyorum.
1993 yılı olabilir.
Yirmi sene öncesi.
Hayat ne de çabuk geçiyor.
1990’ların başında Güneydoğu, senin deyişinle Kuzey tam bir cehennem çukuruna yuvarlanmıştı. Öcalan’ın Bekaa’da ilan ettiği ‘ateşkes’in bozulmasıyla kan gövdeyi götürüyordu bölgede.
Dağdan ardı arkası kesilmeyen ölüm haberleri...
Faili meçhul cinayetler...
Köy boşaltmalar...
Köy yakmalar...
Yüzbinlerce Kürt köylüsünün zorla şehirlere göç ettirilmesi...
O yıllarda “Önce terör sonra demokrasi!” sloganı Ankara’nın ağzından düşmezdi.
Derin acıların, ana baba günlerinin yaşandığı bir dönemdi, sanıyorum, Diyarbakır’da buluşmuştuk seninle.
Hayat hikayeni dinlemiştim.
Çocukluğunu, İstanbul’daki Teknik Üniversite yıllarını, Kürtlüğünün bilincine nasıl vardığını anlatmıştın. Ben de Kürt sorununun, PKK’nın, devlet ve hükümetin, çözüm ve barışın senin pencerenden nasıl gözüktüğünü anlamaya çalışmıştım.
O yıllarda seninle anlaşamadığım konular da vardı. Özellikle PKK’nın silahlı mücadelesi ve şiddet eylemleriyle ilgili olarak senden daha farklı bir bakış açısına sahiptim. Sabah gazetesinde çıkan uzun yazımda bunları da belirtmiştim.
Sonraki yıllarda seni yine PKK ile ilgili bazı konularda eleştirdiğimi şimdi hatırlıyorum.
Ama galiba, hafızam beni yanıltmıyorsa, bazı açılardan yıllar içinde sen haklı çıktın.
Olabilir.
Zaman ve hayatın gerçekleri insanı zorluyor, değiştirebiliyor. 2003’te yayımlanan Kürtler ile 2010’daki Barışa Emanet Olun kitaplarım, bende Kürt sorunu ve PKK’ya ilişkin bakış açısındaki bazı değişimlerin de altını çizer.
Son olarak seninle Orhan Doğan’ın taziye çadırında karşılaşmıştık. Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkum olmasına yol açan bok yedirme olayının Yeşilyurt köylüleri de oradaydı.
Nereden nereye...
2009 yılı ‘demokratik açılım’ıyla ‘Oslo süreci’nin yarattığı umut ve hayal kırıklıklarından sonra, senin de göründüğün o bileklere kelepçe vurulmuş tek sıra halindeki korkunç toplama kampı tutsaklarını hatırlatan malum fotoğraf da hiç gözümün önünden gitmiyor.
Ve o fotoğraf karesiyle barış umutlarım bir kez daha darbe yemişti.
Yılbaşında başlayan yeni süreç ve Öcalan’ın “Artık silahlar değil, fikirler konuşsun!” dediği 21 Mart Newroz mesajıyla birlikte umut otobüsü yeniden hareket etti.
Ben de çıktım umut yolculuğuna...
Sevgili Hatip Dicle;
Yeni çözüm süreci başladıktan sonra Nisan ayından itibaren Güneydoğu’da, Metina’da, Kandil’de epeyce dolaştım.
Çekilmeye başlayan PKK’nın silahlı unsurları genç gerillalarla, Murat Karayılan’la, Cemil Bayık’la, Bahoz Erdal’la, Sabri Ok'la konuştum. Bardağın dolu ve boş taraflarını gazeteci olarak görüp ayrıntılı anlatmaya çalıştım, yazdım.
Beni izliyor musun, bilemiyorum. Çünkü, artık yazılı basında değil, internette, T24’te yazıyorum. Hapishanede bilgisayara izin yok galiba...
Kuşkularım var süreçle ilgili.
Daha çok Ankara’ya ilişkin bu soru işaretlerim. Başbakan Erdoğan’ın ikinci aşama konusunda seçim öncesi ipe un sermeye başladığına dair sinyaller yanıp sönüyor.
İnşallah böyle değildir.
Ve Tayyip Erdoğan çekilme konusundaki yüzde 15 mi, yüzde 85 mi gibisinden ihtimaliyat hesaplarından, oyundan bir an önce vazgeçer ve yeniden demokrasi pedalına basar inşallah.
Lafla peynir gemisi yürümüyor çünkü...
Bu arada, KCK Eşbaşkanlığı’ndan dün süreçle ilgili yapılan açıklamadaki şu satırların içimi kararttığını söyleyebilirim:
“Abdullah Öcalan’ın başlattığı demokratik çözüm ve barış süreci kritik bir aşamaya gelmiştir. Sürecin ikinci aşamasının 1 Haziran'dan itibaren geçerli olduğu bilinmesine rağmen hala bu konuda somut tek bir adım atılmış değildir.
Öcalan’ın sağlık kontrolü için hala bir heyetin adaya gitmemiş olması, BDP heyet görüşmelerinin belirlenen 15 günlük sürede yapılmıyor olması, Rojava devrimini boğma ve tasfiye hesapları yan yana getirildiğinde, AKP hükümetinin süreci sabote etme çabası içinde olduğu çok açıktır.
Biz hareket olarak son kez AKP hükümetini uyarıyoruz. Tüm halkımız ve kamuoyu tarafından belirttiğimiz konularda en kısa zamanda somut adımların atılmaması halinde, sürecin ilerlemeyeceğini ve bundan da AKP hükümetinin sorumlu olacağının bilinmesini istiyoruz.”
Sevgili Hatip Dicle;
Dileğim odur ki, çözüm ya da barış süreci artık herhangi bir kesintiye uğramadan devam etsin. Kan ve gözyaşlarıyla birlikte acılar noktalansın.
Ve seninle yeniden Diyarbakır’da buluştuğumuzda geleceğe dair güzel şeylerden bahsedelim.
Canını sıkma.
Hiç unutma, tarihin tekerleği eninde sonunda hep barıştan, iyi ve güzel insanlardan yana döner.
Tekrar başın sağolsun kardeşim.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in gönderdiği açıklama
Twitter: @HSNCML