İyi de olur, diyemiyorum; çünkü o çılgınlık sadece sizi ve şakşakçılarınızı değil hepimizi ve de ülkenin sadece bugününü değil geleceğini de batağa sürükleyecek.
Arjantin’de Videla diktatörlüğünün bir anlamda sizinkine benzer nedenlerle Faulkland’a saldırması ve yenilgisi diktatörlüğün sonunu getirmişti. Ancak dönemin, ülkenin ve bölgenin koşulları çok farklıydı. Videla’nın düşüşü Arjantin’in adım adım demokrasiye evrilmesi yanında, bölgeyi de rahatlattı. Oysa günümüzün dünya dengeleri, bölge ve Türkiye koşullarında Suriye’ye asker gönderilmesi (veya Suudî, vb. müttefiklerinize Suriye’ye saldırı için topraklarımızın kullanılması dahil yardım ve yataklıkta bulunulması) iktidarınızla birlikte Türkiye’nin topyekûn çöküşüne, büyük intimalle askerî diktaya, Kürt savaşının dönülmez noktaya varmasına ve bir içsavaşa neden olur.
Ne uluslararası ilişkiler uzmanı ne dış siyaset allamesiyim, tek avantajım barıştan başka çıkar gözetmeden bütün iktidar odaklarından bağımsız düşünebilmek. Gelişmeleri biraz izliyorum, biraz tarihten ders çıkarmaya çalışıyorum, dünyadaki ve bölgedeki güçler dengesini değerlendiriyorum. Ve gerek Türkiye’nin gerekse dünyanın bütün sağduyulu, gerçekçi, iktidar ve çıkar ilişkilerinden bağımsız insanları gibi kendinizi de ülkenizi de felakete sürüklemekte olduğunuzu görüyorum.
Ülkeye, halklara, doğaya, tarihe, gelecek kuşaklara yükleyeceği maliyetleri ve toplumsal vicdanı umursamadan ortaya attığınız çılgın projeleriniz vardı, hâlâ da var. Kanal İstanbul en çılgını gibi görünüyordu. Eşeğin büyüğü ahırdaymış, diye bir deyiş vardır. Meğer Kanal İstanbul küçük bir sıpaymış, Saray ahırlarınızdaki büyük merkep: Suriye-Irak ve bütün Ortadoğu’nun sultanı ve halifesi olup Osmanlı’nın sadece ruhunu diriltmek değil coğrafyasına da hakim olma planıymış.
Suriye’ye bulaşma adımları attığınız andan itibaren bu siyasetin yanlışlığı defalarca dile getirildi. Suriye konusunda atılacak her yanlış adım bölgedeki ateşi körükler, ülkemizi de felakete sürükler uyarısı çok çeşitli çevrelerce defalarca yapıldı, dinlemediniz. Bölge siyasetinizin tam anlamıyla iflas ettiği şu günlerde, bu iflası maskelemek veya engellemek için atmaya hazırlandığınız son adım: Suriye’ye doğrudan fiilî müdahale, kaybedenin sadece siz değil hepimiz olacağı bir kumardır.
Bugün Suriye’de yaşanmakta olan facianın yarı sorumluluğu omuzlarınızdadır. Evet, Esad diktatördü; evet, kendi halkına (muhaliflerine) zulmediyordu; evet, her ülke gibi, bütün halklar gibi Suriye halklarının da özgürlüğe, demokrasiye, hukuka ihtiyacı vardı; evet, özgürlükçü demokratik muhalefet destek istiyordu. Aynı, hatta beter durumdaki birçok Müslüman ülkeyle (Sudan, Katar, Suudî Arabistan, vb.) can ciğer kuzu sarması olup da Suriye’ye müdahaleyi vicdanî-insanî nedenlerle açıklamanıza kimseyi inandıramadınız. Suriye’ye yardım etmenin, demokratik muhalefeti desteklemenin, Esad diktatörlüğünü zayıflatmanın kansız, savaşsız, barışçı yolları mümkündü. Önceleri sizi kışkırtmış olan ABD bile kısa zamanda bu yolun yol olmadığını anladı. Kâr zarar hesabı yaptı, strateji değiştirdi. Ama siz anlamak istemediniz çünkü derdiniz başkaydı.
Siyasi yollarla çözümüne yardımcı olacak yerde körüklediğiniz Suriye (ve bölge) içsavaşının vahim bilançosuna bir göz atalım:
Dünyanın çözümde aciz kaldığı mülteci faciası, Türkiye’ye sığınmış iki buçuk milyonu aşkın mültecinin acıları, her gün Ege kıyılarından kalkıp ölüme giden on binlerce insan, stratejinizin ve denizin derinliklerinde kaybolup kıyılarımıza vuran ölü çocuklar, şehirlerimizde ya da kamplarda sefalet içinde yaşamaya çalışan milyonlar…
Esad muhalifleri diye besleyip büyüttüğünüz, ölümcül hayallerinizin gerçekleşmesinde araç olarak kullanabileceğinizi sandığınız El Nusra’dan IŞİD’e, yüzlerce radikal cihatçı grup, Allahu ekber nidalarıyla kelle kesen binlerce kanlı psikopat, dünyayı tehdit eden İslamcı terörün Müslümanlığı itibarsızlaştırıp korku nesnesi haline getirmesi…
Yerle bir olmuş, yakılmış, yıkılmış şehirler, köyler, kırlar; insanlığın binlerce yıllık mirası anıtların, tapınakların, sanat eserlerinin, tarihsel zenginliklerin taş taş üstüne kalmamacasına yıkılması…
Kürt düşmanlığınız ve laik Kürt hareketinden korkunuz yüzünden Rojava Kürtlerini ezmeye çalışırken Türkiye Kürtlerini de kaybetmeniz; (acil bir siyaset değişikliği olmadıkça)Türkiye’nin hızla bir iç savaşa doğru sürüklenişi…
“Komşularla sıfır sorun” diye özetlenen barışçı denge siyasetinin yerini “sıfır komşu, herkes düşman” siyasetinin alması ve özellikle Rusya ile iplerin kopması…
Türkiye ekonomisinin bir yandan savaş harcamaları bir yandan kapanan ticaret ve turizm kapılarıyla, çöküşe doğru gitmesi…
400 bin kişinin katili Esad rejimi derken, bunun çok üstündeki kayıplardan, yaşanan bunca acıdan, gelinen çözümsüz noktadan ve ülkenin göz göre göre bölünüp parçalanmasından, insanlarımızın çürümesinden sorumlu olduğunuzu hiç aklınıza getirmiyor musunuz?
Suriye’ye girip Esad kuvvetlerinin Halep’i almasını engellemeye çalışmak, varılan noktada sadece Esad’la değil Rusya ile çatışmak demektir. Aynı zamanda PYD öncülüğündeki Suriye Kürtleriyle doğrudan çatışma riski taşır, Güneydoğu’da PKK’nin sürdürdüğü savaşın sertleşmesi ve Kürt savaşının Türkiye sathına yayılması anlamına gelir. Böyle bir ortamda, çok korktuğunuz “bölünme” hiç beklemediğiniz şekilde gerçekleşebilir. En önemlisi de, mezhepsel ve etnik temeller üzerinde yükselen ve bütün Ortadoğu’yu saracak bir vekalet savaşının, hayal edildiği gibi kurucusu ve oyuncusu değil yenik-devrik piyonlarından biri olmanıza vardırır.
Diyelim ki bir uçurumun kenarındayız. Bir adım ileri atıp aşağı yuvarlanabiliriz ama bir adım geriye atıp kurtulmamız da mümkündür. Geri adım atmak zordur Sayın Erdoğan, hele de sizin gibi birisi için. Bu, kendini yenme cesareti ve yeniden başlama özgüveni ister. Kof hayallerden kurtulup gerçeği bütün açıklığıyla görmeye çalışmak, nerede yanlış yaptım diye sorup yanlışlarıyla cesaretle yüzleşmek, somut güncel durumun ve güçler dengesinin gerçekçi bir değerlendirmesiyle yeniden başlamak, zaaf değil erdemdir.
Yanlıştan dönmeye, son çılgın ve meşum planınızdan vazgeçerek başlayabilirsiniz. İkinci adım Rojava Kürtleriyle barışıp, PKK ile oturmadığınız masaya PYD ile oturmak ve uzlaşmaktır ki, Kürt sorununun çözümünü de birlikte getirir. Bu, bir hezimet ve alçalma değil, ülkesini ve bölgesini kurtarmak isteyen cesur ve vicdanlı bir liderin yapması gereken soylu bir davranıştır.
Biliyorum; buralarda değilsiniz. Ama bir yurttaş olarak görevim, hepimizi ardınızdan sürükleyerek uçurumdan yuvarlanmadan önce bunları söylemek ve uyarmaktır.