ŞEHİR TELLALI New York - Londra - Roma |
Yazın ortasıdır kızmış kızıllamış toprak. Beli bükük, gövdesi kabuk kabuk hüzünle eğilmiş vermiş yüzünü yere, salkım salkım, çalıdan yetişme ağaç. Pırıl pırıl, damla damla başlar ağlamaya. Onun için Sakız’a “ağlayan ağaç” da derler. Mavilerin mavisi denizlerin kıyısında. Suyu hep eksik, taşı bol, tuzun beyazlattığı, vahşi kekikle donanmış, uçuk renkli, rüzğarlı tepelerde, eteklerinde beyaz pudra sıra sıra sakız, akrabası çitlembik ve fıstık, komşusu incir ve zeytin. Kraliçelere taç kıskandırırcasına ona bakan gözü kamaştırır evi barkı dert edinmeden onların çevresinde dolaşıp duranlara.
Ağlamaya başladığında, yaşlar damla damla üstüne düştüğünde kristalleşerek sakıza dönüşecek. Kimbilir hangi ilk aşk kırdı o kalbi. Hangi çapkının gözüne kandı. Hangi yasemin kokulu saç, hangi akşam sefası kokulu dudak aldı aklını başından. Kimbilir hangi matemde. Altında kırbaçlanan azizler mi sadece. Dünyanın bitmeyen bin derdiyle hep ağır hava. Yeşili zeytin, incir yeşili. Dumanlı küllü. Genç filizleri pembe kırmızı. Tohumu fıstık.
Engin sedanın ortasında, ya da güne ait gürültünün altında, hiç beklenmedik yerde, şu adanın taşlarına nasip olan büyük sessizliğin tadı, o tattan duyduğu çoşku da var. Öyle de akar dışarıya bazen bir sevinç pınarının pırıltıları olur. Bir inci kadar yuvarlak, su kadar saydam mükemmel küre. Damla damla ter tanesi gibi sarar o sert, tırnaklı, dalayan, dünya kadar eski, kabuklu, Homervari çatık kaşlı, yaşlı, kökleri, envai çeşit maden kaynağı kayaların arasından, ait olduğu volkana doğru derinlere uzanan, eğik, kamburlu, acılı gövdeyi. İçinden, kalbinin en derin köşesinden, dünyanın dibinden, en gizli yerinden, en büyük sırrı, bir mücevher taşırcasına taşır gün yüzüne. Ya da gözleri bu yaşları, hep uzanmaya çalıştığı, habire sayıp durduğu, gökyüzünün en uzak yıldızlarının parlaklığından, gezegenlerin pırıltılarından süzdürür belki. Ve onca yıldız yılı mesafeyi aşırtıp sonunda onun yeşil yaprak saçlarını ıslatan çiğ damlalarından damıtır.
Gözyaşları sakız sakız mis kokar. Her derde devadır. Gelin görücüye gelene ikram ettiği kahveye lokuma katar. Aşığına yedirdiği tatlıya damlatır. Yağı bebesini emzirirken en iyi melhemdir. Ya da diş çıkarırken feryat figan, o ağza süzülen göz yaşındaki derman. İşe güç veren ekmeğe yoğrulur. Akşamcının rakısına şiir harcı olur. Ak ak gülümsetir otuziki dişi. Filizi haşlandığında marulun üstüne yakışır. Suyu tatlandırır enginar gibi, o tadıyla parlatır damağı.
O yüzden sakız ağlamaya başladığında gözyaşına dayanamaz dümbelek. Teselli niyetli, usuldan tutturur ritmi. Güneş cayır cayır tutuşturduğunda engini görülmedik bir şölen kuşatır tepeleri. Sakızlar, çabucacık tutuşuveren gözleri yaşlı sakızlar, saçları ayak bileklerine değen bakır tenli esmerler gibi, parmaklarında zilleri, ince bellerinde elleri, çıtır çıtır bir ateşin çevresinde döner bütün gece, kainatla birlikte, yeniden gün ağarıncaya kadar.
www.sebnemsenyener.com