Çok zeki. Çok parlak. Cin. Her ne koşulda olurda olsun, cıvıl cıvıl. Işıldayan, her an ya gülmeye hazır, ya da zaten gülen simsiyah gözleri. Karşısındakini hem anlamaya, hem de itiraz etmeye yatkın sözleri. Gözlerinden, sözlerinden fışkıran kıvrımlarla dolu beyni... Cümlelere, fikirlere, olgu tanımlarına ve hemen her şeye itiraz edebilişi.
30 Ekim 2016'da tutuklanmıştı. Geçen hafta, kızı Evin Jiyan yazmış sayfasına: "5. yılımızı doldurduk."(Galiba 4. yılımızı doldurduk olacak.) Şunu da ekleyelim: 11 Kasım, yani bugün itibarı ile Gültan 1480 gündür hapiste. Niyesini anlamak pek kolay değil. Çeşitli sözler, yasal olmayan cümlelermiş...
Evin'in, 4 Kasım 2020 tarihli Bianet'teki yazısından:
- "Bütün siyasetçiler konuşur ama bazıları mütemadiyen yargılanır."
- "2007 yılında ilk defa milletvekili seçildiği tarihten itibaren, bir siyasetçi, bir parti başkanı, bir kadın aktivist olarak yaptığı çeşitli konuşmalardan yargılanıyor....
Ve en saçması:
- "Avukatlarınız aileniz bir şehirde, duruşma başka bir şehirde. Sizi de başka bir şehirde cezaevine koyarlar."
Sadece bu bile, tek başına bu bile, insana "pes" dedirtmeye yeter.
Evin Jiyan, Bilgi Üniversitesi'nde İnsan Hakları Hukuku'nda yüksek lisans yapıyor. Pek çok tanıdığı var ama ben onunla henüz tanışamadım - maalesef.
"Jiyan" Kürtçe'de "hayat" demekmiş. "Evin" ise "bir şeyin içindeki öz". Cezaevlerine, ve cezaevlerindeki anlamsız, rasgele uygulamalara, ülke siyasetine, tüm yasaklara çok çok öfkeli. Ve üzerinde büyükçe bir balık resmi olan hediye elbisenin cezaevindeki sahibi Gültan'a verilmesinin yasaklanmasına!..
Yüzde yüz haklı bence.
Dolayısı ile bizlere de küs ve/ya kızgın. En az bir kere görüşmek istedim. Pek oralı olmadı.
"Belki haklı," diye düşünüyorum; hepimize kızıyor. Belki annesinin, ailesinin başına gelenler için, "Hiç olmazsa, Türkiyeli aydın - okumuş, dünyadan haberdar, oralarda olup bitenlerin az - buçuk farkında olan kişiler elini, aklını, zekasını, kalemini yeterince bu tarafa uzatmıyor? Kürtlerin çiğnenmiş hakkı - hukuku, geçmişte yasaklanmış dili, şarkıları, hapiste tutulan tutulan yüzlerce aydınlık insanı için, yasaklanan kitapları, romanları, hatta aşk hikâyeleri için, niçin hiçbir girişimde bulunmuyorlar?" diye düşünüyor.
Evin'cim yüzde yüz haklısın. Biz, batı Türkiye'de yaşayanlar hâlâ yeterince anlayamadık oralarda, Doğu ve Güneydoğu'da olup bitenleri. İnsanlara neler yaşatıldığını haksız - hukuksuz yargılamaları, siyasi cinayetleri, sabaha karşı evlerin, silahlı terörizm uzmanları tarafından basılıp baba veya annenin zorla evden götürülürken çocukların perişanlığını... Yasaklanmış bir dili: Kuşlar bile, hatta kedi ve köpekler bile kendilerince konuşurken, bildiği ana dilinde konuşmanın insanlara nasıl yasaklanabileceğini? Türkçe bilmeyen bir annenin hapisteki oğlu ile Türkçe konuşmaya mecbur edilmesinin hangi akla sığdırılabileceğini...
Sadece bu sonuncu bile durumu sorgulamaya yeter. Yasal yasak yok halen ama hâle bak. 2 Ağustos 2020 tarihli haber: "Diyarbakır'da bulunan Dicle Üniversitesi bünyesindeki Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde Kürtçe tez yazımının yasaklandığı ve öğrencilerden tezlerini Türkçe yazmaları istendiği öğrenildi."
Geçmişin ömür boyu hapis yıllarını, neredeyse yarım yüzyıla yakın bir zamanı "olağanüstü" halde yaşamış 13 yasaklı/ yarı - yasaklı mezra, köy, kasaba ve kentleri. Hele bir alfabetik sıralayım ki siz de öğrenin veya hatırlayın:
Adıyaman (Mücavir il), Batman (Mücavir il), Bingöl, Bitlis (Mücavir il), Diyarbakır, Elazığ, Hakkari, Mardin, Muş, Siirt, Şırnak, Tunceli - Dersim, Van.
1980 sonu ve 1990larda zorla boşaltılarak yakılan 2300 küsur köy ile evsiz, yersiz, yurtsuz kalıp yollara düşen 3 milyon insanı.
Birkaç yıldır OHAL (Olağanüstü Hal) yok. Yok, ama yakında, Bu HAL'li günler O hal'i aratacak gibi. HDP'den seçilmiş Kürt milletvekilleri, TBMM ve yerel siyasette öne çıkanların büyük bir bir kısmı, son birkaç yıl içinde, "akil insanların", Çözüm/Barış Süreci'nin sona erdirilmesi ile birlikte hapis. HDP'li belediye başkanları görevden alındı -kimseyi ikna etmeyen gerekçelerle- ve hepsinin yerine kayyım atandı. Sanırım Çözüm Süreci söneli, 2015 Temmuz ayından beri.
Geçmişte anlaması daha kolaydı: "Askeriye'de öğretilen dersler genel kültür açısında yetersiz, çok eksik; dolayısı ile oradan yetişenler pek tarih bilmiyor, sosyoloji, psikoloji bir yana, insan hakları ve hukukundan da anlamıyor" deniyordu. Deniyordu denmesine de, ama bildiğimiz sıradan okullardan yetişenler resmi tarih dışındaki yaşanmış tarihlerin farkında mıydı? Böyle bir olasılık bilinçlerine yerleşmiş miydi?
1927lerde 13 milyon kişiden bugün 83 milyona çoğalırken, ülkede, Kürtçe'nin, Farsça ile akraba ve Türkçe'den çok, çok farklı bir lisan olduğunu bilmeyenler, dünyadaki 6 - 7 bin küsür dilden, dil bilimden tamamen habersiz yetişiyor, Bolca Türkçe dersi, gramer derdi var ama dünya dilleri yok! Yok işte. Şimdi geç yaşta öğretilse, anlamakta çok zorluk çekiyor, hatta, belki anlayamıyor (Sınıf arkadaşlarıma bu konularda dert anlatmaya çalıştığım zamanlarda bunu çok yakından hissediyor ve görüyorum. Bazı bilgiler çocuk yaşlarda öğrenilir.)
Resmi tarihte asla okuyamayacağınız için Doğu ve Güneydoğu'nun, oraların geçmiş sevinci ve acıları, yaşananları, hatta çok genel tarihi, kimler geldi, yerleşti, kimler gitti, neyle konuşur, nasıl anlaşırlardı konularında 83 milyonun çoğu, tamamen bihaber. Öğrenmeye bir niyet de görülmüyor. Zaten Batı tarafa bir şey öğretilmesi epey de zordur. Onlar hep öğreten - bilen olmak ister. Sen de öğreneceksin. Ya sorunun farkına varırsan, "büyüklük" edip "tamam efendi" diyerek hapisten uzak duracaksın.
Bugün için ise "Neden?" diye sormayacaksın. Çünkü artık her şey konusunda karar veren, mihenk taşı - ata - ana/baba/ağa/kesin belirleyici tek Başkanlık sistemi. Doğu ve güneydoğu da, Başkanlık Partisi'ne rakip görülenler siyaset dışına atılır. Nokta.
Gültan ve Sebahat Tuncel ve Figen Yüksekdağ ve hapislerdeki diğer tüm siyasetçi Kürt Kadınlar. Uffff başlarsam bitmez bu. Şimdilik, Gültan'ın kimliğinde, hapisteki diğer siyasetçi, HDP'li Kürt ve Türk ve Suryani ve Ezidi ve Sünni ve Alevi ve Ermeni kadınları anmakla, onlara sevgi - selam yollamakla yetinebilir miyim?
Gültan'ın ailesi yıllar, yıllar önce Dersim - Tunceli'den Elazığ'a taşınmış. Gültan da 15 Haziran 1961 yılında Elazığ'da doğmuş. 1980 - 1982 yıllarını Diyarbakır Cezaevi'nde geçirdi.
Süreçte gördüğü işkenceyi şöyle anlatmıştı:
"Cezaevi Müdürü Binbaşı Esat Oktay Yıldıran vardı… Bir gün, bizim kadınlar koğuşuna girdi… Herkes ayağa kalktı, ben kalkmadım… Sırf içeri girdiğinde ayağa kalkmadım diye, sırf bu gerekçeyle, beni köpeği Co'nun kulübesine tıktırdı. Köpeğinin bile kalmak istemediği, pislik içinde, küçücük bir kulübeydi bu… Bir gün değil, iki gün değil, bir ay değil, iki ay değil, tam altı ay orada kaldım. Nefes almanın bile zor olduğu o kulübede bana her gün dayak attılar, her gün işkence yaptılar."
İki yıl tutukluluğun ardından Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü'nü tamamladı.
Onunla tanışmam 1990'lı yıllara gider. Özgür Gündem gazetesinin Adana temsilcisi idi. Ben de İstanbul'da haber müdürü...
O günlerden aklımda kalan: Hazırcevaplığı. Yüzünden eksik etmediği, her an kahkahaya dönüşebilecek gülümsemesi.
Derken, 2000'lerde Barış ve Demokrasi Partisi eski eş başkanı. Sonra HDP'den, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23. Dönem Diyarbakır ve 24. Dönem Siirt milletvekili. Ardından da Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı.
Onu yıllardır aramamış, sormamış, ama uzaklardan, gazetelerden siyasi kariyerini izlemiştim. (Çok, çok hayırsızım gerçekten!)
Gültan'ı son görüşüm ise 2015 Aralık ayının son günleri. O günler HDP'den Diyarbakır Anakent Belediye Başkanı, (31 Mart 2014 - 30 Ekim 2016) ama daha o günlerde, kim bilir hangi çeşit bir "devamı yarın" dizisi üretme saikiyle hakkında açılmış onlarca dava vardı.
Yüz kişiyi aşkın, kalabalık bir barış isteyenler grubu ile Diyarbakır'a gitmiştik. Koca inanılmaz zengin tarihini, müthiş mimarisini, Sur'unu, kaleiçini, Türkiye'de yaşayan pek az insanın bildiği, batılı Türkiyelilerin yakın zamanlara kadar pek ulaşamadığı, ulaşmaya cesaret edemediği bir diyar; Amed - Diyarbakır.
Yüz kişinin her biri ile el sıkışıp kucaklaşıyordu. Sıra bana geldi: "Şimdiye kadar neredeydin? " der gibi yarım dakika yüzüme baktı sonra simsiyah gözleri parladı, neşe ile yandı, söndü. Ona sımsıkı sarılırken sormuştum: "Ne yapacaksın?" "Ne yapalım" dedi, "tıpış tıpış gidip cezamı çekeceğim".
İzin alıp cezaevinde onu ziyaret etme zamanı çoktan geldi, geçiyor bile.