Sedat Selim Ay, yeni Terörle Mücadeleden Sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı. Bundan böyle ‘terörle mücadele’ konusunda en ufak bir endişeniz olmasın. Yıllardır izlediğimiz kadarıyla kendisi işinin ehli.
Hakkında açılan işkence ve tecavüz davalarında hem Türkiye’de yargılanmış hem de AİHM’in Türkiye’yi mahkûm etmesine neden olmuş bir zat-ı muhterem.Taraf’tan Mehmet Baransu’nun sorularına verdiği yanıtları okuyun.
"Suçlamaların olduğu dönemde ben komiserdim. Söz hakkımız yoktu. Terfimi engelleyecek bir durum söz konusu değil.”
Yeterince ikna olmazsanız şöyle bir geriye gidin. Araştırın, öğrenin.
CHP’nin İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, bu atamayla ilgili İçişleri Bakanı’nın yanıtlaması için soru önergesi verecekmiş.
TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun AKP’li Başkanı Ayhan Sefer Üstün de, atamayı ‘şık’ bulmamış.
“Söz hakkımız yoktu,” demiş ya hani. Artık söz hakkınız da var. Üstünüzde İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, onun üstünde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, onun başının üstünde gökyüzü, onun da üstünde Allah’ın izniyle, bundan gayrı bütün söz hakkı sizin. Yanınızda, ‘işkenceye sıfır tolerans’ şiarıyla hareket eden devletimizin yüce mahkemeleri, hâkimleri, savcıları, bilir kişileri, takdir edenleri, yetki koyanları, koruyanları, kollayanları... Bütün işkence, tecavüz ve şiddet haklarınızı tepe tepe kullanın.
Bu ülkede işkence, tecavüz dahil şiddetin her türü devlet eliyle yapıldığında suç kapsamına girmiyor. Nasıl girsin? Sıfır tolerans.
Şiddet, devlet babanın elinden çıktığında birden hafifliyor, sıfıra iniyor, uçuyor, buharlaşıyor. Hakimleri ve mahkemeleri ikna edemiyor. Kayda giremiyor, dikkate alınamıyor.
Devletin memuru, ölçüyü kaçıran yaramaz çocuk modunda, “bir kere yapmış, bir daha olmaz” hoşgörüsüyle kucaklanıveriyor. Sedat Selim Ay’ın da içinde bulunduğu işkenceci polislerin yargılandığı davalarda en hafifinden verilen cezalar da, her seferinde ‘sanıkların suçu bir daha işlemeyeceğine dair kanıt oluştuğu’ gerekçesiyle ertelenmiş. Bir daha, bir daha işlenmiş ama ne gam! Zaman aşımı diye şahane bir icadımız mevcut.
Şiddet ve tecavüz mağdurlarından Asiye Güzel duruşmada “Bayram Kartal emretti, TİM bana tecavüz etti” dedikten sonra bayılmış ve duruşma salonundan çıkartılmış. Sedat Selim Ay hâkime itiraz etmiş “Asiye Güzel duruşmaya gelsin, tecavüzün nasıl gerçekleştiğini, kimin, nasıl yaptığını anlatsın,” buyurmuş. Çünkü Asiye yalan söylüyormuş ve konuştukça yalanı ortaya çıkacakmış. Ama Asiye bir daha mahkemeye gelmemiş.
Ama madem Sedat Selim Ay üstün başarılarından dolayı terfi alarak buralara kadar gelmiş ve madem güvenliğimiz bundan böyle ona emanet, ben mesela bütün saflığımla sormak istiyorum:
Hiç, Asiye’nin bir insan olduğunu düşündünüz mü?
Kucağınıza aldığınız çocuğunuz, boynuna sarıldığınız anneniz, elini öptüğünüz babanız, sırtınızı sıvazladığınız dostlarınız gibi...
Peki ya kendinizi hiç düşündünüz mü? Siz nasıl bir insansınız?
Ben kötülüğün insanın doğasının bir parçası olduğuna inanmam. Size safça gelebilir ama öyle. Benim bakış açımdan bakarsak sormak zorundayım; siz bunca kötülüğü nereden buldunuz? Nasıl kendinize mal ettiniz? Nasıl bu kadar besleyip, büyütüp, sahip çıktınız?
Hiçbir şeyi kan dökmeden, insanlıktan çıkmadan elde edemeyeceğiniz inancını nereden edindiniz? Kadınları, erkekleri ve çocukları kanlı duvarlar arasına kapatıp kuduz köpekler gibi parçalayan, yağmalayan ve bundan zevk alan düşmanca zihniyetlerden bahsediyorum. Bunu hak edecek ne yapmış olabilirler? Siz bir insana bunu yapacak nasıl bir ruh hali içinde olabilirsiniz? Kendi karanlık zihninizin kör inançlarından, hezeyanlarından, tezgâhlarından, komplolarından başka ne var elinizde?
Asiye’nin çığlıkları hâlâ hafızanızın bir yerlerinde asılı durmuyor mu? Gerçeklik dünden bugüne değişir mi, bir yere gider mi, kaybolur mu, bir sis gibi dağılıp yok olabilir mi?
Geçmiş hep vardır. Dün oradadır. Bir yere gitmez. Silinmez. Geri alınmaz. İnkârlarla değişmez. Kötülük yüreğinizden bir yere gitmiyor, işkencenin izleri buharlaşmıyor, ruhunuza, teninize, eline yüzüne yapışıp kalıyor, hissetmiyor musunuz?
Asiye mahkemede ayakta duramamış. Onun böylesine hasta ve çeresiz hissetmesi için neler yaşamış olabileceğini ben bilmek istemiyorum. Ama siz biliyorsunuz.
Siz çocuklarınıza baktığınızda ne görüyorsunuz? Onlar için düşleyebildiğiniz hayat bu mu? Zalim mi olsunlar? İşkenceci mi olsunlar? Tecavüz mü etsinler? Tecavüze mi uğrasınlar? Sizin çocuklarınıza bırakacağınız dünya bu mu? Bunu mu hayal ediyorsunuz? Eğer içinde sizin çocuklarınız, torunlarınız da yaşıyorsa; bu hayatın, bu kadar zalim olması sizi ürkütmüyor mu?
Tamam bunlar sizin başınıza gelmeyebilir. Siz ve çocuklarınız son derece korunaklı bir hayat yaşıyor olabilirsiniz. Ama ya çocuklarınızın karşısına da bir gün sizin gibi, onları anlamadığı için onlardan nefret eden birileri çıkarsa. Ya çaresiz, savunmasız, sağır duvarlar arasında onların eline düşerlerse?
Mesele bunları yaşayıp yaşamamak değil. Mesele Asiye’nin sizin çocuğunuz, eşiniz, kız kardeşiniz olmaması da değil. Mesele nasıl biri olmayı göze alabildiğiniz. Karşılığında ne buldunuz ki bir avuç gökyüzünü, bir çocuğun kahkahalarını, bir yudum suyun tadını, kendinize de, o insanlara da çok gördünüz?
Bu, içinde nefes aldığınız, rahat ettiğiniz, kendinizi iyi hissettiğiniz, huzur bulduğunuz hayat mı?
Eğer insanın içinde her türlü işkenceye, zulme ve haksızlığa direnecek güçte bir can ya da ruh olmasaydı hayatın bir anlamı olabilir miydi, diye sordunuz mu hiç kendinize? Bunu açıkça sormamış olsanız dahi, çok derinlerde bir yerlerde kendinize bile itiraf edemediğiniz hisleriniz yok mu; Asiye’ler olmasaydı, canları pahasına zulme direnen, adaletsizliğe isyan edenler olmasaydı, insanların hepsi “söz hakkım yoktu” bahanesinin ardına gizlenseydi, bu hayat çok daha korkunç ve tiksindirici bir yer olmaz mıydı?
Hangi ırktan olurlarsa olsunlar, ne düşünürlerse düşünsünler, ne yaparlarsa yapsınlar bu insanlara bu zulmü yapmaya hakkınız yoktu. Ama yaptınız.
Adını burada yazmak istemedğim -üstünüze alınmayın diye- bir kitapta diyor ki:
“Birini ancak bir ‘şey’ olarak görürseniz ona her şeyi yapabilirsiniz. Kendinizi insan değil de bir ‘şey’ olarak hissederseniz böyle bir şeyi yapabilirsiniz.
İşkenceye ve tecavüze uğramak. Bu, herkesin hissedebileceğini sandığı ama orada olmadıkça asla bilemeyeceği...
İnsanın kendisini bir insan olarak değil de bir ‘şey’ olarak görmeye başladığında neler olabileceğini, artık nelerin değişebileceğini anlıyor musunuz? Bunun ne kadar çok şeyi alıp götürebileceğini?
Özgürlüğünüzü almışlar, mahremiyetinizi, saygınlığınızı, size en aşağılacı şeyleri yapmışlar ve siz seyretmişsiniz kendinizi, kendi karşınıza geçip. Size bir sıçan gibi davranıyorlar, çünkü onların gözünde öylesiniz. İşkence konusunda uzmanlar, her şey gayet bilimsel verilere ve deneyimlere dayanıyor. Artık bedeniniz sizin değil, bedeniniz sizin düşmanınız, size acı veren onlar değil kendi bedeniniz. Sadist olan onlar değil çünkü, onlara göre siz insan bile değilsiniz. İnsan olduğunuzu sanan bir tek sizdiniz. O güne kadar. Herşeyiniz alınıp götürüldüğünde geriye bir tek şey kalır. Nedir o? Sizin yeni anlamınız. Peki nedir o?
Hâlâ hayatta olmanız mı? Bu ‘kim’ olmadığınızı ama ‘ne’ olduğunuzu öğrendiğiniz an.
Peki nedir yeni anlamınız?
Saygınlık, insanlık, adalet, vicdan gibi bir sürü hakka sahip olduğunu düşünen insanların bilmediği birşeyi bilmek?
Neyi atlatıp da hayatta kalabileceğinizi bilmek... mesela?”
Asiye nasıl oldu da kendine yapılan onca işkenceden sonra akıllanmadı? Nasıl oldu da geri dönüp kötülük ile yüzleşme cesaretini gösterdi. Asiye nasıl korkmadı? Orada, o adamların varlığını bilerek daha fazla dayanamayacağını, göz göze geldiği anda belki de bayılacağını bilerek yine de oraya kadar nasıl geldi?
İnsan hem bunları yaşayıp, yaşatıp hem nasıl insan olarak kalabilir ki, hâlâ?
Asiye bir kitap yazmış, diyor ki “Dünyanın dört bir köşesinde acı çeken insanlar var. Savaşan, öldürülen, işkence gören, tecavüze uğrayan insanlar. ... Ayağa kalkmaktan başka insani bir seçeneğim yoktu...”