Sizce günün birinde bu memlekette mesela Kadir Gecesi’nde cinsel kimliklerini sakınmaksızın dinsel vecibelerini yerine getirmek isteyen LGBTİ+ bireylere merhametle mabetlerde yer açacak bir noktaya gelinebilir mi dersiniz?
Cinsellik bir yelpazedir.
Yelpazenin bir ucunda heteroseksüalite yer alıyorsa, öbür ucuna kadar açılan dilimlerde de LGBTTİ+ kimlikler yan yana bir dizilim sergilerler.
Cinselliği “yekpare” sayan ataerkil, heteronormatif ve homofobik düzen, istediği kadar bu “yelpaze”nin farklı dilimlerini anormallikle, sapkınlıkla, hastalıkla yaftalasın, sonuçta ortadaki insani ve kültürel (“antropolojik”) gerçeğin üstünü örtemez.
Dünya üzerinde pek çok insan topluluğunun gündelik hayat akışında bu cinsellik yelpazesinin mevcut olduğunu biliyoruz; antropolojik kayıtlar bunu karşımıza çıkarıyor. Heteroseksüalite, sabit bir psiko-cinsel kimlik olarak evrensel değil. Aksine, cinsellik “süreçsel” ve cinsel davranışın karşı cinse ya da aynı cinse yönelim dinamiği üzerinde durmak, bir insana “homo” ve “hetoro” tanımlarıyla yaklaşmaktan çok daha önemli.
Lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel, travesti, interseksüel ve daha farklı kombinasyonlarla, gerçeği (aynen evren gibi) “kaotik” yani akışkan bir karmaşa içinde olan insanda kendini gösteren cinsel yönelim ve duyarlılıklar…
Bunların Yeni Gine Sambian’larından Kuzey Amerika Mohawe’lerine, Navaho’lara, Lakota Siu’larına, İskandinav Lapon’larına, Umman’ın Xanith’lerine, Havai ve Tahiti’nin Mahu’larına, Hindistan’ın “Hicre”lerine ve daha dünyanın dört bir ucunda bir dolu yerde yaşayan insan topluluklarına kadar, hiç de öyle kural-dışı, sağlık-dışı ve insanlık-dışı sayılmayıp gayet normal, sağlıklı ve insani olarak değerlendirilip benimsendiğini tespit etmek mümkün.
Hatta “kutsallık”la bağlantılı yönelimler olarak baş tacı edildiklerini söylemek de mümkün!..
Söz gelimi yukarıda zikredilen “Hicre” (Hijra) topluluğu…
Hicre’ler (ya da kendi tercih ettikleri adlandırmayla “Kinnar”lar) Hindistan’ın “kutsal travestileri”… Onlar, cinsellikten ziyade dinselliğe odaklı bir anlayışla kabul görürler.
Bizim memleket de dâhil olmak üzere yeryüzünde ataerkil-homofobik “dil”in travesti diye kestirip attığı bu insanlar, geleneksel Hint toplumunun bazı kesimleri tarafından “3. cins” (third gender) olarak değerlendirilip, lanetlenmek yerine kutsanır ve “ne erkek ne kadın”, ama bir bakıma da “hem erkek hem kadın” sayılarak daha “tam” bir insanlığın karşılığı kabul edilirler (2014’te devlet de onları resmen “3. cins” olarak tanıdı).
Hindu bereket tanrıçası Bahuchara Mata’nın takipçisi olan ve bu tanrıçaya tapınmayı yaşam amacı haline getirmiş Hicre topluluğuna katılmak isteyenler, cerrahi operasyonla erkekliklerini terk ederler ama bu onları “kadın” da yapmaz. Hadımlaşarak Tanrıça’nın doğurganlık ve bereket gücünün kendilerine geçtiğine inanmaktadırlar. Kadın gibi giyinip yaşarlar ama “erkek” olamadıkları gibi “kadın” değillerdir.
Ve “ne erkek ne kadın” ama bir “3. Cins” olarak geleneksel törenlerde, doğum ve düğünlerde tanrıçalarının doğurganlık, üretkenlik gücünün temsilci ve taşıyıcıları olarak bebeklere bereket ve baht açıklığı, evlilere de refah ve mutluluk bağışlanması için dua ederler.
Böyle olmakla birlikte yine de onlara Yarımada’nın en büyük dinî festivali olan ve insanların kutsal nehirlerde yıkanarak günahlarından arındıkları Kumbh Mela’da bu seneye kadar yer yoktu. “Hindu taassubu” ve resmi yasaları, halkın önemli bir kesimi tarafından neredeyse “rahibe” statüsüne oturtulan Hicre’leri bu festivalden dışlamaktaydı.
Ama Hicre’ler on yıllardır Hindu çoktanrıcılığının bütün sürümlerini potasında toplayan bu kutsal ritüele katılmak için verdikleri mücadeleyi nihayet kazandılar. Ve geçtiğimiz salı günü başlayan 100 milyonu aşkın insanın katıldığı festivalde 2 milyonluk bir “kadro” ile kendilerini Ganj ve Yamuna nehirlerinin sularına bırakabildiler.
Festivalden gelen görüntüler, Hicre’lerin takip ettikleri bereket tanrıçasının izinde nasıl kutsal figürler olarak kitlelerden itibar gördüklerini ortaya sermekte.
Topluluğun öncü ismi Laxmi Narayan Tripathi, yıllardır festivale katılmak için verdiği mücadeleyi nihayet kazanmış olmanın mutluluk ve gururuyla diyor ki, “Yaratıcı, bizim içimizde ve öldüğümüzde hepimiz ona gideceğiz. Ve bizim kapılarımız, herkese açık.”
Hicre’ler yaşadıkları topraklarda böylesine onay görmenin onurunu yaşaya dursun, bizim memlekette LGBTİ+ kimliğin “Onur Haftası” düzenleme mücadelesi kaygı ve tedirginlikler eşliğinde devam ediyor!..
Hicre’ler Hindistan’ın kutsal sularına, yanı başlarındaki gayet sofu diğer Hindularla birlikte dalarken bununla eşzamanlı olarak LAMBDA da 27’nci İstanbul Onur Yürüyüşü için hazırlık amaçlı bir toplantı düzenleyip bildiri yayımladı.
Fakat, malûm, Türkiye’de bugün kaskatı ve kör bir dinbazlıkla da sarmalanmış ataerkil-homofobik düzen, LGBTİ+ korkusu ve nefretiyle yol almaya devam ediyor. Memleketimiz, günlük hayatın içinde tacize ve tacizcilere dahi geçit verirken trans’lara hayat hakkı tanımıyor.
Halbuki tıpkı Hindistan’daki Hicre liderinin sözlerinde yansımasını bulduğu gibi burada da “Yaratıcı, içimde” diyen, “Öldüğümüzde onun huzuruna çıkacağız” inancında olan dindar eşcinseller de trans bireyler de var.
Ve onlar, ahirette kendilerine sorulacak ilk sorunun, kiminle cinsel ilişkiye girildiği değil, Hakk’a inanılıp inanılmadığı, İslam’ın beş şartının yerine getirilip getirilmediği ve kul hakkı yenilip yenilmediği olacağının altını özenle ve kararlıca çiziyorlar!..
Sizce günün birinde bu memlekette de mesela Kadir Gecesi’nde cinsel kimliklerini sakınmaksızın dinsel vecibelerini yerine getirmek isteyen LGBTİ+ bireylere merhametle mabetlerde yer açacak bir noktaya gelinebilir mi dersiniz?
Yoksa kaskatı bir heteroseksist yekparelikle mesela trans’ları lânetlerken tacizcileri mi (gizli-saklı veya açık-seçik mahiyette, “tövbe-istiğfar” adı altında) mabetlere buyur etmeyi sürdürür bu memleket?! Ne dersiniz?..
Cevabınız, istikbalde İslamiyet’inizin insaniyetle buluşup buluşmayacağının da cevabıdır!..