Yeni dizisi 'Yalan Dünya'da Cihangir'in grift kültür ortamına taşınan Gülse Birsel'in feminen duyarlılığında da, yaratıcılığında da bir eksilme yok
Gülse Birsel’in yeni dizisi ‘Yalan Dünya’ bir yanıyla ‘postmodernleşmiş şehir kırsallığı’nın komedisi olarak tanımlanabilir. Bunun karikatürde karşılığı Yiğit Özgür… Sinemada bir karşılık aranacaksa (daha sert ve maskülin vurgulu) ‘Recep İvedik’ örneklenebilir. Hatta denilebilir ki ‘Recep İvedik’te ‘hardcore’ temalaştırılanlar, ‘Yalan Dünya’da yumuşak sürümle karşımızda.
Burada bir etkileşim var demiyorum. Birsel buna ihtiyaç duymayacak kadar yaratıcı, birikimli, deneyimli. Ayrıca feminen duyarlılığı, ürününe daha zenginleştirici, detaylandırıcı, derinleştirici katkı yapıyor.
Evet, ‘cinsiyet lehçesi’ dişi olan bir dizi bu… ‘Avrupa Yakası’ da öyleydi. Ama ‘Yalan Dünya’ daha dinamik ve tempolu bir kurguya sahip. ‘Kültürel matriks’ de daha girift ve bu, dinamizmi artıran diğer etken. ‘Avrupa Yakası’nda nispeten steril ve katışıksız bir ‘Beyaz Türk’ dünyası hicvediliyordu. ‘Kara Türkler’ vardı, hatta giderek etkenleşti (‘Gaffur’u kim unutabilir), fakat yine de marjinaldi.
Şimdi durum farklı… ‘Avrupa Yakası’nda rahmetli Gazanfer Özcan’ın unutulmaz performansıyla renklenen modern ve ‘monden’ çekirdek ailenin platformu, Adıyamanlı damat (Olgun Şimşek) yörüngesinde yol alan Antakyalı bir ‘pastoral-postmodern’ geniş aileye devredilmiş durumda. Cihangir’de yaşanan, Birsel tarafından ‘yakalanan’ kültürel-demografik değişimin resmi olsa gerek bu…
Fakat Cihangir’in kültürel ‘çekirdeği’nin sürekliliği de dizide ima ediliyor. ‘Kara’lar semtin semalarından göbeğine inip teraslarına yerleşse de Cihangir ‘kararmıyor’. Tersine, onları kısmen ‘beyazlaştırıyor’; kendi meşrebince, ölçüleriyle, kıvamınca… Antakya-Adıyaman karması geniş ailemizin pazar sabahına ‘piknik-style’ teras kahvaltısıyla merhaba demesinin düşündürdüğü bu.
Dizinin bir tematik ekseni buysa diğeri medyatik Türkiye’nin şu aralar asal fenomeni olan ‘dizi furyası’nı sorunsallaştırmak. ‘Avrupa Yakası’nda kamera ‘ev’ ve ‘şirket’ arasında gidip geliyordu. ‘Yalan Dünya’da ‘ev’le ‘set’ arasında gidip geleceğimiz anlaşılıyor. Dizi, ‘seyir çağı’nın iki paydaşını, ‘seyreden’le ‘seyredilen’i buluşturup etkileşime sokacak. Tabii bize ‘acı kahkahalar’ attırarak yapacak bunu. Hayatımızın bir hayal halesiyle nasıl alabildiğine sarmalandığını yüzümüze vurarak… ‘Yalan dünya’dan öte bir ‘hayal dünya’da (‘hayal dünyası’nda değil) yaşadığımızı güldüre güldüre göstererek…
‘Yalan Dünya’ adı, isabetli. Çünkü hayallerin üretildiği ‘set’te de, tüketildiği evde de tek gerçek, yalanlar… Galiba dizinin ‘kök mesaj’ı bu: Yalanın ‘norm’ olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Bu ‘yalan(cı) dünya’da en doğru-dürüst karakter de ‘geniş aile’nin sürreal-depresif torunu Orçun (Bartu Küçükçağlayan). Pastoralizmle postmodernizmin ‘görücü usulü’ evliliğinin günahsız melezi o! ‘Yalan Dünya’nın meleği ya da!..
Bolca gülerek, hayli de düşünerek izleyeceğimiz bir başyapıt muştusu ‘Yalan Dünya’… Kahkaha efektlerinden gülmeye fırsat kalırsa tabii! Şimdilik tek kusur bu ama o da giderilemez değil…
Cihangirli yorumu
Tuğrul Eryılmaz (Gazeteci): Cihangir dizisi deniyor ama bari içinde biraz Cihangir olsaydı. Cihangir diye bildikleri, oradaki oyuncu olma heveslileri. Oysa Cihangirçok daha renkli bu diziden, çok daha kozmopolit. Umarım zamanla düzelir.
(Radikal-Hayat)